Teröre en çok Ergenekoncular seviniyor

Murat Palavar
00:0024/06/2010, Perşembe
G: 24/06/2010, Perşembe
Yeni Şafak
Teröre en çok Ergenekoncular seviniyor
Teröre en çok Ergenekoncular seviniyor

Yazar Orhan Miroğlu, "Hükümet bu süreçte başkalarının hataları yerine kendi yapmadıklarına bakmalı ve yeni bir yol haritası ile yoluna devam etmelidir" dedi. Miroğlu; "Ortaya çıkan terör ortamı en çok Ergenekoncuları sevindiriyordur."

AÇILIM DEVAM ETMELİ

Türkiye, en önemli sorunu olan Kürt sorunu ile yüzleşmekle kalmadı, çözmek için de bir açılım süreci başlattı. AK Parti hükümetinin başlattığı açılımın hedefi Kürt sorununu çözmek ve bundan sonra hiçbir ananın ağlama-masını sağlamaktı. Ancak ne oluysa gizli bir el devreye girdi ve açılımı zorda bırakacak her şey yaptı. KCK operasyonları da bunun parçası, Habur'da çıkmasına izin verilen görüntüler de, Reşadiye baskını da, İskenderun'da donanmaya düzenlenen saldırı da. Ve bu eylemler son birkaç haftada giderek arttı. Terör eylemleri artık sadece Doğu, Güneydoğu'da değil, batıda İstanbul'a ulaştı. Bir kez daha Kürt sorunu çözülmeden Türkiye'nin demokratikleşmesinin mümkün olmayacağı ortaya çıktı.

Son birkaç hafta içinde yaşadıklarımız acaba “yeniden 1990'lara geri mi dönüyoruz?” sorusunu sordurmaya başladı bizlere?

Şimdi umutsuz olma zamanı değil. Tam tersine bir özeleştiri ve her şeye yeniden başlama zamanı. Hükümetten, BDP'ye, STK'lardan, aydınlara kadar çözüm isteyen bütün aktörler yeniden işbirliği yapmalı ve bu süreci yeniden güçlendirmeli. Çünkü geçmişteki ortaklığı güçlendirerek geleceğe taşımak için başka çaremiz yok. Yeni Şafak olarak sürece katkıda bulunmak amacıyla sayfalarımızı farklı görüşlerden siyasetçi, akademisyen, araştırmacı, yazar ve sivil toplum örgütü temsilcilerine açtık. Sorunu yakından bilenlere yaşanan süreci ve neler yapılması gerektiğini sorduk. Ortaya çıkan sonuç; 'çözümden başka seçenek yok'.


Ne oldu da birden şiddet yükseldi?

Bir süredir 'eksen kayması' tartışması yapıyorduk. Eksen kayması dış politika bağlamında yapılıyordu ama ortaya çıkan tablo esas eksen kaymasının Kürt sorunun da olduğunu gördük.

Bir anda özgürlükçü politikalardan güvenlik politikalarına savrulduk. Böyle devam ederse bir sonraki güvenlik zirvesinde OHAL kararı çıkar. Oysa biz bu filmi 25 yıldır izliyoruz. 25 yıldır güvenlik konseptinde PKK'nın bitmediği görülmedi mi? Esas sorun yeni PKK'lıların ortaya çıkmasına engel olmak olmadığını görmedik mi? Ne yazık ki, demokratik açılımı başlatan hükümet de kendini bu yola bırakıvermiş. Bu üzücü.

Ne yapmalıydı hükümet?

Hükümetin yapması gereken, açılımı başlattıysa devam ettireceksin. Askerin, BDP'nin, muhalefetin eleştirilerini dikkate alacaksın ama sana engel olmayacak. Diyarbakır'a gidip Kürt sorunu vardır, bunun yüzleşeceğiz diyen, demokratik açılımı başlattık diyen bir Başbakan'ın milliyetçi duygulardan çekinerek ürkek davranmasını anlayamıyorum. Üstelik böyle yaparak en büyük kötülüğü kendine yapıyor. Çünkü şu anda ortay çıkan manzara en çok Ergenekoncuları sevindiriyor.

Peki, ne olacak şimdi?

Türkiye'nin Kürt sorunu artık bence kendisi çözebilecek olmaktan çıktı. Artık ABD olmadan bu iş çözülmez. Bu aşamada PKK'nın şiddeti şehirlete, Batı'ya taşıması Türklerle Kürtleri karşı karşıya getirebilir ki, bu en büyük felakettir.

Somut olarak neler yapılmalı?

Birincisi hâlâ güvenlik politikalarına prim veren bir yaklaşımdan vazgeçilmeli. Sınırötesi operasyon, OHAL vs. bunlar gündemden düşmeli. Bakın Başbakan bir iki yıl önce sınır ötesi operasyona gerek yok, orada 500 kişi varsa içerde 3000 terörist var mealinde bir açıklama yapmamış mıydı? Yapmıştı, o halde bu sürede sayılarda ne değişti. Sorun içerde. Siz içerde sorunu sadece terör olarak görür ve buna göre siyaset üretirseniz bu olmaz. Şimdi şiddet arttı diye özgürlükleri güvenliğe feda etmemeliyiz. Bura hükümetin biraz kendine bakmasında ve neleri yapmadığını düşünmesinde fayda var. Herkesi suçlamak kolaycılık olur. Bunu yapabilmek için önce üzerimize düşeni yapmamız gerekir. Mesela KCK operasyonları. Suç olarak sunulan iddianame insanların siyaset konuşmaları. Bırakın şiddet ve terör uygulamadıkları sürece siyaset yapsınlar. Zaten hedef PKK'nın silah bırakması değil mi? Kürt sorunu içerde bir asayiş ve güvenlik sorunu haline geliyor ama dışarda da uluslararası bir soruna dönüşüyor. Bundan sonra ABD'deki Yahudi lobisi Kürt sorununu sahiplenecek ve Türkiye'yi her durumda sıkıştıracaktır. Yani Türkiye İsrail'in eline Kürt kartını vermiştir.

Hiç umut yok mu?

Açıkası zor. Çünkü böyle bir ortamda AK Parti hükümetinin olumlu bir adım atması zor. Hergün şehitlerin olduğu ortamda siyasi çözümü telaffuz etmek zor. Ama yapılması gereken de siyasi çözümü telaffuz etmek. Zor olduğunu bile bile. Hükümet başkalarını eleştirmeyi bırakacak ve kendi gündemine dönecek. Demokratik açılım dediyse bunun içini dolduracak. İnsanlarla diyalog kuracak, daha katılımcı süreçler işletecek ve Kürtlerin hak ve özgürlükleri konusunda somut adımlar atacak. Öcalan faktörünü göz ardı etmemeli hükümet. Öcalan hala bir siyasi irade olarak fırsattır.

Öcalan'la görüşme yapılsa şiddet durur mu?

Hemen durur. Zaten kendisi de bunun mesajını veriyor. Hükümetin Öcalan'ı doğrudan muhatap almasına gerek yok. O bunun olmayacağını biliyor ve onun dışındaki bütün alternatif yollara da razı. Öcalan şiddetin durması konusunda en büyük şans.



Eski milletvekili Haşim Haşimi, "Eğer bugün şiddet yeniden tırmandıysa bunda esas sorumluluk açılım sürecine başından bu yana karşı çıkan muhalefettir. Sadece eleştirerek hiçbir alternatif çözüm önermemek ve açılım süreci küçük parti çıkarlarına kurban etmeleri bugün tabloyu ortaya çıkarmıştır" dedi. Haşimi'nin sorularımıza cevabı şöyle.

Şiddet neden arttı bir anda?

Bekleniyordu bu. Şiddet iki nedenden dolayı başladı. İlki PKK'nın açılım süreci bizi tasfiye etmeyi amaçlıyor korkusuyla, ikincisi de Abdullah Öcalan'ı muhatap aldırmak için.

Açılım sürecinden nasıl buraya gelindi?

Suçu tek bir yere atmak doğru olmaz ama muhalefetin büyük bir sorumsuzluğu olduğu açık. Çünkü daha işin başından muhalefet açılıma karşı çıktı. Bu anlamda açılım iç siyasi çıkarlara kurban etti muhalefet. PKK eğer bugün şiddete yeniden srıldıysa bunda en büyük sorumluluk muhalefet partilerinindir.

Şiddetin büyükşehirlere ulaşması da büyük sorun değil mi?

Evet. Çünkü şiddetin arttığı, terörün insanların hayatlarına girdiği aşamada söz biter. Ve hiç bir şey konuşamaz olursunuz. Sivil insanların ölmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Şimdi bu şiddetle Öcalan'ı muhatap kılmak isteyenler bu ortamda bunu başaramazlar. Bu sürecin bir kazananı olur o da muhalefet. MHP, CHP ve BDP. Bakın bu noktada BDP, MHP'den farklı yerde durmuyor.

Ne yapabilirdi BDP?

Biraz daha inisiyatif alabilirdi. Şiddete karşı durabilirdi. Çünkü bu aşamada şiddetin durmasını isteyen güçlü bir toplumsal kesim var. BDP, bu süreçte onları kazanabilirdi ama yapmadı ya da yapamadı.

AK Parti ne yapmalı?

Vicdanlı olmak durumundayız. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı; “bu ülkenin en temel sorunu, Kürt meselesidir” dedi mi, dedi. Başbakan da, “bu mesele benim meselemdir, benim sorunumdur” dedi mi, dedi. Muhalefet ne yapıyor, bu sorunu kabul eden, kendi meselesi yapanları eleştiriyor. İnsaf. Açılım bitti mi, hayır bitmedi. Belki biraz duraksadı ama bitmedi. Şimdi AK Parti, kendi içinde gelen eleştirileri de göğüslemeli ve daha cesur adımlar atmalı. Öncelik taş atan çocuklar meselesinde olmalı. Sonra yer adları verilebilir.

Nasıl biter bu çatışma süreci?

Bu aşamada bazı STK temsilcileri, akademisyen, aydınlar çıkıp çağrıda bulunacaklar, bulunmalılar. Ama bu süreç durur mu, zor. Bu aşamada çatışma sürecini durduracak iki güç var. Biri Öcalan, birisi de siyasi iktidarın temel hak ve özgürlükler konusundaki demokratik adımları.


Demokratik açılımın neyi yapamadı da şiddet arttı?

Demokratik açılım bir umut heyecan ve beklenti yarattı. Hükümet hazır bir paket ile ortaya çıkmamakta ne kadar doğru yapmış olsa bile bu sorunun tanımı, boyutları ve muhtemel muhatapları konusundaki hazırsızlığı nedeniyle maalesef beklentilere uygun bir hız ve performans gösteremedi ve geri adım attı.

Cumhuriyet tarihi boyunca 2002-2004 yılları arasında demokratikleşme konusunda atılan adımlar elbette AK Parti hükümetinin hanesine yazılmıştır. Dersim hareketi konusunda Başbakan'ın görüşleri tabuları yıkmıştır. Kürt sorunu hakkında TBMM de açık genel görüşme bir ilk olmuştur. Ancak tüm bu olumlu ve umut veren adımlar maalesef Kürtler ile bu sorunu çözme konusundaki tereddütler ile berhava edilmiştir.

Bu aşamada AK Parti ve BDP ne yapmalı?

AK Parti ve BDP demokratik siyasal yaşamın seçilmiş ve meşru temsilcileri olarak bu konuda her şeyden önce empati yapmalıdırlar. Demokratikleşmeyi ve T.C tarihindeki yanlışlıklar ile hesaplaşmayı hedeflediğini ileri süre AK Parti ile Kürtlerin hak ve özgürlükleri adına var olduğunu iddia eden BDP ortak noktalarını tespit etmelidirler. Bu konuda BDP'ye çok önemli görevler düşmektedir. BDP, oy tabanının siyasal iradesi veya tercihlerine rağmen tüzel kişilik olarak kendisinin demokratik ve siyasal çözüm arayışında muhatap olduğunu ve bunu başka yerlere devredilemeyeceğini inandırıcı biçimde ortaya koyabilmelidir. Öte yandan AK Parti hem siyasi parti olarak hem de hükümet icra eden bir siyasi güç olarak Kürt sorununu Kürtlere rağmen çözemeyeceğini ve bu çerçevede BDP ve diğer muhataplar ile ilişki, iletişim ve görüşmelere açık olduğunu ortaya koymalı ve inisiyatif almalıdır. Bu nedenlerden dolayı yapılması gereken Kürt sorunu'nun bir kimlik ve bu kimlikten kaynaklı hak ve özgürlükler sorunu biçiminde tanımlanarak buna uygun çözüm arayışlarına girilmesidir. Hem AKP nin hem de BDP nin yapması gereken budur.

Çözüm/Şiddetin durması için somut üç öneriniz ne olur?

Kürtlerin sorunlarının ancak Kürtler ile konuşarak ve onların kendilerini ifade etmelerinin serbestliğinin sağlanmasına bağlı olduğunun içselleştirilmesi yani Kürt sorununun bir terör ve/veya aş/iş/kalkınma sorunu olmadığının kabul edilmesidir.

Siyasi partiler yasası, anayasal desteği ile birlikte, Kürtlerin kendi kimlikleri ile serbest siyaset yapmalarına ve şiddet kullanmayan/içermeyen/teşvik etmeyen/desteklemeyen bütün siyasal çözümlerin (bağımsız Kürt devleti isteyenler de dahil olmak üzere) programlaştırıldığı siyasal partilerin kuruluşu ve serbest faaliyetinin yasal, idari ve toplumsal şartları yaratılmalıdır. Bu, siyasal şiddet ve terörün en önemli panzehiridir.

AB müktesebatı, Kopenhag siyasi kriterleri ve taraf olunan uluslararası sözleşmelere göre yasal düzenlemelerin yapılarak Kürt kimliği ve varlığı yasal/anayasal bir güvenceye kavuşturulması ve açılımın devam ettirilmesidir.

Sonuç olarak umutsuz olmamak lazım. Bugün şu gerçeği görmek gerek, PKK, "Bağımsız Birleşik Kürdistan" hedefinden ”demokratik cumhuriyet” hedefine yönelmiştir. Bu durum bana göre silahlı mücadelenin gerekliliğini mevcut dünya ve Türkiye koşullarında ortadan kaldırmıştır ve PKK bizzat kendisi silahlı mücadeleye son verebilir ve vermelidir.Yeniden bir çağrı yapmak mümkün. Buradan örgüte sesleniyorum; 20 gün içinde yapılanlar siyaseti ve diyaloğu yok ediyor. Toplumun bir kez daha barışı konuşabileceği bir ortama ihtiyaç var. Örgüt yeniden ateş ilan etmelidir. Örgüte şiddet uygulamaması yönünde çağrı yapıyoruz. Tabii bu süreçte de hükümetin demokratik alanı güçlendirici adımlar atması lazım. Örgüt çoğu kez bu tür çağrılara kulak vermiştir. Bugün için yeniden bu çağrı yapıyoruz. Ama bu süreçte demokratik adımlar da atılması lazım.