Takiyye Ne Anlama Geliyor? Takiyye Kelimesinin Anlamı, Kökeni Ne?

Gündelik yaşamımızda çokça karşımıza çıkan takiye kelimesinin kelime anlamı ve dini bir kavram olarak takiyenin manası merak edilmekte. "Takiye nedir, takiye yapmak ne demek, takiye kelimesinin kökeni" bu konuda en çok aratılan sorular. Arapça kökenli olan Takiyye kelimesi, vikaye sözcüğünden türetilmiştir. Vikaye, korumak, gözetmek ve sakınmak anlamına gelirken, takiyye can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla dini inancını gizli tutmak demektir. İşte Takiye kavramına ilişkin ayrıntılı bilgiler...

Takiye nedir

Takiye kelimesi son zamanlarda oldukça yaygın olarak kullanılıyor. Bu sebeple takiye kelimesinin kökeni, anlamı merak kazanıyor. Peki, Takiye kelimesi ne demek, TDK’ya göre ne anlama gelir ve kelimenin kökü nedir? İşte, Türk Dil Kurumu (TDK) bilgileri eşliğinde Takiye kelimesinin anlamı,doğru kullanım örnekleri ve diğer tüm detaylar...

TAKİYE NEDİR, NE ANLAMA GELİR?

Mezhep belirtmeme, gizleme

Olduğundan farklı görünme

Sakınma, çekinme

TDK'YA GÖRE TAKİYE NEDİR?

TDK'ya göre Takiyye kelimesinin üç farklı anlamı vardır:

İlk Anlamı: İnsanın kendisini ya da yakın çevresindeki kişileri koruması ve buna uygun hareket etmesi

İkinci Anlamı: Kişinin tehlike anında dini inancını ya da mensup olduğu mezhebi gizlemesi

Üçüncü Anlamı: Tehlike arz eden durum geçene kadar kalpte olanı gizlemek.

DİNİ BİR KAVRAM OLARAK: TAKİYE

islamansiklopedisi'ne göre; sözlükte “bir kimseyi tehlikeden korumak” anlamındaki vaky (vikāye) kökünden türeyen takıyye “kendini korumak, sakınmak” mânasına gelir (Lisânü’l-ʿArab, “vḳy” md.; Kāmus Tercümesi, IV, 1221-1222). Takıyye Kur’an’da geçmemekle birlikte Âl-i İmrân sûresindeki (3/28) “tükāt” kelimesinin aynı mânada takıyye şeklinde de okunduğu bilinmektedir (Şerîf er-Radî, V, 194; Bennâ, s. 172). Zorunlu durumlarda başvurulabilecek bir kolaylık (ruhsat) olan takıyye müminlerin kendilerinden olanları bırakıp kâfirleri dost edinmemelerini, fakat onlardan sakınıp korunma halinin bundan istisna edildiğini belirten yukarıdaki âyete dayanmaktadır. Bunun dışında Kur’an’da, kalbi imanla huzur bulduğu halde küfür ve inkâra zorlanan kimsenin mâzur sayıldığını ifade eden âyetle (en-Nahl 16/106) Firavun’un tebaasından olup imanını gizleyen kimseden övgü ile bahsedilen âyetten (el-Mü’min 40/28) hareketle tehlike karşısında kişinin asıl inancını gizleyebileceği kabul edilmiştir. Rivayete göre ilk müslümanlardan Ammâr ile babası Yâsir ve annesi Sümeyye’yi müşrikler dinden dönmeye zorlamış, babası ile annesi bunu reddedince öldürülmüş, Ammâr ise eziyetlere dayanamayıp sözle inkârda bulunmuştur. Daha sonra durumu Hz. Peygamber’e bildirdiğinde Resûlullah cebir karşısında böyle davranılabileceğini söylemiştir (Taberî, XIV, 237-238; İbnü’l-Esîr, IV, 131). Bu olay hakkında nâzil olan Nahl sûresindeki âyet (16/106) benzeri durumlarda takıyye uygulamasının bir ruhsat sayıldığını teyit etmiştir. Bununla birlikte cebirle karşılaşan bir müminin takıyyeye başvurmayıp ölümü tercih etmesi hemen bütün İslâm fırkalarınca daha üstün bir davranış olarak değerlendirilmiştir (Şerîf er-Radî, V, 195-196).

TAKİYE KELİMESİNİN TARİHİ SERÜVENİ

Takıyye ilk İslâm mezheplerinden olan Hâricîler arasında genellikle benimsenmemiş, ancak başta Necedât olmak üzere mezhebin bazı gruplarının Âl-i İmrân (3/28) ve Mü’min (40/28) sûrelerindeki âyetlere dayanarak bu yöntemi câiz gördükleri ileri sürülmüştür (Şehristânî, I, 122, 125). Sonraki dönemlerde bir kısım Hâricîler’in bulunulan ülkeyi “dârü’t-takıyye” ve “dârü’l-alâniyye” diye nitelendirmeleri de onların bu konudaki tavrını belirtmektedir. Takıyye hemen bütün Şiî fırkalarınca uygulanan bir esas kabul edilmiştir. Şîa’nın kolları içinde İsmâiliyye özellikle gizlilik (setr) devrelerinde bu prensibi uygulamış, İmâmiyye’den Ahbâriyye, Usûliyye, Şeyhiyye ve Bâbiyye de bu esasa bağlı kalmıştır. Zeydiyye ilke bakımından takıyyeye muhalif görünse de zaman zaman uygulamaktan geri kalmamıştır (Kâmil eş-Şeybî, XVI [1962], s. 233). Özellikle İmâmiyye’de muhaliflerin baskısından kurtulmak, isyan etmeye elverişli bir durum ortaya çıkıncaya kadar toplumun ve yöneticilerin dikkatini çekmemek için takıyye yöntemine başvurulmuştur. İmâmiyye’ye göre bu nevi takıyye uygulaması ilk dönemlerden itibaren başlamıştır. Resûlullah’ın vefatından sonra ilk üç halifenin hilâfeti devrinde asıl hak sahibi olan Hz. Ali’nin sükût etmesi bir takıyye olduğu gibi oğlu Hasan’ın Muâviye ile hilâfet konusunda anlaşması da takıyye mahiyetindedir. Buna göre Hz. Hüseyin’in Emevîler’e karşı başlattığı hareket takıyye ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Ardından gelen Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır ve Ca‘fer es-Sâdık gibi imamların mevcut idareye isyan edilmesini câiz görmemeleri de takıyye uygulaması şeklinde görülmüştür. Özellikle Muhammed el-Bâkır ve Ca‘fer es-Sâdık zamanında gelişen aşırı Şiî ihtilâlci hareket mensupları takıyyeye daha çok yönelmişlerdir. Bu tür bir takıyye, dinin kâfirler karşısında bir mümine tanıdığı ruhsatın ötesinde belirli Şiî grupların maksatlarına ulaşabilmek için uyguladıkları bir yöntemdir. Diğer bir ifadeyle takıyye muhaliflere karşı uygulanan siyasî bir mahiyete bürünmüş, istenen sonuca ulaşabilmek için söylenen sözleri zâhir ve bâtın diye ikiye ayırıp ilkini herkesin, ikincisini ancak mezhep mensuplarının anlayabileceği bir terminoloji oluşturulmuştur.

ÖZGÜN
Mahreç nedir, Kuran-ı Kerim Okurken Mahreç Nasıl Uygulanır?