2003 yılında Irak Savaşı'na tepki olarak tası tarağı toplayıp Amerika'dan Türkiye'ye dönen yönetmen Atıl İnaç, ikinci filmi Büyük Oyun'da Ortadoğu'yu bir kadın hikayesiyle anlatıyor. Terör ve terörist kavramlarını yeniden sorgulayacağımız bu filmde İnaç, “Ailesini savaşta kaybeden kadınların intikam almak için intihar bombacısı olmaları... Bu kadar sert bir gerçek hiç bir zaman tek bir kelimeye indirgenemeyecek kadar karmaşık. Büyük Oyun biraz bu karmaşanın hikayesi” diyor. İşte Atıl İnaç ile yönetmenlik ve ikinci filmi Büyük Oyun üzerine konuştuklarımız...
Anne baba sinemacı olunca, sinema aslında içine doğduğumuz bir serüven oldu. Ben felsefe eğitimi aldım. Boğaziçi Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Amerika'da felsefe doktorasına devam ederken, bir taraftan çeşitli senaryolar yazmaya, diğer taraftan da Pittard Sullivan Reklam Şirketi'nde çalışmaya başladım. Akabinde yazdığımız projeleri hayata geçirmek için ağabeyim Ulaş ile birlikte batıdaki kurulu düzenlerimizi bırakıp, 2003 yılında Türkiye'ye döndük. İlk önce çeşitli tv dramaları yazdım ve yönettim. Daha sonra 2005 yılında Zincirbozan filmi ile sinema süreci başladı.
2003 yılında uzun yıllar yaşadığım Amerika'dan Türkiye'ye dönme kararımda dünyanın gözünün içine baka baka büyük bir pişkinlikle başlatılan 2. Irak savası önemli bir rol oynadı. Vicdanen böyle bir aymazlığa sessizce taraf olmaktansa, Türkiye'ye dönüp üzerinde çalıştığımız projeleri hayata geçirmek daha doğru göründü. Büyük Oyun benim ikinci sinema filmim ve yine oldukça sert bir politik konuyu işleyen bir film.
Genel hatları ile Irak Savaşı üzerine haber başlıklarından ve kemikleşmiş klişelerden uzaklaşabilen, derinleşebilen bir hikaye oluşturmak oldukça güç oldu. Her şeyden önce, coğrafi olarak bize yakın olsa bile, şartları ve kendine has gerçekleri anlamında ışık yıllarıyla ölçülebilecek kadar uzak bir hayatın içine, tam anlamıyla girmek ve tanımak gerekiyordu. Senaryonun yazım aşamasında bölgeye gittim, dolaştım, birinci elden görme şansı buldum. O bölgenin reel olarak içine girdiğiniz zaman, hikayeler haber bülteni şablonlarından sıyrılıp ete kemiğe bürünmeye başlıyor. Ne kadar şaşırtıcı da olsa, çok sert şiddetle, normal günlük yasam, çok büyük zenginlikle yokluk, ölümle yaşam dünyanın en doğal olgularıymış gibi yan yana duruyor orada. En sert travmalarla iç içe hayatlar hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyor. Büyük oyun bu ziyaret sırasında şekillendi, yazıldı.
Her ne kadar Irak Savaşı resmi olarak bitmiş gözükse bile, savaşın yarattığı travma, o bölgede uzun yıllar sürecek derin toplumsal hasarlar yarattı. Bir de tabi bu şiddet ortamının mirası olan, 'Kara Dul' diye nitelendirilen bir kadın saldırganlar paterni var Ortadoğu'da. Aynı paterni Filistin'de, Irak'da, Afganistan'da ve hatta Rusya Çeçenistan çatışmasında bile görüyoruz. Ailesini savaşta kaybeden kadınların intikam almak için intihar bombacısı olmaları. Bu olgu Batılılar tarafından en kaba biçimiyle bir etikete indirgenip üzeri örtüldü. Kaybedecek bir şeyi kalmayan, ölümü ve intikamı tek çıkış yolu olarak gören insanı, her anlamda tüm insanlığın gözünde lanetlenmiş bir etikete indirgediler: Terörist. Bu kadar sert bir gerçek hiç bir zaman tek bir kelimeye indirgenemeyecek kadar karmaşıktır. Büyük oyun biraz bu karmaşanın hikayesi.
Ortadoğu resmi ekseriyetle şiddet, savaş, yokluk, acı, gibi kavramlarla boyanmış bir imgeydi benim kafamda. Doğrudan tecrübe edince içerdiği bütün sert zıtlıklarla, düşündüğümden çok daha fazlası olduğunu gördüm. İnanılmaz bir zenginlikle, yokluk bir arada. Belki de sıyrılamadığı şiddet sarmalının temelinde yatan bu zenginlik. Bu çalışma sürecinde şunu daha iyi anladım ki insan, durum ve şartlar ne olursa olsun aynı insan. Tutkuları, özlemleri, merakları, korkuları ve acıları şartlara göre değişiklik göstermiyor.
Kitle manipülasyonları konusunda çok etkili araçlar geliştirdi modern dünya düzeni. Kitle devasa boyutlarda büyüdü ama organik özelliğinden arındırıldı. Her koyun kendi bacağından sözü gerçek kılındı büyük oranda. Maalesef küçük insan denilen şey toplamada etkisiz bir hale getirildi. Çok kötümser bir söylem dillendirmek istemiyorum ama benim gördüğüm resim biraz bu. İnsanlık tarihinin yaşadığı en sert kölelik düzenini yaşıyoruz bence. Ne var ki tek farkla, bizim sistemde azad mekanizması yok. Bu sisteme göre olabilecek yegane ve en iyi mertebe köle kalmaya devam etmek.
Ezber bozma tabirini çok sevmiyorum. Adı üzerinde ezber. Ortada bir ezber varsa, yapılabilecek fazla bir şey yok. Ezberi olmayanlara hikaye anlatmayı amaçlıyorum.
Sinema çok pahalı bir sanat. Doğru yönetildiğinde çok büyük paralar da kazandırabiliyor. Özellikle dağıtım ağları ciddi bir kontrol altında. Bu kontrol mekanizması politik sinemaya ya da politik içerikli filmlere karşı ciddi bir mukavemet gösteriyor. Durum böyle olunca Büyük Oyun gibi filmlerin festival yolculukları filmin mesajını seyirciye ulaştırmak için çok önemli hale geliyor. Festival davetleri almak, gösterimlerde salonların dolu olması gibi ödül almak da bu oldukça meşakkatli yolda cesaretlendirici oluyor. Umuyorum vizyonda da Türk seyircisi filmi yalnız bırakmayacak.