Akşam Gazetesi Yazarı Deniz Ülke Arıboğan bugünkü köşesinde, "Kimdir o üçüncü?" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Arıboğan yazısında, "Terör, tıpkı sahaya bırakılan bir futbol topu gibi, her ayağına gelenin vurduğu ve karşı kaleye gol atmaya çalıştığı' bir araca dönüşüyor. O saatten sonra da topu sahaya kimin bıraktığının da bir önemi kalmıyor. Bazen topu sahaya bırakanı bile şaşırtan bir hızla ayaktan ayağa dolaşıyor. Ama yine de değişmeyen bir gerçek var; birileri o topu sahaya bırakmış bulunuyor. Evet, bir üçüncü var oralarda bir yerlerde" diyor.
Belki memleketçe 'komplo teorisi' hastalığına tutulduğumuzdan; belki 'perdenin arkasında neler oluyor?' sorusuna aşırı ilgimizden; belki aşırı kuşkuculuk ve güvensizliğimizden; belki de bugüne dek yöneticilerimizin bütün iyi duygularımızı sonuna kadar istismar etmiş olmasından, hepimiz her türlü problemimizin arkasında bir 'karanlık el' arama düşüncesinden kurtulamıyoruz. Bazen ulusal, bazen de uluslar- arası düzeyde failler buluyor, tüm kötülükleri bunların sırtına yüklüyoruz. Her şeyi yapmaya muktedir olan bu kötüler, bizi birbirimize düşürüp, sürekli provokatif eylemler tasarlamaya, gençlerimizi zehirlemeye, insanları öldürmeye devam ediyorlar. Amaçlarını bilmiyoruz, onları tanımıyoruz ama muhtemeldir ki, 'iç barışımıza, bölünmez bütünlüğümüze, kurumlarımızın itibarına göz dikmiş birileri olmalı bu kişiler' diye düşünüyoruz. Peki kimdir bunlar?
Buradan bakınca tarafların tercihine göre standart suçlu tipleri değişik formlarda ortaya çıkıyor. Kimileri Ergenekon ve o noktadan hareketle askerin izini sürüyor, kimileri Cemaat'ten kalkıp polisten çıkıyor. Bazıları için genel manasıyla dinciler her şeyin sorumlusu, kimileri PKK'dan ötesine gidemiyor. Kimilerine göre İsrail, kimlerine göreyse ABD her şeyi organize edip, dünyayı düzenliyor. Kısaca herkes bir tarafa kafayı takmış durumda. Suçlu zaten bilindiğinden yorumlamak için çok da fazla bir gayret gerekmiyor.
Yapılan neredeyse tüm eylemler ve terörist saldırılar binbir türlü spekülasyona sebep oluyor. Gerçek nedir tam da bilemiyoruz ama, konuşa konuşa oluşturduğumuz 'üretilmiş gerçeklik' diğer her şeyin önüne geçiyor. Akademisyenler, gazeteciler, kanaat önderleri günlerce, saatlerce konuşuyor, tartışıyor ve büyük bir zihinsel eforla 'kendi tasarımımızı' inşa ediyoruz. Bu noktada ise medya ve enformasyon sistemlerinin gücü bir kez daha ortaya çıkıyor ve en ikna edici yayınları yapan, en güçlü iletişim dilini kullanan, izleyici ile aradaki mesafeyi en hızlı alan, en başarılı oluyor. Medya izleyiciye-okuyucuya anlatıyor, doğruyu gösteriyor ve 'gerçekliğin ne olduğuna' ikna ediyor. Lakin bu yolla belki de 'gerçeği en fazla deforme eden aktör' haline geliyor. Gerçeğin sorumlusu ise görünmezlik pelerinini giyip, suç mahallinden uzaklaşıyor.
Peki sonra ne oluyor?
Mesela bir terör saldırısı kendi içeriğinden çok daha yüklü bir anlama kavuşarak, basit bir saldırının çok ötesine taşıyor. Eylemi gerçekleştiren teröristin bile 'ben neymişim yahu!' diyeceği kadar derin niyet okumalar, siyasi sonuçlar, yaygın tahribatlar yaratılıyor. Herkes aynı olayı kendi inancına uygun biçimde yorumluyor ve kendi ihtiyacını karşılayabilecek bir sonuç yaratmayı başarıyor.
Tüm deliller 'ya bizi ikna etmek için diğer tarafça üretildiyse' sorusuna muhatap olmak zorunda kalıyor. Nitekim tüm imzalar taklit, tüm tetikçiler sahte, tüm dinlemeler montaj ya da özel üretim olabilir. Tüm sahneler tasarlanmış, tüm kişiler ayarlanmış, tüm ölümler suçunu birilerinin üzerine atmak adına tezgahlanmış olabilir. Ya da belki de tüm bu tasarlama iddiaları birileri tarafından tasarlanmış olabilir. Hayat buradan bakınca ne kadar karmaşık değil mi?
Vaktiyle teröre ilişkin bir benzetme yapmıştım, şimdi tekrar edeyim; 'terör, tıpkı sahaya bırakılan bir futbol topu gibi, her ayağına gelenin vurduğu ve karşı kaleye gol atmaya çalıştığı' bir araca dönüşüyor. O saatten sonra da topu sahaya kimin bıraktığının da bir önemi kalmıyor. Bazen topu sahaya bırakanı bile şaşırtan bir hızla ayaktan ayağa dolaşıyor. Ama yine de değişmeyen bir gerçek var; birileri o topu sahaya bırakmış bulunuyor. Evet, bir üçüncü var oralarda bir yerlerde...