Edebiyat türlerinin belli coğrafyalarla, toplumlarla ya da uygarlıklarla ilişkilendirilmesi ne derece doğru, kuşkuluyum. Şiire, başından beri neredeyse dünyanın bütün dillerinde rastlıyoruz mesela; sonradan Batı'da belli bir forma oturan hikâyenin de basit ölçüde de olsa başka toplumlarda eskiden beri ciddi bir yer işgal ettiğini söylemek mümkün. Masallar zaten şiir gibi evrensel metinlerdi. Masalın, şiirin, hikâyenin ve gösteri sanatlarının bütün toplumlarda eskiden beri süregelmesi, bir ipucu olabilir. Şunu söylemek istiyorum: dünyanın neresinde olursa olsun, dille aktarmanın, dile getirmenin ortak yolları var. Bizde başlangıçta olmayan ama sonradan batıdan alınan tür, romandır. Hikâye ve şiir, batıyla temasımız süresince modernleşmiş ama roman bizzat batıdan alınmıştır. Ben, romanın da kentli, modern toplumların kaderi olduğunu düşünüyorum. Sadece biz değil, sonradan batıya eklemlenen bütün toplumlar roman inşa etmekten kendilerini alamazlar. Aslında ne şiir, ne hikâye, ne de roman önceden tespit edilmiş bir eksikliği gidermek için inşa edilmiş türler değil. Nasıl ki, toplumsal mühendislikler bir yerden sonra çark ediyorsa, edebiyatta da bu tarz mühendisliklerin sonunda çark edeceğini söylemek mümkün. “Mevcut edebiyat türleri bizi, kültürümüzü, inançlarımızı ya da yeni dünyanın hallerini ifade etmekte yetersiz kalıyor, bunun yerine yeni bir tür ortaya koymak gerekir,” düşüncesi, edebiyatın doğasına da uygun değil. Bir edebiyat metni, onu tarif eden düşünceden önce şekillenir çünkü. Elbette insanoğlunun anlatı türlerini artık sabitleştirdiğini, nihai türlerin ortaya çıktığını iddia etmiyorum; yeni türler ortaya çıkabilir. İnsan, kendisini başka türden anlatılarla ifade etme ihtiyacı hissettiğinde, içlerindeki anlatıcılardan biri, bir kaçı ya da bir bölüğü kaçınılmaz olarak bu işe soyunacaktır. Yine de şu soru sorulabilir tabi: Ne batılı ne de doğulu olan Türklerin, geldikleri şu noktada âlemle, tarihle, birbirleriyle ve kendi içleriyle irtibatlarını anlatacak, kendilerine mahsus bir edebiyat türüne ihtiyaçları yok mudur? Bana kalırsa edebiyat türleri birer su kırbasına benziyor. Her sanatçı ya da toplum o kırbanın içine kendi hallerini dolduruyor zaten. Bir de dilimizin altında saklasak da, söylemekten imtina etsek de bir gerçek var: dünya hakikaten küçüldü. Artık bir ülkenin kendisini öteki ülkeden tefrik edebileceği yeni türler inşa etmesi imkânsız görünüyor bana. Gittikçe bir halkın değil, dünyalıların ihtiyaçlarından bahsetme noktasına geliyoruz. Hülasa, bize özgü olsun olmasın, yeni bir türün, bir ihtiyaç beyanıyla ortaya çıkmayacağını düşünüyorum. İhtiyaç duyduğumuzda o zaten ortaya çıkmış olur!