Son şiir kitabı Dil Kapısı hakkında konuştuğumuz Mehmet Narlı “Dil Kapısı, dilin var edici, davet edici, ayartıcı, anlatıcı hatta belki örtücü gücünü işaret eden aranıştır” diyor
Mehmet Narlı: 1963 Kahramanmaraş doğumlu, şair ve akademisyen. Şiir kitapları: Ruhumun Evvelyazıları ve Dil Kapısı. Diğer kitapları: Orhan Kemal'in Romanları Üzerine Bir İnceleme, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, Roman Ne Anlatır, Şiir ve Mekan, Şiir Çözümlemeleri. Dolunay, Yedi İklim, Dergah, Hece, Sonsuzluk ve Bir Gün, Türk Edebiyatı gibi dergilere yazdı. Şairle, Öncü Kitap tarafından geçtiğimiz aylarda yayınlanan Dil Kapısı isimli kitabı üzerine konuştuk.
İkisi de doğru; hem az yazıyor (yazabiliyor demek daha doğru belki) hem az yayımlıyor. Niçin? Bahanesi çok; aslını ben de bilmiyorum.
“Kapılardan girelim” diyorsun ama ya kapı çıkmak içinse? Girmek ya da çıkmak esprisi bir tarafta kalsın. Fakat şu gerçeklik kendiliğinden kendini kabul ettiriyor: Kapı, pratik, tarihsel ve simgesel düzeylerde çok yoğun anlamları ve çağrışımları olan bir metafor. Bütün anlam düzeneklerini hem taşır hem yeniden kurar. Bazen de Veysel'in idrak ettiği “iki kapılı han” gibi bütün varlığın hikâyesini özetleyecek bir istiare olarak dilde bir yurt kurar. Bazen iç ve dış arasındaki mesafeyi belirler (gece kapısı diyelim); bir mahremiyeti (evin kapısı diyelim) bir hak alanını (sınır kapısı diyelim) veya bir geçiş alanı (cennetin, cehennemin kapısı diyelim) inşa eder. Ben daha çok iki ucu birleştiren anlamının etkisindeyim. Dil Kapısı, daveti çağrıştıran bir etki bırakabilir ama benim için daha çok dilin var edici, davet edici, ayartıcı, anlatıcı hatta belki örtücü gücünü işaret eden aranıştır.
Bununla düşünceyi iletmek için özcü ve anlatıcı bir tutum takındığımı söylemek istemediğini düşünüyorum. Çünkü benim için şiirde en temel problemlerden biri dil ve ritimdir; dahası “söyleme”nin kendisi bir biçimdir. Fakat bütün örtüklüğüne rağmen, düşselliğine rağmen şiir bir bilinç düzlemi ile temas halindedir. Nerval'in, dediği gibi insan imgeleminin, bu dünyada ya da başka bir dünyada, gerçek olmayan bir şey yarattığını sanmıyorum. En gerçek dışı ve nesnel gerçeklikle karşılaştırılamaz görüntünün bile, bilinçle bir bağı vardır. Başka bir deyişle, yaşantı ve duyarlığımızın içinde, üretim ve hareket yeteneği kazanmış olan bilinç, dilde farklı bir kök salarak imgeye dönüşür. Şiirsel imge, dilde farklı bir kök salan bilincin, eleştirel akıl tarafından somutlanamayan görüntüleridir. İmgenin insanda kök salması, aslında dilde kök salan bilincin çocuğudur. Bu bağlamda “işaretin ve anlamın gücüne inanıyorsun” tespitine katılıyorum.
Şiir eleştirisi yok demek oldukça cesur bir muhalefeti gerektirir; bu yüzden yetersiz ve etkisiz diyeyim. Beğenerek, güvenerek okuduğum yazılar var kuşkusuz. Hatta şiirin yapısına ve dil düzeylerine eğilen çalışmalardan çok kuramsal belirlemelere yönelen sıkı ve sıkıcı eleştiriler de var. Ama genel olarak şiir eleştirisini yeterli ve ilginç bulmuyorum. Sanırım şiirin, romana ve öyküye göre geri çekilmesinde biraz da şiir eleştirisinin azlığının/etkisizliğinin payı var. Uzun tartışmalar yapılabilir bu konuda. Edebi metinleri genellikle tematik olarak eleştiren gelenek, son yılların imgesel şiirini değerlendirmeye alışamamış olabilir. Şiir atmosferinin özgül ağırlığı çok düşük olduğu için eleştirmenler şiiri kendi haline bırakmış da olabilirler.
Yok yok öyle bir hüküm vermiş falan değilim. Hemen öyle “mal bulmuş öykücü gibi” sarılmayalım o cümleye. Tam tersi bugünün şiirinin çok sağlam ve güzel tarafları var. Evet şiir hala İkinci Yeni'nin dil yatağında doğuyor. Ama şiirde çok sesliliği hatta çok yapılılığı kavramış bir kuşak var kuşkusuz. Çok çarpıcı dizeler kuruluyor. Bütün sınırları aşan kuralları aşan özgür yapılı şiir formları çıkıyor. Fakat dilin şehvetine, büyüsüne kısaca ayartıcılığına abartırcasına “kapılan” bir hali de var şiirin. Bazı şairlerin kendileri ile dilleri arasında bir boşluk da kendini gösteriyor.