Yazar üç boyutlu görür, gerektiği kadarını gösterir

Hatice Saka
00:0019/01/2009, Pazartesi
G: 19/01/2009, Pazartesi
Yeni Şafak
Yazar üç boyutlu görür, gerektiği kadarını gösteri
Yazar üç boyutlu görür, gerektiği kadarını gösteri

İkinci kitabı Hacıyatmaz, hikâye dalında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirilen Mihriban İnan Karatepe “Öykü yazmak bana göre önce kendine sonra etrafına ayna tutmaktır” diyor.

Genç öykü yazarı Mihriban İnan Karatepe, Hacıyatmaz kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2008 yılı Hikâye ödülünü aldı. Öyküleri Dergâh, Yedi İklim, Kafdağı, Hece ve Hece Öykü dergilerinde yayımlanan Karatepe ile öykü yazma macerasını ve Hacıyatmaz kitabını konuştuk. “Öykü yazmak önce kendine sonra etrafına ayna tutmaktır” diyen Karatepe, öykü kitaplarını üçlemeyi düşünüyor.

İÇ SES İŞÇİLİK İSTER
Kitaba adını veren öykünüz Hacıyatmaz'da yaşlı bir kadının ölüme uzanan yolculuğunu anlatıyorsunuz. Yaşlı kadın namaz kılarken 'Bir sözcük hem gizli hem de açık olabilir mi? Bir varlık hem apaçık hem gözlerden ırak olabilir mi?' aklından bu soruları geçiriyor. Beyaz başörtülü, huzur içinde görünen yaşlı anneannelerin, babaannelerin ölüme dair aklından geçenleri öyküye taşımak zor oldu mu?

Bu büyükannenin aklından geçen bir cümle değil, sadece anlatıcının kendi kendine konuşmaları bağlamında yer alıyor...Öykü yazmak bana göre önce kendine sonra etrafına ayna tutmaktır. Aynada gördüğünü göstermeye çalışmak da bir kurgu dahilinde dili düzgün kullanmakla olur. Bir karakter oluşturan yazar karakterini üç boyutlu görür ve gerektiği miktarda gösterir. Buna ister empati yapma becerisi diyelim ister gözlem ve hayal gücü, hamama giren terler hesabı uğraşmak boynumuzun borcudur.

Öykülerinizde çocuk, genç, yaşlı, kadın, anne, öğrenci ve daha birçok farklı karakterler, farklı mekânlar ve yaşamlar anlatılıyor. Birbirleriyle bağlantısı olmayan öykülerde aynı iç sesi, masalsı anlatımı yakalıyorsunuz. Bu ortak dili nasıl yakalıyorsunuz?

Aynı tür söz konusu olduğunda farklı kurgu ve biçimler denese de bir yazarın kendi dilinin olması ve okurunun ismini görmeden onun iklimini tanıyabilmesi en azından tanır gibi olması gerekir diye düşünüyorum. Büyük yazarlar için bu böyle... Biz henüz o kadar büyümedik. Bunun için uğraşırım hem de nasıl...

Öykülerdeki iç sesi, dilsel bir özne olarak tanımlayacak olursak, bu sesin kimliğini çoğu zaman yazmadan önce belirliyorum. Yani kurmaca yapıyı okura aktaracak kimdir, ben mi, o mu bir grup mu, gören mi, gösteren mi, içerden biri mi yoksa dışardan seyreden mi yukardan gören mi v.s. Bu ses bazen masal anlatır gibi yumuşak bazen hezeyanlarla dolu pişman, bazen de öfkelidir. Taraf da tuttuğu olur bi-taraf da kalır. Kendiliğinden gelişmez yani... İşçilik ister.

Kitabınıza, Türkiye Yazarlar Birliği ödül verdi, bundan sonraki hedefiniz ne, üzerinde çalıştığınız projeler var mı?

Öykü kitaplarını üçlemek lazım... Ayakkabı boyacılığı yapan bir çocuk boya sandığının üzerine "Savaşa hayır boyaya devam" yazmıştı. Amerika'nın Irak'ı işgal ettiği günlerdeydi... İsrail'in tek taraflı ateşkes ilan ettiği şu günlerde, bu ateşkesi soykırımcı askerlerin dinlenmesi olarak algıladığımı belirterek "direnişe destek, yazıya devam" diyorum.


Dışarıyı görmek ve risk
Su Bidonları öyküsünde, bir vaizeyi, cemaatten bir kadının gözünden anlatıyorsunuz. Cemaat dünyasını, içerden bakışla yorumlarken yanlış anlaşılmaktan korktunuz mu?

Cahil cüreti (!) diyelim... Yoksa birbirimizi ne kolay harcadığımız malum. Kaplumbağa başını kabuğundan çıkarmadan yol alamaz. Bu dışarıyı görmek ve risk almak demektir. Tabii ben de bir şeyler kaleme alıp sonra bunlar kurgudur gerçek değil, ciddiye almayın, demiyorum elbette... Unutmamak lazım ki büyük hesaptan önce her nefis kendini hesaba çekmeli. Buna özeleştiri diyorlar biraz da... Eğer öykü yoluyla toplumsal eleştiri yapıyorsam benim dilimde ve üslubumda bu zaten yumuşak ve dolaylıdır, yapıcıdır.