İskender Pala'nın, çıktığı hafta çok satanlar listesine giren “Şah&Sultan” isimli kitabı, Türkiye Aleviliğinin köklerine uzanarak bugüne ayna tutan bir tarihi roman
Bir önceki romanı 'Katre-i Matem'de, Osmanlı'daki derin devleti ele alan İskender Pala, yeni romanı 'Şah&Sultan'da Anadolu topraklarındaki Alevi-Sünni çatışmasına odaklanıyor. Çok ciddi bir kaynak taraması yaparak doğruya ulaşmaya çalıştığını söyleyen İskender Pala'nın tek bir gayesi var: Barış sürecine katkı sunmak. “Ne İsa'ya, Ne Musa'ya yaranamayacağımı biliyorum. Ama hakikati yazdığım için içim rahat” diyen Pala, bu romanı özelikle Alevilerin okumasını istiyor. Kapı Yayınları etiketiyle ilk 100 bin baskısı satışa sunulan kitapta, Yavuz Sultan Selim (mahlası Selimî) ve Şah İsmail'in (mahlası Hatayî) şairlikleri üzerinden Divan Edebiyatı ile bir temas da var. Selimî ve Hatayî sanatları ile, Sultan Yavuz ve Şah İsmail, kılıçları ile bu kitapta karşı karşıya.
Kapaktaki resim, yıllarca Yavuz Sultan Selim diye bildiğimiz ama aslında Şah İsmail'e ait olan resimdir. Yavuz'un sakalsız olan tek padişah olduğu biliniyor. Bu resim de bıyıklı bir hükümdara ait olduğundan Yavuz olarak benimsenmiş. Biz kapakta Yavuz'un ve Şah İsmail'in birbirine bakan iki resmini koymuş olduk. Evet, burada bir mesaj var. Çaldıran'da bir kişinin savaştığını söylemek istiyoruz. Bu kişi bir Türk'tü, bir Müslüman'dı. Yavuz da Şah İsmail de aynı düşünce yapısına sahipti. Çaldıran'da bu iki kişi, tek kişi olarak kendisi ile savaştı. Türklük ve Müslümanlığın geleceği için iki kardeş karşı karşıya geldi.
En başında “Ben her ikisine de eşit mesafede durarak bir roman yazmalıyım” dedim. Fakat genlerimdeki kodlar nedeniyle bunu başarmam mümkün olmadı. Çünkü Sünni bir çocuk olarak büyüdüm. Alevilik hakkında taşıdığım kültürel bir alt yapı var ve bunu aşmak bir hayli zor. Sonra kitabın çatısını oluşturdum. Arkasından beş kez dinlendirip tekrar okudum. Bu arada Alevi ve Alevilik hakkında araştırmalar yapmış insanlara okuttum. Dersimli bir kızımız çok ciddi eleştiriler getirdi kitaba. Onun verilerini, tarihi gerçeklerle karşılaştırdım. Yüzde altmış kadarında haklıydı ama yüzde kırkında tarih böyle söylemiyordu. Bugünkü Alevilerin zihnindeki düşünceler tarihle örtüşmüyor.
İran kaynakları da böyle diyor yerli kaynaklar da. Ama şu da var: Ben bu kitabı Yavuz'un torunu olarak yazmıştım. “Şah İsmail'in torunu olsam bu kitabı nasıl yazardım?” sorusunu kendime defalarca sordum. Ne Sünnilerin gönlü olsun diye eğilip büküldüm ne de Alevilerin gönlü olsun diye... Hakikat neyse onu koydum ortaya.
Çaldıran'a gittim. Bir gece muharebenin olduğu meydanda sabahladım. Atların kişnemelerini, kılıçların seslerini, zırhların birbirine çarpışını dinleyerek… O zaman, ya Şah İsmail'in torunu olsaydım dedim. Ertesi gün oradan doğru Tebriz'e gittim. Şah İsmail'in ayak izlerine bastım. Oradaki insanlarla konuştum. Bizim için Yavuz ne ise orada da Şah İsmail aynıydı. Ardından kitabımı yeniden gözden geçirdim ve 90 sayfalık bir bölümü çıkarttım. Ancak o zaman Antalya'daki, Sivas'taki bir Alevi ya da bir Safevi askeri ile aynı oldum. Tüm bunlardan sonra dönüp baktığımda, meselenin tamamen siyasi temeller üzerine bina edildiğini gördüm. Yavuz ve Şah arasındaki kavga, tamamen siyasi temelliydi.
İşin içine inançlar katılarak toplumlar daha duyarlı hale getirilmiş. Çaldıran aslında Türk devletlerinin geleceğinin kırılma noktası oldu. Ama Müslüman inancının kırılma noktaları işin içine daha sonradan karıştırıldı. Böylece iki taraf birbirini dışladı. Olup biten ise şu idi: Anadolu toprağının ruhu boşaltılıyordu. Bunu yapan da Şah İsmail idi. O kendine göre haklıydı. O bir şeyhti. Şeyh iken şah olmuştu. Kendisinin en sadık askerleri aynı zamanda müritleriydi. Müritleri Anadolu'daydı onları kendi ülkesine çağırdı. Yavuz'un da Anadolu'da bir toprak düzenine ihtiyacı vardı. Toprak işlenmezse, Anadolu'nun içi boşalırsa Yavuz, hangi devlete hükümdar olacaktı? Şah'a gidişin önünü tuttu, sayımlar yapıldı. Alevi nüfusu sempatizan, misyoner, tehlikeli diye sınıflandırıldı. 30 bin Alevi fişlendi. Bunlardan 10 binini cezalandırdı. Aleviler Yavuz için “300 bin Alevi'yi kesti” diyorlar. Hatta bunu sloganlaştırıyorlar. 1516 yılında Sivas'ın nüfusu 4 bin 200. Yavuz'un 300 bin nüfusu kırması demek, kaç tane Sivas'ı kurutması demek bir düşünün. Böylesi bir şey söz konusu değil. Bu nedenle Şah & Sultan'ı, Sünnilerden çok Alevilerin okumasını istiyorum. Çünkü bu barış sürecine daha fazla katkı sağlayacak.
İran Aleviliği meseleyi Muaviye ile Hz. Ali'ye dayandırır. Türkiye Aleviliği, Şah İsmail ile Yavuz'u esas alır ve meseleyi oradan başlatır. Ben onun için bugün bizim kavga etmemize gerek yok, onlar siyasi sebeplerle kavga etmişlerdi diyorum.
Bu benim tercihim. Güneş her zaman aynı dünyaya doğuyor. Güneşin altında insanlar ve kıyafetler değişse de davranış biçimleri değişmiyor. Şah & Sultan'ı yazma sebebim zor bir tercihti. Tarihte yazabileceğim pek çok konu vardı hatta onları yazmak için 60 tane kitap da okumama gerek yoktu. Ama ben bu ülkede bir aydın olarak bir kitap yazmak istiyordum. 'İki Darbe Arasında' kitabımla, ne kadar iyi niyetle, ülke meselelerinin çözüm sürecine katkıda bulunmak istediysem, bu kitapla da Alevi Açılımı'na bir katkı sunmak istedim.
Sıralamaları farklı üç gömleği aynı anda giyiyorsunuz. Birincisi hükümdarlık gömleği. Size muhalefet edeni, kardeşiniz bile olsa yok edeceksiniz. İkincisi duygu gömleği. Gündüz kardeşinizi öldürtmek zorundasınız, gece odanıza kapanıp ağlayabilirsiniz. O gömleği giydiğinizde oturup trajik şiirler yazarsınız. Son gömlek idare gömleğidir. İnsanlar adalet bekler, müreffeh bir hayat bekler... Bu üç gömleği bir arada bulundurmak ancak Doğu hükümdarlarına hastır. Acımasızlıkları hükümdarlıklarından, duygusallıkları yaradılışlarından gelir.
Şah İsmail'in şiirleri, Yunus Emre ile Karacaoğlan arasında durur. Halk şiirine yakındır. Kırların berrak, temiz havasına ait gibidir. Yavuz'un şiirleri ise daha iyi işlenmiştir. İkisi de güldür. Biri, dağ başında, diğeri bahçıvan elinde, has bahçede açmıştır. İkisi de güzel kokar ama Yavuzun'kini alır vazoya da koyarsınız.