Merkeze karşı, çevrenin; statükoya karşı değişimin ve reformun yanında yer alan AK Parti, muhalefetin iktidar alternatifi olmaktan uzak olduğu bir dönemde yine 0 kendisiyle yarıştı. Kongre bir kez daha gösterdi ki, AK Parti'nin en büyük gücü; değişimci ruhudur.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 3 Ekim tarihinde 3. olağan kongresini yaptı. Geniş katılımın olduğu kongrede Recep Tayyip Erdoğan yeniden genel başkan seçildi. Genel Başkanın konuşmasına, çalınan müziğe, açılan pankartlara, anılan isimlere, kongrenin ana sloganına ve salonunun tasarımına 'Demokratik Açılım' damgasını vurdu. Başbakan Erdoğan, 11 Ağustos 2009 tarihinde parti grubunda yaptığı konuşmaya benzer heyecanı yüksek, duygu yüklü bir konuşma yaptı. Kongre, AK Parti'nin 3. olağan kongresinden daha çok 'Demokratik Açılım' kongresi gibiydi. Başbakan iki saat on beş dakika süren konuşmasının önemli bir kısmını 'Demokratik Açılım'a ayırdı ve muhalefetin tezlerine cevap verdi.
Salona asılan pankartlar, konuşmanın satır aralarına serpiştirilen mesajlar, okunan şiir, çalınan müzik, referans verilen isimler, seksenbir ilden mahalli kıyafetler içinde gelen gençler, oluşturulan liste ve Erdoğan'ın sunucu tarafından takdimi kongrenin 'semboller kongresi' olarak yorumlanmasına sebep oldu. Erdoğan'ın uzun konuşmasını insanlar sıkılmadan izlerken konuşmanın ruhunu son dönemdeki açılım tartışmaları ipotek altına almış gibiydi.
Erdoğan konuşmasında genel bir Türkiye değerlendirmesi yapıp, dış politikadan sağlığa, Kıbrıs'tan AB'ye geniş bir ufuk turu çizerken muhalefetin tezlerine de cevap verdi. Erdoğan'ın konuşması, Türk siyasal hayatında yeni bir sayfa açan siyaset manifestosu gibiydi. Erdoğan, bir kez daha ne kadar iyi hatip olduğunu ve kitleleri nasıl hipnotize edebildiğini herkese gösterdi.
Başbakan Erdoğan'ın, 'bu son dönemim' yönündeki açıklamaları, parti tüzüğünün 132. maddesinde milletvekilliğinin 3 dönemle sınırlandırılması, 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ın Köşk'e çıkma ihtimalini kuvvetlendirirken Erdoğan'ın vereceği karar partinin geleceğini doğrudan etkileyecek. Kongrede yabancı ülkelerden gelen temsilcilerin fazlalığı dikkat çekerken aslında bu tablo Türkiye'nin dışardan nasıl algılandığını da ortaya koyuyordu. Tek listenin yarıştığı kongrede, parti içi iktidar mücadelelerinin Erdoğan sonrasına ertelendiği görüldü. Erdoğan 2011 seçimlerine uzun zamandır beraber çalıştığı kadroyla gideceğinin işaretlerini verirken MKYK listesinde radikal değişikliğe gitmedi. Erdoğan seçtiği isimlerle risk almayacağını, partide sorun istemediğini ve önümüzdeki süreci problemsiz geçmek istediğini gösterdi. Erdoğan, ekibini sadakat ilkesi çerçevesinde oluşturdu. MYK listesinde muhtemelen bir kısım değişiklikler olacak olsa da Erdoğan'ın MKYK'ya 'vefa' damgasını vurdu.
Kongreye ve hazırlanan listelere AK Parti'deki yerleşik düzen ve mevcut işleyiş biçimi açısından bakıldığında itiraf etmek gerekir ki parti kurulları ve orada bulunan isimler fazla bir mana ifade etmiyor. AK Parti, teşkilatları, kabinesi ve milletvekilleri kadar iç içe geçmiş farklı siyasi akıllardan ve çeşitli kadrolardan oluşuyor. Bu halkalardan gelen siyasalara Erdoğan'ın çevresindeki çekirdek kadro karar veriyor. AK Parti bir lider partisi ve partideki çoğu kişi de biliyor ki seçmen isimlere değil Erdoğan'ın şahsına oy veriyor. Erdoğan varken kusursuz işleyen bu sistem, Erdoğan sonrasında Anavatan örneğinde olduğu gibi geriye bir tabela partisi bırakabilir.
Türkiye'nin siyasal, iktisadi ve yönetsel bir kriz yaşadığı dönemde kurulan ve yeni bir orta sınıf partisi olarak tasarlanan Adalet ve Kalkınma Partisi kurulduğu ilk günden bu yana toplumsal desteğini büyük ölçüde devam ettiriyor. Yapılan iki genel ve iki yerel seçimde de birinci olan Erdoğan, partisini 2011 seçimlerinde de tek başına iktidar yapmak istiyor. Komplocu ve totolojik bir yaklaşımla Erdoğan'ın iktidar yapılmayacağını, iktidar olsa dahi burada tutunamayacağını, kendi içinden bölüneceğini, vs.vs ileri sürenler yanılgıya düştüler. Geçen yedi yıla rağmen Erdoğan hala çok güçlü ve muhtemelen önümüzdeki dönemde de Türkiye siyasetine damgasını vurmaya devam edecek.
Partinin kuruluşuna hâkim olan değişimci ve reformcu karakter iktidar pratiğiyle kısmen solsa da muhalefet partileriyle mukayese edildiğinde Adalet ve Kalkınma Parti'sinin bu ruhu hâlâ koruduğu görülüyor. Erdoğan'ın konuşmasında “...Türkiye'nin menfaati değişimdedir, milletimizin menfaati değişimdedir, ülkemizin çıkarları değişimdedir. Değişime direnenler ne ülkemizin, ne milletimizin ne de devletimizin menfaatlerini koruyamazlar” diyerek değişimin önemine bir kez daha vurgu yaptı. Erdoğan'ın değişim kavramına yaptığı vurgu parti kurullarına yansıdı ve MKYK, MDK önemli ölçüde değişti. Fakat bu değişim, şekilsel bir değişimin ötesine geçemedi. Yeni listeler bazı isimler hariç parti tabanında büyük bir heyecan yaratmadı. Elli kişinin bulunduğu MKYK listesinde 17 kişinin değişmesine rağmen bu algının oluşmasında uzun zamandır parti yönetiminde bulunan bazı isimlerin yerlerini muhafaza etmesinin önemli tesiri oldu.
Adalet ve Kalkınma Partisi yeni bir 'orta sınıf partisi' olarak “adalet” ve “kalkınma” kavramları ekseninde, siyasete ahlak kazandırmak ve klasik kutuplaşmaların ötesinde yeni bir siyaset dili üretmek amacıyla ortaya çıkmıştı. (Fahrettin Altun, Değişim ve Statüko Kıskacında AK Parti, SETA Yayını, 2009, s.4-5) Ülkenin haklar ve özgürlükler sorunu ile refah problemini çözmek amacıyla iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi geçen yedi yılda toplum tarafından kendisine açılan krediyi iyi kullandı ve dört seçimde de açık ara birinci oldu. Gelinen noktada Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarının devamı kendisinden daha çok muhalefetin siyasal tavrına ve toplumun yenilik arzusuna indirgenmiş durumda. Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki muhalefet iktidar olma stratejisini kendi çalışmasından daha çok AK Parti'nin hata yapmasına bağlamış durumda. Muhalefet iktidar olmak için daha fazla çalışmak yerine tam olarak 'bekle gör' taktiği güdüyor.
Erdoğan'ın güçlü liderliği kim yorumcular tarafından 'tek adamlık' olarak nitelendirilse de yakın dönem Türk siyasal hayatı irdelendiğinde Erdoğan'ın, Menderes, Demirel, Ecevit, Özal gibi karizmatik liderler ekolünden olduğu görülüyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'ni eski okumalarıyla analiz etmeye çalışanlar Erdoğan'ı 'tek adama' benzetip onun otoriteryen yönüne dikkat çekseler de hadiseye başka bir yönden bakanlar Erdoğan'ın durumunu daha çok bir 'orkestra şefine' benzetiyorlar. Partinin kurucularından ve önemli isimlerinden biri 'orkestra metaforunu' kullanarak şu analizi yapıyor: “Sahneye baktığınızda bazen sadece bir kişi görürsünüz. Aslında o bir kişinin arkasında davulu, zili, gitarı, zurnayı, saksafonu, trompeti, ney'i, kanun'u, bateriyi icra eden koca bir ekip vardır. Şef, orkestrayı iyi yönetemezse ortaya kimsenin dinlemediği bir eser, eğer iyi yönetirse kapalı gişe oynayan bir müzikal çıkar. Erdoğan'ın durumu da buna benziyor”.
Recep Tayyip Erdoğan ile Turgut Özal'ın mukayesesini yapan Korkut Özal, AK Parti iktidarının ilk döneminde verdiği bir mülakatta iki liderin farkını şöyle anlatıyordu “...Erdoğan iktidara çok güçlü geldi ve popülaritesi, Menderes, Özal gibi partinin önündedir. Tabii devlet yönetiminde, diplomaside birikimleri onlar kadar değildi. Ancak bir özelliği var, kendini yetiştirmede çok hızlı mesafe alıyor. Özal'ın şu üstünlüğü vardı, 56 yaşında iktidara geldiği zaman devlet tecrübesi, DPT ve Dünya Bankası'nda çalışmış olmak gibi özelliklere sahipti, özel sektörü tanıyor, Türkiye'nin sorunlarını biliyordu. Tayyip Bey'i Özal'a benzetmek haksızlık olur. Erdoğan siyasette Turgut Bey'den çok daha ileridedir. Çünkü çekirdekten geliyor, siyaseti iyi bildiği için hatalarını çok derinleştirmeden götürebiliyor.” Zaman içinde değişerek-gelişen Erdoğan, siyasetteki ustalığının yanına Özal'ın eksik bulduğu devlet adamlığını da ekleyerek daha uzun süre Türk siyasal hayatına yön verebilir.
Merkeze karşı, çevrenin; statükoya karşı değişimin ve reformun yanında yer alan Adalet ve Kalkınma Partisi, muhalefetin iktidar alternatifi olmaktan uzak olduğu bir dönemde yine kendisiyle yarıştı. 'Alternatifsizlik ve rakip-sizlik' bazı partililerde 'mağruruiyet psikolojisinin' yerleşik hale gelmesine sebep olurken aynı zamanda partinin hata yapma riskini de arttırıyor. Partinin kuruluş ruhuyla çelişen bu zihniyet önümüzdeki dönemde de devam eder ve kuşak değişimi problemsiz bir biçimde başarılamazsa çanlar AK Parti için çalmaya başlayacak.
AK Parti, kongrede sadece yeni kurullarını seçmekle kalmadı aynı zamanda partiyi 2011 seçimlerine götürecek kadroyu ve yol haritasını da belirledi. Parti tabanının arzu ettiği heyecan verecek, kapsamlı kadro değişimini sonraya erteleyen Erdoğan'ı bekleyen temel tehlike partililerin içine girdiği rehavet ve herşeyin kendisinden beklenmesi. Başbakan Başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın içerden bir bakışla 'ANAP'laşmak' olarak nitelendirdiği zihinsel dönüşümle, yolsuzluk/yozlaşmanın sebep olduğu ahlaki dönüşüm' ve ekonomik krizin artan etkisi önümüzdeki süreci AK Parti için kritik hale getiriyor. Bazı partililerin yaşadığı 'özgüven zehirlenmesi' ise partiyi halktan koparıyor.
Mümtaz'er Türköne AK Parti kongresini analiz ettiği yazısında siyasetin ve AK Parti'nin geleceğini şöyle analiz ediyordu: "...siyasî yapımız ve bu yapıyı şekillendiren kültürümüz köklü bir dönüşümden geçiyor. Siyasî rekabetin çıtası yükseldi. Yedi yıl önce devletin ekonomik iktidarı değişmeye başladı, bugün devletin bürokratik iktidarı sona eriyor. Demokratikleşiyoruz. Bu değişimlerin geri dönüşü yok." Erdoğan'ın, yeni dönemde vereceği imtihan ve 'Demokratik Açılım'a yapacağı aktörlük, sadece partisinin değil aynı zamanda Türkiye'nin, dünyanın neresinde olacağını da belirleyecek.