Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, IMF'yle müzakere sürecine açıklık getirdi. Belli bir noktaya gelmeden Türkiye'ye heyet çağırmayacağını açıklayan Babacan, "Heyet gelince psikoloji değişiyor" dedi "Terör olmasa Türkiye nerede olurdu?" sorusuna cevap arayan Babacan, "Terör olmasa Urfa da Bursa gibi olurdu" diyerek, demokratik açılımın önemine vurgu yaptı. Babacan, Dağlıca baskınının, açılımda dönüm noktası olduğunu söyledi
İngiltere'de düzenlenen G-20 bakanlar zirvesine katılan Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, kendisine eşlik eden bir grup gazeteciye demokratik çözüm sürecinden IMF'yle ilişkilere kadar çok önemli açıklamalar yaptı.
G-20'nin temsil gücü yüksek olduğu ve bütün kararlar konsensüsle alındığı için ortak akıl ürünü kararlar çıkıyor. Ortak perspektifle alınmayan kararların ne kadar sağlıksız olduğu ortaya çıktı. G-20 artık resmen global ekonominin konuşulduğu ve karara bağlandığı bir zemin oldu. Bu kararlar ne kadar bağlayıcı diyeceksiniz? IMF-Dünya Bankası toplantılarına götürüp orada karar aldırınca, iş çözülüyor zaten. G-20 bir bakıma Dünya ekonomisinin yönetim Kurulu gibi oldu.
O konular eski müzakereler sırasında ortay atılmış konular. En az 6 aylık konular. Şu anda öyle konular yok gündemde. Ben onlara müzakere edilen konularla ilgili hiçbir şey söylemeyin dedim. Biz de söylemeyeceğiz dedim.
Tabii sürekli. Her programın 4 ayağı olur. Para politikaları, maliye politikaları, yapısal sorunlar ve finans sektörü. Bizim finans sektörüyle ilgili yapacak bir şeyimiz yok. İyi uygulamalar devam edecek. Yaptığımız gayet güzel işleri devam ettireceğiz. O zaman geriye 3 ayak kalıyor. Bu üçayakta nokta hedefler açıkladık. Onlara da orta vadeli programımız bizim müzakere zeminimizdir dedik. Orta Vadeli programın resmi gazetede yayınlanmış şeklini ve teknik detaylarını gönderdik. O günden bu yana karşılıklı müzakereler devam ediyor. e-maillerle, tele konferanslarla devam ediyor.
Ben belli bir noktaya gelmeden Türkiye'ye heyet çağırmayacağım. Onlar ısrarla heyet gönderelim diyorlar. Ben onu yapmıyorum heyet gelince psikoloji değişiyor. Piyasalar görüşmelere odaklanıyor. Konuşmaların kontrolü zorlaşıyor. Dedik ki teknoloji çok ilerledi yüz yüze oturmak şart değil. Yazışarak, telekonferanslarla görüşebiliriz
Hiç belli olmuyor. Bu konuda sinyal vermek istemiyoruz. Bu işin olur noktası gibi bir sinyal vermek istemiyorum. Küçük bir detaydan kopabiliyor. Zaten onların da açıklaması var. Orta Vadeli programın hedefleri iyidir dediler. Bu güzel hedeflere nasıl ulaşacağına ilişkin detaylar önemli dediler.
Sosyal güvenlikte hem kendi içindeki dengesinde hem bütçede sorun var. Bütçede bir açık var. Ekonominin yavaşlamasından kaynaklanıyor. Gelecekte ekonomideki toparlanma ile hem prim, hem gelir kalemlerinde bir artış olacak. Hem ayrıca biz gider kalemlerinde de frene bastık.
Bu konuları rakama indirgemek doğru olmaz. Ama bir fırsat maliyet var. Örneğin Bursa-Şanlıurfa farkı neden? Topraksa toprak, araziyse arazi, insansa insan. Bursa dev sanayi kent olmuş ama Urfa olmamış. Konuştuğumuz tüm yabancılar bize Türkiye'nin Doğusunda, Güneydoğusu'nda bir Çin, bir Hindistan var diyorlar. Oradaki nüfus, toprak kaç Avrupa ülkesinden daha büyük. Ancak ne kadar yol, ne kadar altyapı yaparsanız yapın, terör sorunu çözülmeden olmaz…
Habur'daki, Diyarbakır'daki görüntüler rahatsız ediciydi. Orada devamlı bir risk, normal olmayan bir hal var. O görüntülere bakınca önce bizde irkildik. Ama kadın ve çoluk çocuklar niye seviniyor? Artık rahatlıyoruz sevinci söz konusu.
Çok muhatabı var. Çok dikkatli yönetilmesi gerekiyor. Ekim 2007 Dağlıca sonrası yeni strateji geliştirdik. Emre Taner beyi Kuzey Irak'a göndermemiz o zamana rastlar. Her şeyi göze almıştık. 5 Kasım 2007'deki Bush-Erdoğan görüşmesi öncesi bir telefon görüşmesi olmuştur. Biz bunu yapacağız denmiştir. Böyle Washington'a gidilmiştir. O zaman F-16'lar Erbil'de uçuş yapsın binaların camları kırılsın. Hadi hadi diyenler de oldu. Ama biz Kuzey Irak'ta yaşayan 4 milyon insanın günlük hayatına olumsuz yansıyacak bir karar almak istemedik.
2001 krizi döneminde Hazine özel tertip kağıt çıkardı, TMSF'ye verdi, o da bankalara verdi. Onlar da Merkez Bankası'na gittiler. Bizim zamanımızda öyle bir şey yapılmadı. Tıkır tıkır onları ödüyoruz. Bu kağıtlar 2010'da tükeniyor. Sıfırlanıyor. Merkez Bankası az bir miktarda da olsa benim açık piyasa gereği bu kağıtlara ihtiyacım var diyor. Hazineden değil ikinci el piyasadan alacağım diyor. Ama daha oturup konuşmadık. Tamamen Merkez Bankası'nın ortaya attığı fikir. Merkez Bankası'nın kendi vereceği karar. Alırlar almazlar, bizi hiç ilgilendirmez. Ama bir kapı açıyor. Merkez Bankası'nın iyi değerlendirmesi gerekir.
Öyle, öyle. Ülkeler bu bankaları kurtarmak için bedel ödedi. Peki bunlar nasıl tahsil edilecek diye G-20'de tartışılıyor. Biz gittik canlarına okuduk. Bir bakıma hala hikayeleri devam ediyor. TMSF'de bunu yaptık. Paraları tahsil ediyoruz. ABD'de de formül arıyorlar. Ne civcivi sıkıp öldürmek ne de serbest bırakıp uçurmak istiyorlar. Ancak bu harcamaların cezasının kesileceği gün gelecek.
Bu tür klişe söylemlerle bu işi götürmek zor. İşin gerçeğine bakacağız. Öncelikle şu var ki, G-20'ler arasında bir ön gözetim başlayacak. G-20'lerin birbirini raporlayacağı ve IMF'nin de bunu denetleyeceği bir sisteme geçiliyor. ABD'de Japonya'da buna dahil. Kriz öncesinde büyükler incelemeyi istemiyordu. G-20'de politika standartları çerçevesinde sürekli ve şeffaf bir şekilde politikaların birbirine uyumu ve politikaların IMF tarafından denetleneceği bir sisteme gidiyoruz. Her ülkenin dış denetime açık olacağı sisteme geçiliyor. Şeffaflık, politikaların dışarıdan denetlenmesi sistemine geçiliyor. IMF diyecek ki,'Japonya şu konuda yanlış yapıyor. ABD'de şu konuda hassasiyet var' diyecek. IMF, Dünya Bankası daha da güçlenecek, oraya gidiyoruz. Önemli olan dışarıdan yönlendirme ile şunla bunla değil, Türkiye'nin kendi kendine doğru politikaları uygulamasıdır. Türkiye'nin bugünü, yarınını kurtarma değil, orta ve uzun vadede kendini kurtaracak politikalar uygulamasıdır. Biz bu dönemde 18 ve 19'ncu Stand-By'ları bitirdik. İnanmadığımız hiçbir şeye imza atmadık. Önemli olan Türkiye artık aklı başında işleri kendisi yapıyor mu, yapmıyor mu? Popülizme kayıyor mu, kaymıyor mu?