Üslubu, çağı yakalama gayreti ve kalkınmaya verdiği önemle üniversite öğrencileri için bir çekim merkezi haline gelen Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi, Türkiye siyasetine yön verecek isimlere ilham kaynağı olmuştu. Bir toplantıda Turgut Özal'ın da aralarında öğrencileri için “Bu mühendislere yardımcı olun. Bunlar ileride Türkiye'yi değiştirecek, dönüştürecekler” diyordu. Özal yıllar sonra reformlara imza atacaktı. O öğrencilerden birçoğu da RP, ANAP ve AK Parti'de siyaset yaparak bu sözlerin hakkını verecekti
Türkiye'nin siyasi, sosyal hayatını derinden etkileyen Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi'nin 30 yıldır canlı kalan mirasını anlamak için İslam tasavvufunun önemli bir öğretisi olan Nakşiliği bilmek gerekiyor. 1318-1389 yılları arasında Özbekistan'ın Buhara kentinde yaşayan Muhammed Bahaüddin Hazretleri tarafından temelleri atılan Nakşibendilik, Farsça 'nakş' ve 'bend' kelimelerinden oluşur ve 'nakış yapan' manasına gelir. Şeyhin müridin kalbini işlediği, onun üzerine süsler yaptığı varsayılır. Bu nedenle kurucusunun isminin sonuna 'Nakşibend' kelimesi eklenmiş, tarikat da bu nedenle Nakşibendi ya da Nakşi adlarıyla anılmaya başlamıştır.
Peygamber'in yüksek ahlakına ulaşmak için nefs ve kalp terbiyesini merkeze alan Nakşilik, Orta Asya'dan doğup 15. Yüzyıl'ın sonlarına doğru Anadolu üzerinden tüm dünyaya yayıldı. Muhammed Bahauddin Nakşibend Hazretleri'nin temel usullerini belirlediği bu manevi terbiye sistemi, Hz. Ebu Bekir (r.a) ve ondan da Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v) uzanır. Terbiyenin başında ve merkezinde ise Peygamber bulunur. Şeyhler ise, hayatlarını benzetmeye çalıştıkları Peygamber'in ahlakıyla insanlar yetiştirmek ve onlara yol göstermek yetiştirmek için aracıdır.
Yüzyıllar içinde birçok kola ayrılsa da temel felsefesi değişmeyen Nakşibendilik, Anadolu topraklarında Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi gibi önderleriyle, İslam'ın canlı ve değişen şartlara göre güncel tutulmasında ve müslümanların değişen zamana ayak uydurmasında önemli bir rol oynadı. Gümüşhanevi Hazretleri'nden aldığı feyzle gönlüne düşen ateşi, Türkiye'yi saran bir sevgi halkasına dönüştürmek için bütün hayatını vakfeden Hocaefendi'nin, yüzyılın şartlarını göz önünde bulundurarak bilim, teknoloji, sanayileşme ve iletişime büyük önem vermesi, bir yandan da bunu gerçekleştirecek kadroları yönetime talip olmaya teşvik etmesi değişime ayak uydurma çabasının en büyük göstergesiydi.
Günlük politikanın dışında olmasına rağmen Türkiye'nin kültürel, ekonomik, siyasi sorunlarına duyarsız değildi. Müslümanların güçlü olması için sanayileşmenin şart olduğunu sık sık sohbetlerinde dile getiren Kotku Hocaefendi “Bu kapının önünde cemaatin dizdiği otomobillerden rahatsız oluyorum, rahatsız oluyorum!... Yabancı diyarlara ekmek parası için giden işçilerin o diyarlara gitmemesi var iken buna mecbur kılınması beni üzüyor. O otomobillerin yerine atölyeler, fabrikalar kurulsa ve bu vatandaşlara iş bulunsa biz, yabancıların kölesi olmazdık” diyordu.
Hocaefendi, Türkiye'nin ekonomik olarak dışarıya bağımlılığının, kültürel bağımlılığı getireceğinin, bunun da Batı'ya tutsaklık anlamına geldiğinin bilincindeydi. Bu nedenle Müslümanların, kalkınma için çaba sarf etmesini ve bir araya gelmelerini bir ibadet gibi görüyordu ve onların da böyle algılamasını tavsiye ediyordu: “Yapılacağı tasavvur olunan ufak-büyük herşey, muhakkak bir şirket, bir toplum malı olarak yapılırsa, işte o zaman daha iyi, daha güzel, daha üstün olarak yaşar ve gelişir. Bu sebepten muhakkak müslüman ticaret ve sanatkârların birleşmesi adeta farzdır.” Çağrısını düşünce düzeyinde bırakmadı. O dönem Avrupa'nın en büyük fabrikası olan Gümüş Motor'un temellerini atarak örnek oldu.
Öğrencisi Prof. Nazif Gürdoğan, Hocaefendi'nin düşüncesini hemen uygulamaya nasıl geçirdiğini, daha sonra İslam, Kadın Aile ve İlim Sanat gibi dergilerin yayınlanmasına vesile olan Hakyol Vakfı'nın kuruluşunu örnek vererek şöyle anlatıyor: “1980 yılının yaz aylarında bir Cuma namazı sonrasında evinde bir toplantı düzenledi. Bu toplantıda genel bir durum değerlendirmesi yaptı. Gençlerin sokakta boş yere vakit kaybettiklerini söyledi. 'Bir vakıf kurup, yayın ve kültür faaliyetlerini desteklemeli, kendi kaynaklarımızı biraraya getirip en uygun şekilde kullanmasını öğrenmeliyiz. Hemen şimdi bir vakıf kuruyoruz' dedi. Bunun üzerine Es'ad Coşan Hoca, başta Hocaefendi olmak üzere toplantıya gelenlerin, katılabilecekleri para miktarlarını yazdı. Böylece, kültür hayatımızda önemli yeri olan bir kurumun temelleri atılmış oldu.”
Hocaefendi'nin Müslümanları her alanda çağı yakalamaya davet etmesi, güncel meselelere yaklaşımı, ülke için hizmeti, kişisel çıkarların üstünde gören anlayışı, özellikle İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri ile birçok bürokrat ve siyasetçi ve akademisyenin etrafında toplanmasını sağladı. Gönül eğitimi verdiği üniversite öğrencilerini kendi alanlarında uzmanlaşmaya, bir yanda da Türkiye'nin yönetimine talip olmaya yönlendiriyordu. Bu düşüncesi, yıllar sonra Türkiye siyasetinde yeni bir 'damar' oluşturacaktı.
Bütün siyasi partiler ve kişilere eşit mesafede duran, günlük siyasi konulara girmeyen Hocaefendi'nin etkilediği ya da sohbetine katılan üniversite öğrencileri, siyasetçiler ve bürokratlar arasından ileride cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve milletvekili olacak birçok isim çıkacaktı. Merhum 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, eski Başbakanlardan Necmettin Erbakan bunlardan birkaçıydı. Eski bakanlar Korkut Özal, Hüsnü Doğan, Hasan Aksay gibi isimler ise ondan etkilenen siyasetçilerdendi. Bir meclis toplantısında Turgut Özal'ın da aralarında bulunduğu, ileride MSP, RP, ANAP ve AK Parti'yle Türkiye siyasetine damga vuracak bu isimler için Hocaefendi bir yakınlarına bir toplantıda şöyle sesleniyordu: “Bu mühendislere yardımcı olun. Bunlar ileride Türkiye'yi değiştirecek, dönüştürecekler.” Yıllar sonra bu sözlerin haklılığını, devrim gibi reformlara imza atan Turgut Özal ortaya koyacaktı.
Korkut Özal, ağabeyi Turgut Özal'ın Nakşilik'le bağını şöyle anlatıyor:
“Turgut Bey, Zahid Kotku Efendi'nin sağlığında onun talebesi oldu. Onun Zahid Efendi'yle hoca-talebe münasebeti 60'lara gider. Zahid Bey 80'de vefat etti. Dolayısıyla Turgut Bey'in Zahid Efendi'yle münasebeti çok uzundur. Turgut Bey'in, Mehmed Zahid Efendi'den önce irşat makamında olan Abdülaziz Bekkine ile de tanışıklığı vardı öğrenciliği döneminde. Ama bir hoca-talebe münasebetinden öte bir tanıma olmuş. Fakat Mehmed Zahid Efendi'yle hoca-talebe münasebeti vardı. Bunlar gönül bağlarıdır. Bu gönül bağı Esad Coşan döneminde de devam etti.”
Merhum Turgut Özal'ın, vefatından kısa bir süre önce çıktığı Orta Asya gezisinin manevi açıdan da ayrı bir önemi vardı. Özal, Özbekistan'da gönülden bağlandığı Nakşibendiliğin kurucusu Muhammed Bahaüddin Hazretleri'nin kabrini ziyaret ederken Servet Kabaklı'nın bir avuç toprak aldığını görünce, “Servet, benim için de toprak al, yakında lazım olacak” demişti. Orada gazetecilere “Ben de Nakşiyim” diyen Özal, Şahı Nakşibendi'nin kabrinden aldığı toprakla döndükten kısa bir süre sonra Hakk'ın rahmetine kavuşacaktı. Cenazesinde de hocasının halefi Mahmut Es'ad Coşan Hocaefendi en önde saf tutacaktı.
Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, 'Görünmeyen Üniversite' kitabında anlattığı Zahid Kotku Hocaefendi'nin, Türkiye'de toplu iğne bile üretilmeyen 1950'li yıllarda, motor fabrikası kurduğunu hatırlatarak şöyle diyor: Osmanlı'dan Türkiye'ye geçişe tanıklık etmiş. Türkiye'nin üretimde geri görmüş. Türk toplumunun üreten el olması için gayret göstermiş. O yüzden çevresinde teknik üniversite mezunları hocaları toplanmıştır. Anadolu insanına büyük düşünmeyi öğretmiştir. Kendi kültüründen emin olmayı öğretmiştir.”
Hocafendi'den birçok insanın faydalandığını, feyz aldığını söyleyen Prof. Dr. Osman Türer ise, “Entelektüel düzeyi yüksek insanlara, mühendislere, edebiyatçıları etkilemiş bir alimdi. Ülke insanının maneviyatının gelişmesine katkıda bulunan önemli bir şahsiyetti. Sohbetleri ve eserleriyle, ahlaklı insanlar yetiştirilmesine ve toplumsal dayanışmaya hizmet etti. Bunu da sivil bir kişi olarak, tamamen hasbi bir yaklaşımla yaptı” diyor.
Merhum Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hocaefendi, aynı zamanda kayınpederi olan Mehmed Zâhid Hocaefendi'yi şöyle anlatıyor:
“Hocamız cennetmekân öyle mütevâzî bir kimse idi ki öyle de hoş giyinirdi ki… An'anevî kıyafetle, mesela evde entari giyerdi. Kuşaklı, entarili, mesli, sakallı bir insan. Son derece tatlı. Halktan bir kimse gibi halk telaffuzu kullanır Anadolu şivesiyle konuşurdu. Başkalarıyla mukayese edilemeyecek çok müstesnâ bir hali vardı. Çok yüce, çok yüksek makamı olan bir kimse idi. Tevazuyu böyle lafla değil, ömründeki jestleriyle de bize öğretmiş bir kimsedir. Örnek alınacak halleri vardır. Hem Hasib Efendi'yi, hem Aziz Efendi'yi tekkeye getiren kendisi olmasına rağmen onları öne sürmüş, onlara vazife yaptırmış, onlar gittikten sonra vazife yapmıştır. Aslında onlardan kıdemlidir…. Evliyanın güzeli, hûbu, hoşu idi. Tatlı ve latif huylu idi. Tasavvufun ummanı, gönüllerin sultanı idi. Marifetullah ve hakikat hazinesi idi. Kerâmât-ı zâhiresi ve kemâlât-ı bâhiresi binleri geçmişti. Makbûl-i ins ü cân, matlûb-ı cihân idi.”
“Dâimâ düşünecek bir insan... Kudret-i ilâhiyeyi düşün, arzı düşün, gökleri düşün, yıldızları düşün!.. Ne nimettir onlar... Gece aydınlığı başka, gündüz aydınlığı başka... Sıcaklık başka, soğukluk başka... Her birisinde çeşit çeşit nimetler var... Bu nimetleri tefekkür vâcibdir, üzerimize borçtur. Onun için Cenâb-ı Resul “Allah-u Teâlâ'nın nimetlerini dâimâ düşünün!” diye bize tavsiye etmektedirler.”
“Sükût, her ne kadar mu'teber bir nesne ise de bunun tefekkürle birlikte olması matlubdur. Tefekkürsüz sükûtlar, mühim bir mânâ ifade edemezler. Sükûtu işleyenlerin azlığı da bunu müeyyeddir.”
“İnsan olünce sorguya cekileceği beş şeyden birisi de malını nereye harcadığıdir. Onların arasında sigara paralari da sorulacaktır.”
“Malesef dün de bu gün de tasavvuf kimsenin işine gelmememektedir. Tarikatlar her devirde mevcut, fakat bugünküler hep sun'i! Tasavvufun gayesine katiyyen uyulmadığı görülmektedir. Bugün tarikat sapilerinin tuttukları yola bakınız. Her yönden tam bir Avrupa mukallidi; hayhat. Bu değil bir takikata hiç bir Müslümana yakışmaz.”