Gelişmekte olan ekonomilerin yaşadığı dönüşüm son dönemde bu ülkeleri yatırımcıların gözdesi haline getirdi. Ancak küresel kriz sonrası sıcak para akışı sonucu oluşan varlık balonu riski bu ülkeler açısından her şeyi kaybetme tehlikesini de beraberinde getiriyor
Son finansal krizle birlikte gelişmiş ülkelerin cazibesini kaybetmesi, yatırımcıların bu dönemde yıldızı parlayan gelişmekte olan piyasalara saldırmasına yol açtı. Gelişmekte olan ekonomiler kalkınmaya başlamadan önce en azından bir kere büyük ve sarsıcı bir ekonomik kriz yaşıyor. ABD de bu örnekler arasında yer alıyor. ABD'de demiryolu sektörüne yaptıkları yatırımlarla 19'uncu yüzyılda ülkenin büyüme hızını artıran İngiliz yatırımcılar, daha sonra girişimlerinin sonucunda büyük zararlara uğradı.
Şimdi ise tam tersi bir durum yaşanıyor. Hemen hemen bütün büyük kurumlar ve finansal danışmanlık veren uzmanların büyük çoğunluğu, yatırımcıları gelişmekte olan ülkelere ait hisse ve tahvillere yöneltiyor. Şu ana kadar yatırımcılar da kendilerine sunulan tavsiyeleri harfi harfine yerine getirdi. Yılın ilk dokuz ayında, gelişmekte olan ülke varlıklarıyla oluşturulan fonlara akan para bundan önceki yıllık bazdaki rekorun dört katına ulaştı. Bu dönemde fonlar gelişmekte olan ülkelerdeki hisse senetlerine yatırım yaklaşık 50 milyar dolar aktarırken, ABD, Japonya ve Avrupa'dan toplam 80 milyar dolar çekti.
ABD merkezli aracı kurum CLSA, bu çeyrekte tek başına Çin'e sıcak para akışının 1 trilyon doları aşmasını bekliyor. Gelişmekte olan ülkelerdeki her türlü finans aracına ilgi o kadar büyük ki Meksika hükümeti geçtiğimiz günlerde yüzde 6 faizle 100 yıllık devlet tahvilini satışa çıkardı. Brezilya ve Hong Kong'daki gayrimenkul sektöründe, vade öngörülmeyen sürekli tahviller dahi çıkarıldı. Bu şekilde paranızı sonsuza dek kullanmalarına izin verme şansınız oluyor.
Varlık balonlarına izin verilmesi de sonunda büyük zararlara yol açabiliyor. Örneğin Hollanda 17. yüzyıldaki fiyatların çok hızlı arttığı Lale Krizi'ne kadar süper bir güçtü ancak bu kriz nedeniyle gücünü kaybetti. Japonya da 1980'lerde yaşadıklarının etkilerini hâlâ üzerinde atmaya çalışırken, ABD'nin 1930'lu yıllarda yaşadığı çöküşten çıkması da bir dünya savaşına mal oldu.
Gelişmekte olan ülkelere ilginin bir anda bu kadar büyük çapta artmasına, ABD Merkez Bankası'nın (FED) doların değer kaybetmesine neden olan bir hamleyle, ikinci bir parasal gevşeme programı hazırlayacağına yönelik haberler ve sonunda FED'in bu adımı atması da önemli etki yaptı. FED'i eleştirenler parasal gevşemenin hiçbir işe yaramayacağını söylerken, bunun ülkede yüksek enflasyon yaratabileceğine dikkat çekiyor. Bu eleştirilerin büyük bir kısmında haklılık payı yüksek olsa da parasal gevşeme, aslında bazı sorunlara çözüm getirebilir. FED'in yeni teşvik paketi, Çin ve diğer yükselen güçlerin ekonomik sistemlerini gözden geçirip, karşılaşacakları risklere odaklanmalarını sağlayarak, para politikalarını değiştirmeyi düşünmeye sevk edebilir. Ancak son paket, borsaları kriz öncesi seviyelere çekti ve gelişmekte olan ülkelere sıcak para akışını oldukça tehlikeli bir seviyeye çıkardı. Bu da gelişmekte olan piyasalar açısından en büyük risklerden biri olarak gösteriliyor
Arjantin'de yaşanan ekonomik krizin de en büyük nedeni olarak da sıcak para girişi olarak gösteriliyor. Ülkede yeniden yapılanma sürecinde yabancı sermayeden daha çok pay kapabilmek için, IMF ve Dünya Bankası'nın tavsiyeleri doğrultusunda, 'rekor düzeyde' bir özelleştirme sürecine başladı. Bu dönemde yabancı sermaye, özellikle de 'sıcak para' olarak isimlendirilen kısa vadeli sermaye girişi rekor düzeylere ulaştı. Türkiye'ye, 1990-2000 yılları arasında yaklaşık olarak toplam 10 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girerken, Arjantin'e 80 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye, yaklaşık 150 milyar dolar da sıcak para girişi oldu. Doğrudan yabancı sermayenin girişi de ağırlıklı olarak mali sektörle sınırlı kaldı. Sıcak paranın tabiatı gereği, Meksika'da, Asya'da ve Rusya'da meydana gelen krizler, Arjantin ekonomisindeki dengeleri temelinden bozdu.
Sıcak para akışı sonucunda, gelişmekte olan ülkelerde daha fazla varlık balonunun oluşması ya da yüksek enflasyon gibi sıkıntılar baş gösterebilir. Doğal olarak, gelişmekte olan ülkeler bu tip durumlarda tehlikeden kaçmak için para faiz artırma gibi politikalarını sıkılaştırma seçeneğine başvuruyor. Ancak bu tercih ülkelerin para birimlerinin değerlendireceği için mevcut şartlarda yeni sorunları da beraberinde getirebilir. Ekonomi yetkilileri, para birimlerini yükselterek ihracatta rekabet avantajlarını ortadan kaldıracağı, gayrimenkul piyasasında fiyatları aşağı çekeceği ve ülkeleri büyüme için yeni kaynak arayışına iteceği için sıkı para politikasından kaçıyor.