Star Gazetesi Başyazarı, tartışma programlarının gediklisi Mehmet Altan, yazılarında Ankara'ya değil halka hitap ettiğini söylüyor. 'Türkiye'deki genel amaç saraya girebilmek' diyen Altan:
Olağanüstü tepkiler alıyoruz… Yıllardır televizyonla içiçeyim. Mehtap TV pek göz önünde olmamasına rağmen çok ilgi gördüğünü düşünüyorum. Hangi topluluğun önüne çıksam kanaldan bahsediliyor.
Açıkçası ortada bir konsept yok. Ama sanırım samimiyetle ilgili. Eser'(Karakaş)in çocukluk arkadaşım olmasından kaynaklanan bir uslup benzerliği var. Şahin'i de çok eski tanırım. Oradaki rahat konuşmanın, hicivli yaklaşımın etkisidir diye düşünüyorum.
Nitelikli bir izleyici kitlesi var. Eser'in de deyimiyle 'Derin Türkiye'ye giden' kitle... Anadolu'da yollarda yürüyemiyoruz. Her zaman ilgi ve sıcaklık vardı ama şimdi bu muhabbete dönüştü.
Yazdığım konu bir defada özümsenmiş olsa dünyanın en mutlu adamı olurdum. Tabi değişen şeyleri de gözardı etmemek lazım. 1991 yılında 'İkinci Cumhuriyet' derken tek başıma bir adamdım. Şimdi sosyolojik bir çoğunluğa erişildiğini düşünüyorum.
Tabi ki Türkiye çok değişti.
Hayır. Buradaki asıl mesele benim 'toplumun aslında özleyip, beklediği ve ihtiyacı olan sistem analizini yapmam. Yıllardır 'Ülkenin bir iç sömürge gibi yönetildiğini ve halkını dışladığını' ve 'Kemalizm'den Demokrasiye geçilmesi gerektiğini' çok eskiden beri söylüyorum. Artık halk egemen olmaya başladı.
Yazar- çizer takımının büyük bir çoğunluğu Ankara'ya yazardı ben her zaman halka yazdım. Okuma yaygınlığı yok tabiki. Bu yüzden yazdıklarımı hep televizyonda da söyledim.
Tabi… Yazdıklarımın özünü, ruhunu, ve duyarlılığını koruyarak her çıktığım televizyon programına taşıdım.
Yazı kalıcıdır. Baktığınızda sabah- akşam televizyona bir sürü insan çıkıyor. Ama hafızada iz bırakanlar çok azdır. Bu çok görünmekle ilgili birşey değil. Etki alanı televizyona oranla çok sınırlı da olsa, yazı olmadan televizyonda anlattıklarınız uçup gider.
Ahmet (Altan), televizyona çıkmayı sevmiyor. Babam da genelde kendi donanımıyla ilgili programlara katılıyor. Ama benim gibi sürekli değil…
İsteğim Türkiye'yi iyiye doğru dönüştürmek. Türk halkının da bizim arzuladığımız anlamda prangalarından kurtulması lazım. Halkı inkar eden bir zihniyete son verme mücadelesi bu.
Güncel her sorun için çağrılıyorum. Günlük hayatın gündeminde ne varsa onunla ilgili teklif gelir.
Koşuşturmasında. Mesela bugün iki saat lisans dersine girdim. Öğleden sonra tekrar yüksek lisans dersim vardı. Sonra buraya gelip yazımı yazdım. Başka Yerde Yok programı dışında da haberlerden sonra yorum programına katılıyorum.
Daha önce bu programı Mehmet Barlas sunuyordu. Başka Yerde Yok hayata iki farklı bakışın konuklar üzerinden ifade edildiği bir program. Bana da teklif ettiler, Fransa'daki formatına aykırı birşey görmediğim için kabul ettim.
O zemin beni aşağıya çekmiyor aksine ben onu yukarı taşıyorum. Eğilip bükülen biri değilim. Neysem her yerde oyum.
Tabiki. Mesela geçenlerde programda dizi oyuncusuyla ilgili bir cümle geçti. Ben hiç birşey anlamadım.
Sadece peşinde koşmuyorum, bizzat içindeyim. Dizikolik değilim. Canım Ailem dizisini izlerken keyif alıyorum.
Yoo…
Hayır bu programda tanıdım.
Bir atanma durumu yok. Tercihim dahilindeydi.
Böyle bir düşüncem olsa program yapmam zaten. Türkiye'de bir program seyrediliyor ve ötekisine bakılmıyor.
Benim imajım yok 'aslım' var. Dolayısıyla imaj olarak bakan yanılır. Benim aslım her yerde aynıdır. Onun için böyle bir endişeye gerek yok. Konuklarımız da sadece magazin dünyasından değil. Öyle başladık ama içinde gündem siyaseti olacak. Bir de yirmibeş yıllık hocayım, yazıyorum, o camianın rötgenini çekip derinlikleriyle ilgileniyorum.
İnsanların ben de ne aradığına bağlı. Duyarılılık mı, derinlik mi arıyorsun? 'Mehmet Altan Türkiye'deki bu dönüşüm kavgalarının dışında nasıl bir adamdır?' diye kitaplarıma baktığında Kanatlı Karıncayı, Bir Gecelik Aşklar Nereye Gider'i de okuyabilir. Aynı zamanda günlük yazılarımda beni takip ettiğinde nasıl biri olduğum çok net görebilir. İnsanlar arasında salt ilişkilerde en fazla çaba sarf edilen yerlerde bir format belirleniyor ve o format diğer taraflara görmeyi önlüyor.
Evet. Paris'te öğrencilik yıllarımda yazdığım o denemelerde kelimelerle sevişerek kendi duygularımı ifade eden biriydim. Ortam da çok müsaitti. Bu steril durum Türkiye'ye gelince değişti. Çünkü bir baktım ki top oynamak için sahayı taş, topraktan temizlemek gerekiyor.
Başka bir ülkede olmaktansa Türkiye'nin dünyalı olmasını istiyorum. Kendi lezzetleriyle çağdaş olmasını istiyorum. Bu ülkenin hiç birşeyinden şikayetçi değilim ama dünyalı olmamasından muzdaribim.
Medyayı bir kenara bırakın AK Parti iktidarı insan odaklı bir sosyal bakışı da bir ölçüde gündemden kaldırdı. AK Parti çevrenin iktidarı olarak geldi ama bütün çevre iktidar olamadı. Çevrenin temsilcisi olarak geldikleri için sosyal resim ortadan kalktı. İnsan hikayeleri eskiden de azdı ama o döneme göre daha da kaybolmaya başladı.
Minare meselesinde Türkiye ayağa kalktı ama Adıyaman'da erkeklerle görüştü diye babası ve dedesi tarafından kümese gömülen 16 yaşındaki kız için kimse birşey yapmadı. Sabah kalktığımda içime işleyen haberler ve olaylar oluyor. Bunları Türkiye gündeminden bağımsız olarak yazıyorum.
Aslında yapmaya çalıştığım resimlerde yer almayan Türkiye'yi öne çıkarmak. Eğer fakir olarak doğup öyle ölüyorsan hayata nereden bakıyorsun? Türkiye'de bir sürü Türkiye olduğunu, binlerce farklı noktadan bakan insanlar olduğunun bilinciyle hayatı tanımaya çalışıyorum. Türkiye'de yaşam bir propaganda üstüne kurulu. Akademisyen olarak meselenin iç yüzünü ararken resmin dışında kalmış insanlara karşı da duyarlıyım. Çünkü bütün Türkiye'deki genel amaç 'saraya' girebilmek. Benim amacım sarayı yıkmak.
Siyasi bir toplumuz ve bu coğrafyada sadece siyaset var. Bu anlamda dezavantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Başbakan bir 'Sabahat Akkiraz' dedi her yerde o konuşulmaya başlandı. Mesela Tükan Saylan'ın bence en önemli vasfı cüzzama karşı verdiği savaştı. Sadece hastalığıyla uğraşsaydı ve elini eteğini çekseydi siyasi kimliğinin dışında özel ilgi bulabilirmiydi. Bu çok kötü birşey…
Bunun psikolojik olduğunu düşünüyorum. İnsanlar kendileriyle dolu… Var olma konusunda endişeleri var.
Ama tatmin olmamış bir egosantirizm. Onun için de sürekli bir rahatsızlık var. Bazı adamlar vardır ya sabah gördüğünüzde 'Allah kahretsin günüm ters gidecek' dersiniz. O, hayatla ilgili sorunlarını çözememiştir. Aslında kendi yetersizliklerini birşekilde kamufle ettiği için de huzursuzdur. İnsanların gerginliği, soğuk ve mesafeli oluşu psikolojik olarak halledilmemiş meselelerinden kaynaklanıyor.
Hiç aklıma bile gelmiyor. Doyumlu olmak veya olmamak… Başkasının protokolümden kendi varlığını testetmek yerine, kendi protokolümden hayata bakıyorum.
Tam tersi… İnsanlara hırçınlaşmadığınız zaman kendilerinin etkin olduklarını varsayıyorlar. 'Hırçınlık ve öfke hoşuma gitmiyor' dediğim her olayın negatif olarak kendime döndüğünü gördüm.
Çünkü size kazık atmaya çalışan birine tepki göstermediğinizde kazandığını düşünüyor.
Çok canımı sıkarlarsa bir tane çakıyorum.(gülüşmeler)
Gülmeden hayatın bir anlamı yok. Öyle bir adamdan korkmak lazım.
Annem Allah rahmet eylesin çok hoş bir kadındı. İnce bir mizah anlayışı vardı.
Doğru. Gülmeyi hoş karşılamayan bir toplumuz. Muhafazakar kanadın da gülmeye çok hoş bakmadığını görüyorum. Bazen dostlarla bir arada olduğumuzda beni uyarırlar. 'Dikkat ettin mi hiç kimse gülmüyor' derler. Gülmekten korkarak yaşamın keyfine varılamaz, hayatın gizli mizahi çekmeceleri açılmadığı için eksik kalır.
Aileye ve bana yapılan kötülükleri unutmama gibi kötü bir huyum var. Onlar benden daha hoşgörülü ve affedicidir.
Şarkı söylemeyi. (gülüyor) Babamın hayatı sıkıntı ve mücadelelerle geçti. O yüzden biz hayatın keyfini çıkarabileceğimiz meşgalelere uzak kaldık. Edebiyat bütün bunları kapsayan bir alandı. Yazı, yaşamın en ücra köşelerinde hareket edebilen, keşifler yapan imkanlara sahip ki ihtiyaç hissetmiyorum.
Tam tersi. Yazan, çizen bir adam demek, konuşmadan anlaşabileceğin senden haberdar olabilme duyarlılığı taze olan biri demektir. İnsanların ortak derdi kimsenin kimseyi dinlememesidir. O yüzden herkes birbirine birşey anlatma derdi içinde. Bunu düşünenin en büyük arzusu birini bulup kendini anlatmaktır.
Onsekiz yaşımdan itibaren zamanı ve mekanı benim olan bir hayat kurmak istiyordum. Zor bir hedeftir zamanı ve mekanı tayin etmek. O yüzden birşey kaçırdığımı düşünmüyorum. Aslında dava ve biz diye birşey yok. Bu hayatımızın bir parçası.
Tabiki Türkiye'deki mücadelenin çağa uygun şekilde sonuçlanmasını ve bu ülkenin AB üyesi olmasını istiyorum. Çünkü Türkiye'nin kazanımlarının daha kalıcı olabileceği bir güvenli liman. Buranın iç dinamikleri çok zayıf. Bu topraklar sorunlarını çözebilecek, dünyadaki değişimin her kademesine uyum sağlayabilecek bir dinamizmde değil. AB buranın yeryüzüyle ilişkilerinde bu sorunu giderecek bir reçetedir.
Türkiye'nin öngörüsü doğru çıkmayanların tasfiye edileceği bir duyarlılıkta yaşasın istiyorum. O zaman halk yanlışım olduğunda beni de tasfiye etsin. O kadar elekleri olmayan bir toplum ki burası… Yazı ve akademisyenliğin ortak noktası sezgidir. Bunlar yanlışsa zaten hayat seni eler.
Problem sistemin kendisinde. İnşallah onu da değiştireceğiz.
55
Çok önemli şeyler gördüm. Onun için çok mutluyum. Bu kadar geri bir ülkenin geldiğimiz noktaya ulaşacağını düşünmüyordum. 141. ile 142. maddenin hiç kalkmayacağını zannediyordum. AB ile müzakere sürecine gireceğimizi hayal bile edemiyordum. Fransa'da öğrenciyken en büyük hayalim dünya televizyonlarını seyredebileceğim bir Türkiye olmasıydı. Toplumsal, teknolojik ve dünyayla iletişimi açısından değişimler oldu. Yaşadığım bu serüvenden sonderece memnunum. kinci cumhuriyeti göreceğimize de inanıyorum.