Darbeciler tarafından yargılanan ve iki kez idama mahkum edilen isimlerden Suat Baysal, gördüğü işkenceleri anlattı. Baysal, mahkemeye bile çıkmadan o dönemde pek çok arkadaşının mahkum olduğunu söyledi.
12 Eylül askeri darbesi olduktan sonra bu darbeden kimse kurtulamadı. Darbe sağcı, solcu, ülkücü ve Kürtçü demeden herkesin üzerinden balyoz gibi geçti. Bu darbenin en büyük mağdurlarından biri de darbe öncesi sol görüşü savunanlardı. Darbeyi yapan generaller, solun ne kadar önde gelen ismi varsa hepsini derdest ederek günlerce işkenceler yaptılar. Darbenin hemen sonrasında gözaltına alınarak günlerce işkence gören ve 11 yıl sonra hapisten çıkan Dev-Yol'cu Suat Baysal o günleri anlattı: “Ben 12 Eylül darbesi olmadan önce devrimciydim. Samsunda yaşıyordum. Darbe olduğunda Samsun'da gözaltına alındım. 65 gün boyunca gözaltında tutularak işkenceye maruz kaldım. Bu gözaltı süresinin 1.5 ayını hücrede geçirdim. Burada önce Samsun Askeri Cezaevi, sonra Amasya Cezaevi ve Erzincan'da 3 ayrı cezaevinde kaldım. O tarihte ağır hakaretler, işkenceler ve saldırılara maruz kaldık. Askerlerin temel amacı bizi askerleştirmekti. Bizi kimliksizleştirerek, askerler gibi davranmamız için çalışıyorlardı. İnsanlık dışı bir yaşam tarzına maruz kaldık. Tek tip elbise giydiriliyor. Onlar gibi içtimaya çıkarılıyorduk. Amaç bizi askerleştirmek, onursuzlaştırmak, içi boşaltılmış, kimliğinden uzaklaşlaşmış kişiler olmamız için böyle yapılıyordu.”
“Gözaltından sonra yargılanmalarımız devam etti. Darbeden hemen sonra gözaltına alındım ancak Temmuz 1991 tarihinde cezaevinden çıktım. İdamla yargılandım. İki kez idam cezası aldım. Ancak idam kalktığı için müebbet cezası aldım. Temmuz 1991 yılında şartlı salıverme ile özgür hayata döndüm. Cezaevinden çıktıktan sonra hayatımın her bölümünde 12 Eylül faşist darbesine karşı demokrasi, özgürlük ve eşitlik için her yerde çalıştım.” Cezaevinde ağır işkencelere maruz kaldıklarını dile getiren Suat Baysal, “Toplu halde dövüyorlar, sürgün ediyorlardı. Hücrelere gönderiyorlardı. Burada zindanlar vardı. Prangalar vardı. Zindanlarda karanlık ve havasız bir şekilde orada tutuluyorduk. Haftalarca günlerce orada kalıyorduk. Cezaların bir mantığı da yoktu. Eğer istediğimiz gibi davranmazsak bu cezalar yeterliydi. Mesela komutanım demediğimiz zaman günlerce zindana gönderilirdik. Askeri kişiliği kabul etmediğimiz için günlerce bu işkencelere maruz kaldık" sözleriyle o günleri anlattı.
“Mahkeme süreçleri de çok zordu. Bir çoğumuz hakim karşısına çıkmadan yargılandık. Bizim bulunduğumuz cezaevi farklı yerdeydi yargılandığımız mahkemeler farklı yerdeydi. Hep talimatla ifade verirdik. Bazılarımız hiç mahkeme karşısına çıkmadan yargılanma süreleri bitti. Cezaevi ile yargılandığımız mahkemeler aynı olsa bile cezaevlerindeki olaylar bahane gösterilerek mahkemeye götürülmezdik. Sürekli savunma yapmamız bile engellendi.”
"Esas olarak hedeflenen şey 1982 Anayasa'sının kaldırılması olmalıdır" diyen Suat Baysal "Halkın temsilcisi olan milletvekillerinin sivil, özgürlükçü, ve adaletçi temsil eden bir anayasa oluşturmalıdır. Sağ ve soldaki kişilerin bu anayasayı kaldırması için çaba göstermesi gerekir. Mücadelenin bu anayasanın kaldırılması için yapılması gerekir" diye konuştu. Anayasa değişiklik paketinin referanduma sunulması çok önemli olduğunun altını çizen Baysal, değişiklik paketinin yeterli olmadığını ancak yine de reddetmenin doğru olmadığını belirterek, "Bu küçük değişiklik ile toplum bu anayasayı tartışır hale gelmiştir. Bu çok önemlidir. Daha önce anayasa değişikliğini küçük bir sol kesim tartışırken bugün bütün toplum bunu tartışır duruma gelmiştir. Bu çok önemlidir. Burada samimiyet tartışması yapmadan, bunun toplum tarafından gündeme gelmesi çok önemlidir. Daha doğru anayasaya elbette ihtiyaç vardır. Tüm yetersizliğine rağmen, 12 Eylülden bir çöp bile koparılsa önemlidir. Herkesin böyle düşünmesi gerekir. Bugüne kadar her şeye karşı çıkan Ergenekon sözcülüğünü yapan, Kürt sorununu PKK sorunu olarak anlayanların sorunları çözme ihtimali yoktur. Hepimiz vicdan ve tarih önünde veballerimiz var. Buna göre hareket etmemiz gerekir”dedi.
Suat Baysal “Cezaevinde dayaktan, açlıktan, sürgünden ve ölüm oruçlarından dolayı ölümler oldu. Yanımda ölenler oldu" dedi. En çok da Eskişehir Cezaevi'nden, Aydın Cezaevi'ne sürgünler sırasında ölümler yaşandığını anlatan Baysal, "Kanlı sürgün olarak da geçen bu sürgünde yanımda bulunan iki tane PKK'dan yargılanan kişi öldü. O sürgün çok kanlı oldu. Mahkumlar sürgün edilirken ringlerde dışarı bile çıkarılmıyordu. Bir çok mahkum o süreçte havasızlıktan öldü. Bu sürgünün mimarları Eskişehir Cezaevi Başsavcısı Uğur Hakkıibrahimoğlu ile Aydın Başsavcısı Nural Uçurum'du. Sürgünlere karşı direndik. Bu yüzden diğer cezaevlerindekiler de direnişe geçti. Direniş artınca 1 Ağustos genelgesi ile bu iptal edildi”diye konuştu.
Dönemin DİSK Genel Başkanı olan Abdullah Baştürk, darbeden hemen sonra gözaltına alındı ve 4 yıl boyunca cezaevinde kaldı. Baştürk, Anayasal düzeni yıkmaktan yargılandı. Ancak tüm iddialara rağmen beraat edildi. Baştürk, darbe sonrasında gördüğü işkenceleri savunmasında şöyle açıklamıştı:
“25-27 Ekim 1980 günü gözaltında tutulduğumuz Metris'teki 26. alaydan 66. tümene getirildik. Davutpaşa tutukevinde eşyalarımızı bıraktıktan sonra yanımda Rıza Güven, Kemal Nebioğlu, Mukbil Zırtıloğlu ve Burhan Şahin olmak üzere gözlerimiz bağlanarak bir araca bindirildik. Sonradan adının Otağ-ı Hümayun olduğunu öğrendiğim bir binaya götürüldük…
Burada saatler boyunca yine gözlerimiz bağlı olarak bir set üzerindeki demir sandalyelere oturulduk. Oturup kakmamız çok sert komutlar ve küfürlerle gerçekleştiriliyordu. Bulunduğumuz yerde devamlı canhıraş çığlıklar, inlemeler, dayak ve küfür sesleri duyuluyordu. Sonradan bu seslerin, o sırada aynı binada işkence gören sendikacı arkadaşlarıma ve işçilere ait olduğunu öğrendim…”
“Bu binada 6 gün 6 gece demir sandalye üzerinde oturtuldum. Aynı süre içinde görevliler akla hayale gelmeyen ve tekrarında hicap duyduğum hakaret ve küfürlerde bulundular. Birkaç kez, hem de çok şiddetli bir şekilde böğrüme ve mide boşluğuma yumrukla vurdular. Özellikle beyin nahiyeme, sistemli olarak yaklaşık 10 dakika fiske vurmaları, yaptıkları maddi işkencenin en çok tahrip yaratanı oldu. Bunu sistemli olarak gerçekleştirdiler… 18 kişilik hücrelerdeydik. Doktorların 'yaşam için tehlikelidir' dediği hücrelerde hava almak son derece zordur. Pencerelerin baktığı havalandırma avlusuna kurum ve gaz boşaltan üç bacanın dumanları nedeniyle yattığımız hücrede yavaş yavaş zehirlenerek ölme ile karşı karşıyayız. Bu koşullarda haftada 60 dakika olan havalandırmaya çıkmak mümkün değildir. Çünkü havalandırmaya çıkmak ciğerlere daha yoğun biçimde zehirli gaz çekmek anlamına gelmektedir. Tutukevinde arkadan zincire vurulma, hakaret çok sık karşılaştığımız olaylardandır."
12 Eylül dönemin mağduru ve o dönemde başta CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol olmak üzere çok sayıda kişinin avukatlığını yapan AK Parti İzmir Milletvekili Erdal Kalkan, Anadol'un anayasa değişikliğine 'hayır' demesini şaşkınlıkla karşıladığını söyledi. 12 Eylül'ü her yönüyle yaşayan Kalkan, o günleri şöyle anlattı: “12 Eylül'de soğuk savaş dönemi yaşanıyordu. Çok uluslu sermaye Türkiye'yi yeniden yapılandırmak istiyordu. 12 Eylül bir komplodur. Yapay nedenlerle toplum ayrıştırıldı. Adeta küçük bir iç savaş yaşandı. Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları kapatıldı. Binlerce insan gözaltına alınarak, işkenceler yapıldı. 13 Eylül'de tüm olaylar kesildi.”
“Bu paradoksun ardındaki olay bir planlamaydı. Türkiye'de hala tartıştığımız derin devlet ve okyanus ötesi güçlerin işbirliği ile oluşmuş bir yapılanmadır 12 Eylül. Anayasa değişikliğine 'hayır' diyenlere şaşırıyorum. SHP'li vekiller olarak 12 Eylül'ün yargılanmasını istedik. Grupta bir hafta tartışmalar oldu. Darbecilerden hesap sorulmasını istedik. O günkü yönetim kadroları buna cesaret edemedi. CHP o günkü SHP'nin devamı, CHP'nin tavrını algılayamıyorum. CHP'nin geldiği yer son derece düşündürücüdür. 12 Eylül'den en çok mağdur olan CHP, MHP'dir.”
“Darbe yapıldığı zaman Kirazlıdere Dil Okulu'na gittim. Orada arkadaşım Ertuğrul Günay ve diğer siyasiler ile üst düzey bürokratları gördüm. Onları o halde görmek son derece üzücüydü. 12 Eylül'de yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren'in dosyasını hala saklıyorum. Benim için korkunç çarpıcı bir örnektir. Çocuktu bunlar. Islah etmemiz gerekirken astık o çocukları. İnsanlar sakalları yüzünden üniversiteden atıldı. Emre Kongar da sakalı yüzünden atılan kişilerden biridir. Şimdi bunları savunuyor almaları bana çarpıcı geliyor. Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasıyla yargılanmalar yeniden başlayabilir. Ben ceza avukatıyım. Suçun işlenme tarihi 12 Eylül'dür ve zaman aşımı o tarihten başlar. Ancak, 12 Eylül Anayasasının kabulüyle zaman aşımı kesilmiştir. Bu konuyu yargı ve hukukçular değerlendirecek. Ama bence, o dönemde zarara uğrayanların adli makamların önüne gitme hakları vardır.”
“Kemal Anadol, benim yıllardır arkadaşım. 12 Eylül darbesinden sonra Anadol'un Barış davasından avukatlığını yaptım. Kemal'in 'hayır' demesine hayret ediyorum. Uzun bir dönem daha demokratik bir Türkiye'yi savundu. Yaptığını inanarak yaptığını sanmıyorum. Siyasi geçmişine uygun değil. Kemal'in 'evet'i savunması lazım. CHP'li olsaydım yine evet derdim.”