Yeni edebi türler gerekli mi?

Hatice Saka
00:0013/01/2010, Çarşamba
G: 12/01/2010, Salı
Yeni Şafak
Yeni edebi türler gerekli mi?
Yeni edebi türler gerekli mi?

Cumhuriyetin ilanından sonra yeni dil ile yeni sürece girildi. Ancak batıdan alınan edebi türlerin üzerine yeni tür arayışından söz etmek mümkün değil. Türk edebiyatı kendine özgü, yeni yüzyıla hitap eden edebi türler çıkarabilir mi, bunu zaman gösterecek

Roman, hikâye, öykü, şiir, deneme, masal, destan gibi edebiyat türlerinin üzerine yüzyıllardır yeni türler eklenmedi. Edebiyat arayışlarında belki iç içe geçen türler oldu. Ancak bütünüyle farklı oluşumlardan söz etmek mümkün değil. Yazar ve şairlerin duygu ve düşünce dünyalarını oturttukları biçimin ne oldu belki okuyucuyu açısından pek dikkate alınmayabilir. Ancak günümüzde her şey hızla değişirken edebiyata, özellikle Türk edebiyatına yeni arayışlar gerekiyor. Biz de yazar ve şairlere yeni edebi türlerin gerekliliği konusunda sorular yönelttik. Genel kanı her halükarda özün önemli olduğu yönündeydi.

İNTERNET EDEBİYATI DOĞABİLİR
Rasim Özdenören:
Son 150-200 yıldan bu yana yeni tür arayışından çok, aynı türün kendi içinde yenilendiğini görüyoruz. Formdan ziyade, içerikte bir yenilenme... Modern zamanların başat yeniliklerinden biri roman türü olmuştur. Fakat roman, öykü, şiir türlerinin kendi iç yenilenmeleri bence daha dikkate değer. Haa, öykü dedik, öykü sınai devriminin bir ürünü olarak yeni bir tür halinde ortaya çıktı ama kendini içsel olarak yenilemeyi her zaman başardı. Halen biz türlerin birbirine karışması sürecini yaşıyoruz. Eskiden ihtilat derlerdi. Şimdi, önümüzdeki zaman sürecinde internet dilinin edebiyatını bekleyebiliriz. Bu, interneti yerleşik türlerin aracı olarak kullanma durumu değil, internetin bizati kendi dilini yaratması olayından söz ediyorum. Dada, 1920'li yıllarda o güne kadar alışık olunmayan bir şiir dili ortaya koydu. Resimdeki izlenimcilik akımını şiir diline, anlamın zorlanması olarak yansıtmıştı. Şimdi de yeni bir edebiyat dilinin doğmasını beklemek mümkün görünüyor.
DİL VE EDEBİYAT İLİŞKİSİ
İbrahim Demirci:
Eskiden iki anlatım yöntemimiz vardı: “Şiir” ve “inşa”. Aralarında nitelik farkı olsa da, kabaca “nazım” ve “nesir” diyebiliriz. Fuzuli divanının “Dîbâce”si, “inşâ” örneğidir ama içinde “nazım” parçaları da vardır. Sözlü halk hikâyelerinde de düz anlatım ile koşuklar iç içe geçmiştir. Karagöz, “perde gazeli” ile açılır. Geçenlerde internet ortamında Haydar Ergülen'in Gözlüklü Şiir'i dolaşıma sokuldu. Tayyip Atmaca, sadece şiirin bölümlerini “paragraf” gibi dizerek “Ne güzel bir deneme oldu!” dedi. Öyle mi? Neden olmasın? Cahit Zarifoğlu'nun Yaşamak'ı sadece “günlük” mü? İçinde “şiir”, “öykü”, “anı” yok mu? Çok!Mahmud Derviş'in şiirlerini ve günlüklerini içeren Kelebek Etkisi adlı eserinden bir günlük metninin çevirip Hece dergisine yollamıştım. Arkadaşlar o günlüğü Hece Öykü'de “öykü” diye yayımlamışlar. Önce bunu “vahim bir yanlış” sayıp öfkelenecek oldum, sonra “Neden olmasın?” dedim. Bütün bunlara bakarak, “Sanatçının işi yazmaktır, üretmektir; türleri tanımlamak, sınırlandırmak, geçişmeleri onaylamak veya reddetmek, edebiyat araştırmacısı bilim adamlarının ve eleştirmenlerin işidir!” diyebilir miyiz? Diyebiliriz. Edebiyat tarihinde “Kafiye göz için mi, kulak için mi?” gibi tartışmaların olduğu bir ülkede, tür tartışmaları, “öykü/hikâye”, “mesnevi/roman” karşılaş-tır-maları da olsun. Çeşitlenmeler, temelde bulunması gereken derin ve büyük birliğe katkıda bulunuyorsa anlamlı ve güzeldir. Sorunun özü, “yeni edebî tür” ihtiyacından çok, insanların dil ile, edebiyat ile ilişkilerinin -hem sanatçı, hem okur açısından- ciddi ve sahih bir zeminde olup olmadığını gözetmek gibi geliyor bana. Kim, neyi arıyorsa aradığını bir şekilde bulur. Bulamasa bile o yolda emek vermiş olur, yücelir veya alçalır.
ARAYIŞI MAZİDE YAPMALIYIZ
İskender Pala:
Günümüz Türk edebiyatının yeni tür ve şekillere olan ihtiyacını yıllardır dillendirir, kalem yeteneğine sahip öğrencilerime farklı tür ve şekilleri denemelerini söylerim. Bence söze güç katmak ve edebiyatın itibarını yükseltmek adına yeni arayışlara girişilmesinden daha da önemlisi, bizim kadim edebiyatımızın ürünlerinden bazılarının ihyasına girişilmesidir. Modernleşme çağıyla birlikte Türk Edebiyatı da yüzünü batıya çevirdiğinde, yüzyıllardır bizim duygu ve düşüncemizi, anlayış ve kültürümüzü taşıyıp getirmiş olan zengin bir edebiyat birikimine sırtımızı dönmüş olduk. Oysa gerçek kimliklerimiz o eserlerde duruyordu ve onları devam ettiremediğimiz ve tabii dönüştüremediğimiz için toplum sancı çekmeye başladı, entelektüel ve estetik anlayışlar sığlaştı, milli benlikten koptuk ve hepsinden önemlisi edebiyatın çerçevesi daraldı. Söz gelimi gazel nazım şekli şiir formları içindeki en kolay, muhteşem ve cazip şekle sahip idi ve sayısız gazelde atalarımız kendilerini anlatmışlardı bize. Üstelik şekil bakımından da çok kıvrak bir nazım şeklidir. Düşünün bir kez, şairler için iki dizelik öbekler ne kadar elverişlidir ve şimdi bile pek çok şairin o şekil arayışı içinde olduğu görülebilir. Öte yandan bizim medeniyet birikimimizi harmanlayacak bazı türler vardı; rubai veya koşmalar, güzelleme veya ağıtlar, destanlar veya maniler gibi… Mevlid gibi, Hilye gibi, mesneviler gibi… Bunların modern anlayışla ve çağın ihtiyacına göre, dili asla eskiye kaçmadan yeniden üretilmesi, latifelerin, manzum hikayelerin bir bir ortaya dökülmesi bugünkü edebiyatımızı ne kadar zenginleştirir!.. Sözünü ettiğim şey aruz ile şiir yazmak değildir; hayır, bu türlerin yeniden ve günümüz lise seviyesinde eğitim almış insana hitap edecek şekilde ortaya çıkartılmasıdır. Edebiyatımızın yeni tür arayışları bence dışarıdan olduğu kadar maziden de olmalı, tarihi birikimimiz ile yüzleşmeli, barışmalı ve yeniden üretmeliyiz. Bu bizi gerici yapmayacağı gibi ileriye yürüyüşümüzün de adımlarını sağlamlaştıracaktır.
DEĞERLİ OLAN METİNDİR
Sadık Yalsızuçanlar:
“Türleri, formları, biçimleri içerik belirler. Nasıl anlattığınız, ne anlattığınızla ilgilidir. Bir metnin roman mı, öykü mü, masal mı, mesel mi, hikaye mi, bu formların/türlerin dışında bir şey mi olduğunun bugün için artık pek fazla anlamı ve önemi kalmadı. Zaten türler arasında geçişlilik alanları vardı. Hayatın ürettiği yeni sorular ve sorunlar yeni ifade biçimleri de üretir. Bu açıdan bendeniz şekillerin, türlerin kesin bir biçimde tanımlanacağını sanmıyorum. Bunun pek bir anlamı da yok dediğim gibi. Asıl değerli olan bir metnin, okuyan açısından anlamıdır. Onda oluşturduğu şeydir. Gerisi laf u güzaf.”
SU YOLUNU BULUR
Ahmet Turan Alkan:
Edebiyat türlerinin niçin yetersiz kaldığını kimin tesbit ettiğini merak ettim doğrusu; bir edebiyatçı, form sıkıntısı çekiyorsa kendi yolunu açar; form yetersizliği sebebiyle edebi ürünün zaafiyet çekeceğini zannetmiyorum. Temel yaklaşımım şöyledir: Su, kendi yolunu bulur. Anlatacak bir şeyi olanlar, onu bir şekilde kağıda dökerler. Ben böyle bir tür -form- sıkıntısı çektiğimizi zannetmiyorum.
SANATIN İŞLEVİ SORGULANMALI
Sevinç Ergiydiren:
Sanat türleri, bir başka deyişle sanatın formları, toplumların psiko-sosyo-ekonomik değişim/gelişim çizgilerine bağlı olarak uzun zaman aralıkları içinde de olsa ihtiyaçlara göre farklılaşır. Sanat formları, esasen kozmolojik yapıyı açıklama ve anlamlandırma ihtiyacının başladığı masal çağından günümüze kadar insanlığın gerçeklikle kurduğu ilişkiye göre biçimlenir. Bizde medeniyet değişimlerinin getirdiği kırılmaların edebiyat türlerini (İslamiyetin kabulüyle mesnevi türünün, Tanzimat döneminde makale ve roman türlerinin alınması)değiştirdiği bilinmektedir. Batıda da tür değişimlerinin ideolojik dönüşümlere bağlı olduğu görülür. Türleri belirleyici unsur, dönem idelojisinin hakim sınıfıdır. Günümüzde sanatın biricikliğini ve formlarını tedavülden kaldıran güç, gerçeklikle kurulan ilişkinin geçerli paradigmalarını değiştiren güçtür. “Postmodern durum”un bir getirisi de, uzun asırlar devam etmiş olan klasik formları alaşağı etmek, türleri birbiri içine sokarak sınırlarını bulanıklaştırmak, roman/biyografi/deneme/şiir gibi türleri aynı metin içinde yeni bir karaktere büründürmektedir. Hatta öylesine ki kurmaca metin ile referansiyel metin gibi temel metin ayrımı bile silikleşmektedir. Çünkü artık günümüzde gerçeklik, bütünselliği olan büyük anlatı sistemlerinin açıkladığı gibi kapalı devre ve önceden verili (apriori) olarak algılanmamakta, tam tersine üretilen bir olgu olarak algılanmaktadır. Bu durum, zihin tarihi süreçlerinin, gerçeklikle ilişki kurma biçimlerinin de bir yansımasını taşır. Bugün belli kurallar taşıyan bir form içinde üretilmeyen, adına "metin-form" diyebileceğimiz bir tarzda, nerdeyse her edebi "ürün", kendine has bir biçimde bilinçdışı süreçlerin de işin içine dahil edildiği bir mahiyete sahiptir artık . Dolayısıyla edebi formlar, artık tamamlanmış organik bir bütün şeklinde olan metin anlayışını terk etmiş, yazar/metin/okur/temsil kavramlarını sorunsallaştıran, hakikatin tümüyle ele geçmezliğine daha çok 'kayıp metin"ler, “ucu açık metin”ler metaforuyla vurgu yapan yeni bir gerçeklik anlayışı içinde kendine ifade biçimleri arar olmuştur. Bu arayış, sanatın işlevini yeniden sorgulayan bir arayıştır.
YENİ TÜR İHTİYAÇTAN DOĞMAZ
Ali Ayçil:
Edebiyat türlerinin belli coğrafyalarla, toplumlarla ya da uygarlıklarla ilişkilendirilmesi ne derece doğru, kuşkuluyum. Şiire, başından beri neredeyse dünyanın bütün dillerinde rastlıyoruz mesela; sonradan Batı'da belli bir forma oturan hikâyenin de basit ölçüde de olsa başka toplumlarda eskiden beri ciddi bir yer işgal ettiğini söylemek mümkün. Masallar zaten şiir gibi evrensel metinlerdi. Masalın, şiirin, hikâyenin ve gösteri sanatlarının bütün toplumlarda eskiden beri süregelmesi, bir ipucu olabilir. Şunu söylemek istiyorum: dünyanın neresinde olursa olsun, dille aktarmanın, dile getirmenin ortak yolları var. Bizde başlangıçta olmayan ama sonradan batıdan alınan tür, romandır. Hikâye ve şiir, batıyla temasımız süresince modernleşmiş ama roman bizzat batıdan alınmıştır. Ben, romanın da kentli, modern toplumların kaderi olduğunu düşünüyorum. Sadece biz değil, sonradan batıya eklemlenen bütün toplumlar roman inşa etmekten kendilerini alamazlar. Aslında ne şiir, ne hikâye, ne de roman önceden tespit edilmiş bir eksikliği gidermek için inşa edilmiş türler değil. Nasıl ki, toplumsal mühendislikler bir yerden sonra çark ediyorsa, edebiyatta da bu tarz mühendisliklerin sonunda çark edeceğini söylemek mümkün. “Mevcut edebiyat türleri bizi, kültürümüzü, inançlarımızı ya da yeni dünyanın hallerini ifade etmekte yetersiz kalıyor, bunun yerine yeni bir tür ortaya koymak gerekir,” düşüncesi, edebiyatın doğasına da uygun değil. Bir edebiyat metni, onu tarif eden düşünceden önce şekillenir çünkü. Elbette insanoğlunun anlatı türlerini artık sabitleştirdiğini, nihai türlerin ortaya çıktığını iddia etmiyorum; yeni türler ortaya çıkabilir. İnsan, kendisini başka türden anlatılarla ifade etme ihtiyacı hissettiğinde, içlerindeki anlatıcılardan biri, bir kaçı ya da bir bölüğü kaçınılmaz olarak bu işe soyunacaktır. Yine de şu soru sorulabilir tabi: Ne batılı ne de doğulu olan Türklerin, geldikleri şu noktada âlemle, tarihle, birbirleriyle ve kendi içleriyle irtibatlarını anlatacak, kendilerine mahsus bir edebiyat türüne ihtiyaçları yok mudur? Bana kalırsa edebiyat türleri birer su kırbasına benziyor. Her sanatçı ya da toplum o kırbanın içine kendi hallerini dolduruyor zaten. Bir de dilimizin altında saklasak da, söylemekten imtina etsek de bir gerçek var: dünya hakikaten küçüldü. Artık bir ülkenin kendisini öteki ülkeden tefrik edebileceği yeni türler inşa etmesi imkânsız görünüyor bana. Gittikçe bir halkın değil, dünyalıların ihtiyaçlarından bahsetme noktasına geliyoruz. Hülasa, bize özgü olsun olmasın, yeni bir türün, bir ihtiyaç beyanıyla ortaya çıkmayacağını düşünüyorum. İhtiyaç duyduğumuzda o zaten ortaya çıkmış olur!
ŞARK ROMANINA İHTİYAÇ VAR
Nazan Bekiroğlu:
Yeni türlere hiç olmazsa yeni bir türe ihtiyaç hissettiğimi özellikle Lâ sonrası söyleşilerde ve dahi Lâ'nın Sözbaşı'nda ısrarla dile getirdim. Ancak bu türün ihdâsı bir müdahalenin değil doğal bir oluşumun, hadi gelin söyleyelim, bir evrimin neticesinde olmalı. İhtiyaç hissediliyorsa “tür” kendiliğinden ortaya çıkacak demektir. Bu gün ciddi ciddi bu meseleyi konuşuyorsak bu evrimleşme çoktan başlamış ve bence ilk örnekler verilmeye başlanmıştır bile. İhtiyacını hissettiğimiz tür/ler asırlardır süre gelen batılılaşmış bir hayatın geri dönülemez varlığını inkâr etmeksizin ama o tecrübelerin dolduramadığı boşlukları da göz ardı etmeksizin gerçekleşecek. Bunu en fazla roman ve mesnevi üzerinden dillendiriyorum ben. Roman, arkamda bıraktığım toplumsal tarihçeye rağmen tek başına benim dilim olamıyor. Çünkü yok sayamayacağım bir kültürel mazim var benim. Bu, toplumsal bilinçdışıma işlenmiş. Ancak mesnevi de artık bu yetkinlikte değil. Çünkü hayatımız çoktan değişmiş. Öyleyse geleneğin olduğu gibi tekrarının bugün beni ifadeye yetmeyeceğinin de farkındayım. Geleneğin tekrarı değil dönüştürülerek yeniden üretilmesi gerekir. Ki bu da yeni bir tür demektir. En azından romanın çok ihatalı bir tür olduğunu kabul edersek, yeni bir tür diyemesek bile bir şark romanına ihtiyaç hissedildiği muhakkak.