Bu ülke normalleşmek istiyor. Bunu Deniz Baykal'a endeksli bir CHP solu ile yapamayacağımız gibi Milliyetçi bir bakış açısıyla kendini dünyaya kapatan MHP ile de gerçekleştirmek mümkün görünmüyor. İki parti de Türkiye'ye yazık ediyor.
Küreselleşmeyle birlikte gittikçe küçülen dünyada artık yerel, yerleşik, dar, baskıcı ve milliyetçi paradigmalar yerini daha geniş ve evrensel değerlere bırakmaktadır. Artık bugün sözgelimi Almanya'da, Fransa'da, ABD'de ve Türkiye'de yaşayan insanların sorunları büyük ölçüde ortak ve iletişim teknolojilerin gelişmesiyle de bu sorunlara karşı insanlar birlikte hareket edebiliyorlar. Bugün eğitimsizlik, sivilleşememe, hukuk, cinsiyet, din, dil ve ırk ayrımı gibi birçok insan hakları sorununu gündeme taşıyan ve bu sorunların çözümü için birlikte ortak eylem kararları alabilen yığınlarca STK mevcut dünyada… Bunun en iyi örneğini Körfez savaşında gördük. Yüzlerce savaş karşıtı sivil örgütün eylemlerine tanıklık ettik.
Dünyanın geldiği bu noktada maalesef değişimleri, gelişmeleri ve yenilikleri başka bir deyişle içinde yaşadıkları çağı yeterince okuyamayan iki muhalefet liderine sahibiz. Hâlâ ilkel bir inatla yerel, dar ve korkuya dayalı politika üretmeye çabalıyorlar. Burada yaşayan insanların devletin sarsılmaz ve hesap veremez gücü karşısında eğilmelerini, sınırsız ve mutlak bir itaatle ona bağlı kalmalarını istiyorlar. Şüphesiz bu durum ülkenin geleceği, huzuru, barışı ve demokratikleşmesi açısından bakıldığında gerçekten çok üzücü bir tablodur.
Muhalefetin etrafı hâlâ duvarlarla çevrili. Çünkü atılan her barış adımından evhamlanan domuz gribi aşısı dâhil AK Parti'nin yaptığı her işin arkasında bir şeyler arayan bir muhalefet var karşımızda. Seçimlerde gösterdikleri başarısızlıklarının sebebini bile halkın bilinçsizliği olarak görecek kadar kendi ideolojilerinin ve mantıklarının üstünlüne inanan ve bundan başka hiçbir şeyi görmeyen ve kabul etmeyen bir kafa yapısına sahip muhalefet partileri... Hâlbuki sürekli gelişen ve değişen dünyamızda içe kapalı, kendinden başka kimseyi haklı görmeyen, etrafı duvarlarla çevrili, özeleştiri kültüründen yoksun anlayışlara ve siyasi oluşumlara artık itibar edilmiyor. Bu yüzden özellikle muhalefet partileri oturup kendi bakış açılarıyla ve siyasi yapılanmalarıyla ilgili olarak ciddi bir özeleştiri yapmaları gerekmektedir.
Türkiye'de yaşayan insanlar her fırsatta evrensel hukuk, insan hakları ve özgürlükler bağlamında dünyayla bütünleşmek gerektiğini ısrarla vurguluyorlar. Çünkü bunun aksini dillendirenlere yani insanlara sürekli korku aşılayan partilere seçimlerde oy vermiyorlar. Türkiye'de 2007 yılı itibariyle gerçekleşen bir yığın antidemokratik tavırlar ve eylemler bir kırılma noktası olmuştur. 27 Nisan 2007 Genel Kurmay muhtırası, AK Partinin Cumhurbaşkanı adayı olan ve şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün liyakatine, tecrübesine, bilgi ve birikimine bakılmadan eşinin başörtülü olması gibi bir sebepten ötürü engellenmesi, akabinde ilginç gerekçeli 367 şartı. Yine AK Parti için “yüzde doksan beşle gelseler bile gerekli kurumlar görevini yapacaktır” gibi beyanatların akademik çevrelerce verilmesi, mitingler ve oralarda sarf edilen bir takım antidemokratik söylemler vs…
Gerçekten üzücü olayların yaşandığı bu dönemde tavrını, haktan, hukuktan, özgürlüklerden ve demokrasiden yana koyanlarla, dar, yerel ve korkuya dayalı politika üretenler arasında ciddi bir ayrım oluştu. Dünyayla bütünleşmek, komşularıyla iyi ilişkiler geliştirip hem içte hem de dışta huzurlu ve mutlu bir ülke tasavvur edenler 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AK Parti'yi yüzde 47'lik bir oy oranıyla yeniden iktidar yaptılar. Bu cevap aynı zamanda içe kapalı, baskıcı ve çağdışı ideolojilerin artık yeri olmadığının, her düşünceden, ırktan, mezhepten ve ideolojiden insanları kucaklayan adaleti ve özgürlüğü herkes için arzu eden zihniyetlere, partilere ve sivil toplum kuruluşlarına ne kadar ihtiyacımız olduğunun da bir göstergesiydi. Kabul edelim veya etmeyelim, sevelim ya da sevmeyelim bugün AK Parti, demokratik anlamda bazı eksikliklerinin olmasına rağmen bir Türkiye partisinde bulunması gereken birçok vasfı bünyesinde barındıran bir siyasi partidir. Toplumun tüm kesimlerini görüş ayırt etmeksizin kucak açmasını bilmiş ve bundaki samimiyetini de herkesi inandırmıştır. Bunu her ilden, görüşten, ırktan ve ideolojiden aldıkları büyük oranda oylarla da tescillemiş oldular.
CHP'nin ve sol sendikaların anlayış, tutum ve tavırları ise hiçbir zaman sahici ve samimi olmamıştır bu ülkede. Her ne kadar yıllardır ekmekten, işçiden, garibandan bahsetseler de sol adına ortaya somut bir proje koyamadılar. İktidara, baskıcılığa ve zorbalığa karşı ciddi bir muhalefet dilini geliştiremediler. Türkiye'de üniversiteye giremeyen başörtülü bir kızın demek ki yurtdışında okuyacak kadar parası yok ve bu kız bu ülkede okuyarak fakir ve yoksulluk içinde kıvranan üstelik hiçbir sağlık sigortası bulunmayan ailesine yardımcı olmak istiyor. Ülkemiz solu geliştirdiği “ezilenler söylemiyle” bile olsun bu kızları sahipleneceğine, öğrenim haklarını sonuna kadar savunacağına “irtica” söylemiyle bu insanları mağdur etmiştir ve hala etmektedir.
Artık bu ülkede yaşayan insanlar normalleşmek istiyor. Vatan sevgisinin bile bir ideolojinin tekelinde olduğu bu yüzden bazılarının istediklerini vatansever istediklerini vatan haini ilan ettikleri bir ortamda gerçekten normalleşmeye, barış ve huzur içinde yaşamak için cesur adımlara ve açılımlara ihtiyaç vardır. Bunun için çağın yeniliklerine ve değişimlerine açık, herkesimden insanı kucaklayan fikirlerin sahiplerini önemsememiz gerekiyor. Bu ülke bu tür fikirlerle ve atılacak cesur adımlarla kaliteli olacaktır. Bunu bugün bu haliyle Deniz Baykal'a endeksli bir CHP solu yapamayacak gibi gözüküyor. Milliyetçi bir bakış açısıyla kendini dünyaya kapatan MHP ile de bunu gerçekleştirme şansımız yok. Bu ancak evrensel ahlak ve hukuk kriterlerini içselleştirmiş, demokratik ve özgürlükçü bir bakış açısına sahip tarihten getirdiği temel insani değerlerle birlikte hareket eden özgürlükçü bir kitlenin çabalarıyla mümkün olacaktır.