MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün son 2 ay içinde yaptığı; “Kürt sorununu sınır dışından çözülemeyecek', “İçerde ve dışarıda çok iyi şeyler olacak” ve “Türkiye'nin bu en önemli sorununun çözümü için 2009 fırsat yılı” şeklindeki açıklamalarının izaha muhtaç olduğunu söyledi.
Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısında, son yıllarda iktidar odaklı sistematik bir “yönlendirme, dayatma, bıktırma ve teslim alma” olarak formüle edecekleri aşamalı bir teslimiyet şablonun kamuoyunun önüne konulmaya başlandığını iddia etti.
“Gerçeklerin konuşulması, sorunlarla yüzleşme, ezberlerin bozulması, statükodan kurtulma, barışla buluşma, değişimin gücü, engellerin aşılması, hataların sorgulanması” gibi sayısız kavramla kamuoyunun karşısına çıkan bu mihrakların mesafe almaya başladığını belirten Bahçeli, “Maksatları, en büyük teminatımız olan millet vicdanını ve şuurunu sarsmak, kavram ve kafa karışıklığı ile milli direnç noktalarını zayıflatmaktır” dedi.
“HEDEF MHP”-
Bahçeli, Washington, Brüksel, Erbil ve Erivan ağzı ile konuşan yerli lobilerin son günlerde MHP'yi ve politikalarını hedef aldığını savundu. Bu zihniyet sahiplerinin, gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında, toplantı salonlarında, konuşmacı kürsülerinde, platform sandalyelerinde partilerine yönelik yoğun bir faaliyet içinde olduklarını belirten Bahçeli, “Lobi faaliyetlerinin partimizi ve partililerimizi hedef almaya başlamış olması, toplumun diğer direnç noktalarının bu odaklar tarafından belirli bir kıvama getirildiğinin işaretlerini vermektedir” ifadesini kullandı. “Özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, 'Kürt sorunu Türkiye'nin birinci sorunudur' açıklamasıyla eş zamanlı olarak medya üzerinden Kandil Dağı'ndan yapılan mütareke ve müzakere çağrıları başka bir sonuç çıkarmamıza imkan vermemektedir” diyen Bahçeli, Cumhurbaşkanı'nın bu konudaki son beyanları ile Kandil Dağı'ndaki elebaşı ile yapılan mülakatın tartışmaları alevlendirdiğine işaret etti.
Bahçeli, kendileri için bu süreçte Cumhurbaşkanı'nın konumu, rolü ve fonksiyonunun önemli olduğunu bildirdi.
MHP lideri Bahçeli, Anayasaya göre Cumhurbaşkanı'nın devletin başı olduğunu ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk milletinin birliğini temsil ettiğini söyledi. Bahçeli şöyle devam etti:
“Cumhurbaşkanı göreve başlarken bu sıfatıyla devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü koruyacağına büyük Türk milleti ve tarih huzurunda yemin etmiştir.
Anayasal görevi bu şekilde tanımlanan Cumhurbaşkanı'nın son 2 ay içinde;
'Kürt sorunun sınır dışından çözülemeyeceği', 'içerde ve dışarıda çok iyi şeyler olacağı' ve 'Türkiye'nin bu en önemli sorununun çözümü için 2009'un fırsat yılı olduğu' yolundaki beyanlarını sorunlu bulduğumuzu ve izaha muhtaç olduğunu belirtmek isterim.
Çek Cumhuriyetine yaptığı seyahat esnasındaki sohbetinde bu konuda devlet katında mutabakat bulunduğunu söylemesi, konuya dahil olan bütün Anayasal organları bağlayıcı anlam kazanmıştır.
İddia edilen bu mutabakatın niteliği, içeriği ve tarafları bir an önce açıklanmalıdır. Bu mutabakatın içinde yer alanların anlaştıkları zeminin ne olduğunu kendi adlarına açıklamaları Türk milletine karşı tarihi sorumluluğun bir icabıdır. Ancak böylesi bir yaklaşımla, kimin nerede durduğu ve ne düşündüğü, kimin kim adına ve hangi amaç ve yetkiyle konuştuğu da bütün yönleriyle açıklığa çıkacaktır.”
Bu süreçte Başbakan'ın “sutre gerisine” çekilerek kamuoyunun psikolojik olarak hazırlanması sürecini izlediğini, Cumhurbaşkanı'nın ise ön safta yer alarak Türk toplumuna şifreli mesajlar verdiğini ileri süren Bahçeli, bu konuda bir rol paylaşımının yapıldığının akla geldiğini bildirdi.
Bahçeli, temel meselelerde teslimiyet sürecine girmemiş ve ayakta duran tek bir siyasi hareketin MHP olduğunu belirterek, şunları söyledi:
“İç ve dış lobilerin yeni kampanyalarının hedefi haline geldiği artık kuşku götürmeyen MHP'den sözde barış ve katkı adına istenen nedir? Koruculuğun kaldırılmasına çanak tutulması mı? Yapay azınlıkların yaratılmasına seyirci kalınması mı? Milli kimliğin tartışılmasının kabul edilmesi mi? Eğitim dilinin çeşitlendirilmesine sessiz durulması mı? İmralı canisine kadar uzanacak PKK affına göz yumulması mı? Barzani devletinin tanınması ve tek taraflı tavizlere kucak açılması mı? Yeni anayasa maskesiyle üniter yapının ve milli kimliğin tahrip edilmesi mi? Türkiye'nin bölünme senaryolarının demokratikleşme reçetesi olarak pazarlanmasına rıza gösterilmesi mi? Federatif bir yapılanmanın sinsice yürürlüğe konulmasına alkış tutulması mı? Adı telaffuz edilmeye başlanan bir siyasi sınırın çekilmesi için taşeronluk yapılması mı? Yoksa, bin yıllık kardeşlik hukukunun çiğnenmesi ve sosyal dokunun bozulmasına kayıtsız kalınması mı? Hangisi için bizden destek aranmakta, hangi rezalete, üzerine basa basa tekrarlıyorum hangi ihanete katkıda bulunmamız için servis yapmamız istenmektedir? Cumhurbaşkanı Gül'ün Kürt sorunu tanımıyla sözde çözüm için ümit dağıttığı ve müjde verdiği bu ortamda, Türk Devletinin, Türk hükümetinin ve kendisinin mutabık kaldıkları zemin bunlardan hangisidir? Kimlerle anlaşılmış, kimlerin onayı alınmıştır? Hangileri milletimize dayatılmaya çalışılacaktır? Süreç kimlerle olgunlaştırılmıştır? Kime sorulmuş, kimlerle mutabık kalınmıştır? Kiminle müzakere edilmiş, kim muhatap olarak alınmıştır? Kaçırılmaması gereken fırsat nedir? Fırsattan maksat nedir? MHP ve aziz milletimiz Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'dan bu soruların cevabını acilen beklemektedir.” Bahçeli, içinde MHP'nin görüş ve önerilerinin olmadığı, milli kimlik ve milli bekanın tehlikeye gireceği hiçbir süreçte, partisinin ve partililerinin yer almayacağını ifade etti.
Bugüne kadar teslim ala ala ilerleyen iş birlikçi lobiler ve yandaş mihrakların bu kez MHP'yi hedef alarak “baltayı taşa” vurduklarını dile getiren Bahçeli, “Bilinmelidir ki, bölücü terörü ve bölücülüğü hoşgörü ile karşılayıp talepleri sözde siyaset içinde çözmeyi önerenlerin partimizi kendi ifadeleri ile 'yıkıcı bir faktör' olarak adlandırması hiç kimsenin haddi değildir. Ve bölücü talepleri kabul noktasında, sanki savaşan bir tarafın temsilcisiymiş gibi kavramları karıştırarak partimizin barışa davet edilmesi ve barıştan başka yolun kalmadığının işaret edilmesi sinsi bir oyundur” ifadesini kullandı. Devlet Bahçeli, partilerine yönelik yapılan çalışmaları “nafile çabalar” olarak değerlendirdi. “Sözde överek eleştirme ve yönlendirme gayretlerinin MHP'de ve partililerde bir karşılık bulması ve karanlık lobilerin etkisine girmesinin söz konusu olamayacağına” dikkati çeken Bahçeli, “MHP, birileri istiyor diye; Iraklı aşiret reislerine ilişkin tanımını, milletimiz için öngördüğü tehdit ve tehlikeleri, konuya ilişkin kullanacağı dili, Türkçe dışındaki bir dile kapalı eğitim anlayışını ve hükümete yönelik eleştirilerini değiştirecek değildir. Gaflet ile ihanet, menfaat ile melanet arasında gidip gelen tükenmiş ruh sahiplerinin bu hezeyanlarının camiamızda anlam bulması mümkün olmayacaktır. MHP, hiçbir telkin ve dayatmaya aldırmaksızın doğru olduğuna inandıklarının sonuna kadar savunucusu olacaktır” dedi.
Bahçeli, geçtiğimiz hafta Mardin Mazıdağı ilçesinin Bilge köyünde meydana gelen ve aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 44 vatandaşın ölmesi ile sonuçlanan olayda koruculuk sisteminin tartışılmasına yönelik partisinin düşüncelerini açıkladı.
“Hiçbir mazeretin, insanların birbirlerini öldürmelerinin meşruiyet gerekçesi veya bahanesi olmayacağına” işaret eden Bahçeli, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının tespitlerine göre “töre ve namus cinayeti” olarak tanımlanmış suçlara maruz kalanların sayısının 2003 ve 2007 yılları arasında bin 100 kişiye ulaştığına dikkati çekti.
Bahçeli, son yaşanan olayda “çocuk ve kadın demeden işlenmiş bu hunhar cinayetin yöredeki korucular tarafından işlenmiş olmasının dikkatleri haklı olarak bu konu üzerinde yoğunlaştırdığını” belirtti. Bahçeli, bunun bütün korucuların suçlanmasına, bütün koruculuk sisteminin sorgulanmasına bahane olmaması gerektiğini söyledi. Korucuların zor şartlar altında görevlerini başarıyla sürdürdüğünü ifade eden Bahçeli şunları kaydetti:
“Vatana bağlılığın en önemli göstergesi olarak şahadeti göze almış insanların bu kahramanlıklarını ve fedakarlıklarını görmezden gelerek, işlenmiş bir suçtan toptancı hükümler çıkartmak, kabul edilmesi mümkün olmayan bir yanılmadır. Ve bu konuda hala koruculuğun kaldırılması için ısrarcı olmak, PKK'nın yıllardır ve her platformda üzerinde durduğu siyasallaşma taleplerinden birinin bilerek veya bilmeyerek avukatlığına soyunmak anlamını taşıyacaktır. Özellikle bu yörede asırlardır işlenen cinayetlerin, bitmeyen kan davalarının sebebini son 24 yıldır süren bir kamu görevine yüklemek asla gerçek, doğru ve hakkaniyetli bir değerlendirme değildir.”