74. ölüm yılında Mehmet Akif

İsmail Özcan
00:0028/12/2010, Salı
G: 28/12/2010, Salı
Yeni Şafak
74. ölüm yılında Mehmet Akif
74. ölüm yılında Mehmet Akif

İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif her gerçek Müslüman gibi tantanadan, gösterişten hiç hoşlanmamış; her iyiliğinin mükâfatını sadece Allah'tan beklemiştir.

İstiklal Marşımız'ın şairi, Kurtuluş Savaşı'nın Akif Hocası, İslamcı şair, mütefekkir, mücahit Mehmet Akif Ersoy, 74 yıl önce bugün sessiz sedasız aramızdan ayrıldı. Mehmet Akif, 63 yıllık hayata birçok hizmeti, birçok başarıyı sığdırmasına; gerçek bir vatansever, benzeri az bulunur bir dürüstlük, samimiyet ve fedakârlık timsali olmasına rağmen hiçbir zaman tevazudan ayrılmamış; büyük adam havalarına kapılmamış; hiçbir kimseden ve makamdan beklenti içine girmemiştir. Her gerçek Müslüman gibi tantanadan, gösterişten hiç hoşlanmamış; her iyiliğinin, her hizmetinin mükâfatını sadece Allah'tan beklemiştir. Ona göre pozitif anlamda çok tanınmanın, çok bilinmenin bir tek artısı rahmetle anılmaya vesile olmasıdır. Az bilinmeye, az tanınmaya hayıflanması sadece bu yüzdendir. Bunu da çok güzel ifade etmiştir:

Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma

Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecek!

1925 yılında, yakın dostu Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine gittiği ve on yıldan fazla kaldığı Mısır'da hem ilmî çalışmalar yaptı hem de ünlü el-Ezher Üniversitesinde Türk edebiyatı dersleri verdi. Akif'in başta kılık kıyafet devrimi olmak üzere bazı devrimleri içine sindiremediği için Mısır'a gittiği iddia edilmiştir. Bazı yeniliklere karşı tavır aldı diye kimi çevrelerce “gericilikle” de suçlanmıştır. Mısır'da da entari giymeyip Batılı tarzda ceket pantolon ve gömlek giydiği için “Gâvur Akif” diye suçlandığını çoğu kimse bilmez.

VATAN HASRETİNE DAYANAMADI

1936 yılında ağır bir hastalığa yakalanınca Türkiye'ye, sevgili vatanına dönmek istedi. Hastalığının ciddiyetini, dönüşü olmayan bir yolcuğun başladığını hissetmişti. Şimdi tek arzusu, uğruna istiklal marşını yazdığı topraklara gömülmekti. Bunun için Yüce Rabbine,

Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını,

Bana çok görme ilahi bir avuç toprağını!

diye yalvarmıştı.

Her insan gibi Mehmet Akif'in de eksikleri, kusurları, eleştirilecek yönleri olabilir. Fakat onun dürüstlüğü, tokgözlülüğü, vatanı ve milleti uğruna canını vermek de dâhil her türlü fedakârlığı göze alabileceği gerçeği tartışılamaz. Bir palto alacak parası olmadığı için emanet paltoyla gezdiği 1921 yılı kışında İstiklal Marşı'nın güftesi için verilen ve o gün için büyük bir meblağ olan 500 lirayı kabul etmeyip bir hayır kurumuna bağışlaması, pek az insanın yapabileceği bir tokgözlülük ve fedakârlık örneğidir. Akif, halkın dertleriyle yakından ilgilenen, onlara deva bulmaya çalışan gerçek bir münevverdir. Akif, millet sorunlarla boğuşurken buna aldırmayıp keyfine bakan tuzu kuru, bencil insanları nitelemek için “Köy yanar, kahpe taranır.” deyimini kullanır, hislerini iyi ifade ettiği için de bu deyimi çok severmiş.

NÜKTE VE FIKRALARLA AKİF

Bizim bu yazıda esas konumuz olan Akif'in nükte ve fıkraları da onu daha yakından tanımamıza ve anlamamıza hizmet edecek gerçekler ve mesajlar içermektedir.

Yağla, balla beslemek

Mehmet Akif, İlk Mecliste milletvekili iken bir oturum sırasında bir konuşmacı, memur ve öğretmenlerin özlük haklarına ilişkin görüşlerini açıklarken o günün dil anlayışı gereği memurlar ve öğretmenler karşılığı olarak “memurîn-i muallimîn” (memurlar ve öğretmenler) diyeceğine ya aradaki farkı bilmediği ya da iki ifadenin de aynı kapıya çıkacağını sandığı için hep memureyn-i muallimeyn (iki memur ve iki öğretmen) diyormuş. Konuşmacının bu dikkatsizliği dinleyiciler arasında gülüşmelere sebep olmuş. Akif de böyle konuşan vekile şöyle seslenmiş:

“Aah, senin ifade ettiğin gibi memureyn-i mallimeyn (iki memur ve iki öğretmen) olsa da onları yağla balla beslesek!”

ANCAK ÖLÜM ENGEL OLUR

Mehmet Akif'in Beylerbeyi'nde, dostu Mithat Cemal Kuntay'ın da Çapa'da oturduğu yıllarda, bir kış mevsiminde, bir gün Akif, M. Cemal'i evinde ziyaret etmek üzere söz vermiş. Fakat tam belirlenen ziyaret gününün gecesinde yoğun bir kar yağmış ve bütün İstanbul beyaz örtüyle kaplanmış. Karla birlikte ortaya çıkan fırtına, şehir içindeki deniz ve kara trafiğini adeta felç etmiş. Bırakın Beylerbeyi'nden Çapa'ya gitmeyi, aynı mahallede evden eve gitmeyi bile zorlaştırmış. M. Cemal, böyle bir havada Akif'in gelmesinin imkânsız olduğunu düşünerek şahsi işlerine dalmış. Öğle ile ikindi arası bir saatte ve gün içinde ilk defa olarak kapı çalınmış. M. Cemal kapıyı açtığında soğuktan bıyıkları donmuş, üstünde biriken karlarla canlı bir kardan adama dönmüş vaziyette Akif'i karşısında görünce tam bir şaşkınlığa uğramış. Hemen Akif'i içeri alıp biraz rahatlattıktan sonra sormuş:

- Üstadım, ulaşımın felce uğradığı, insanın evinden dışarı çıkmaya korktuğu böyle bir havada niçin geldin? Gelmemen için geçerli mazeretin vardı.

Verdiği cevap Akif'in ne kadar prensip sahibi olduğunun, iyi yetişmiş bir Avrupalıyı bile hayran bırakabilecek bir dürüstlüğün belgesidir:

- Gelmemem için tek bir şey meşru mazeret olurdu: Vefat etmem!

* Eğitimci