Kur’ân-ı Kerim, iblis/şeytan denilen bir varlıktan söz eder. Bu varlık, şerrin, hasedin, fesadın, fitnenin mümessili olarak ortaya konulurken aynı zamanda bunun, insanlığın baş düşmanı olduğuna da işaret edilir. Bu yazımızda insanları sapıtmaya çalışan iblisin/şeytanın, insanlara kurduğu en tehlikeli tuzaktan bahsetmek istiyoruz. İnsanların, doğru yoldan uzaklaşmasına ve savrulmasına vesile olan bu tuzağa düşme eylemi, insanlık tarihi boyunca da hak ve hakikatin önünde en ciddi problem teşkil etmiştir. İnsana mahsus utanma duygusunu en fazla örseleyen bu korkunç tuzağın, insan hürriyetinin merkezine yerleştirilmesi de ne yazık ki çağımızın en talihsiz algısını oluşturmasıdır.
İLK İNSAN VE İLK HALİFE
Allah, kendi adına hükümlerini icra edecek ve yürütecek, emirlerini ve kanunlarını tatbik ederek ilâhî hükümranlığı gerçek-leştirecek bir halife yaratmayı murat etmiştir. Bu halife, Allah adına iş yapacak ve O’nun bir vekili olarak görev ifa edecektir. Bu hilafet görevini üstlenen ilk insan, Hz. Adem’dir (Bakara, 30-31).
Kur’an, Hz. Adem’in, beşeriyeti aydınlatacak bilgilerle donatıldığını ve risâlete hazırlandığını haber vermektedir. (Bakara, 31-33) Allah Teâlâ, Hz. Adem’i yarattığında meleklere, Adem’e secde etmelerini emretmiştir. Melekler derhal bu emre itaat etmiş ve fakat iblis/şeytan buna yanaşmamıştır (Bakara, 34). Bu ilâhî emir neticesinde meleklerin Âdem’e secde etmesi, insanoğlunun şerefine bir delil olmakla birlikte, Hz. Âdem’in ve insan neslinin de şerefini göstermektedir. Allah Teâlâ’nın emrine itaat etmemesi ve isyan etmesi sebebiyle Hakk’ın huzurundan ve ilâhî rahmetten kovulan iblis, insanları doğru yoldan saptırmak için Allah’tan mühlet istemiş ve hatta bu mühletin insanların dirilme gününe kadar devam etmesini arzu etmiştir.
İBLİS/ŞEYTAN İLK MÜCADELEYİ KİMİNLE BAŞLATTI
Tabiî ki, iblisin/şeytanın ilk mücadele edeceği kişi, kendisini ilâhî rahmetten uzaklaştırılmasına vesile olan Adem (as) olmuştur. Allah, Adem (as) ve eşine cennete yerleşme emrini vermiş ve orada istedikleri zaman kolayca ulaşabilecekleri her çeşit nimetlerden istifade edebileceklerini, bol bol yiyebileceklerini, ancak gösterilen ağaca kesinlikle yaklaşmamalarını, aksi takdirde kendilerine zulmedenlerden olacaklarını bildirmiştir (Bakara, 35; A’raf, 19).
HZ. ÂDEM’İN KARŞILAŞTIĞI İLK ZORLUK
Adem ile Havva’nın, cennette bol bol yiyerek ve içerek ilâhî nimetlerden istifade etmelerini ve mesut bir hayat sürmelerini şeytan çekemedi. Bu sebeple onları, bu nimetlerden mahrum bırakmak için her türlü vesveseyi yapmayı denedi. Adem ve Havva, şeytanın vesvesesine yenik düşerek onun vaadine kandılar. Ağacın meyvesinden tadar tatmaz, üzerlerindeki elbiseleri soyulup alındı. Bunun akabinde ayıp yerlerini görmeye başladılar. Son derece nadim oldular. Allah Teâlâ’dan utanmalarından dolayı cennet yaprakları ile avret yerlerini örtmeye başladılar. Tevbe ettiler, pişmanlık duydular, kendilerine haksızlık ettiklerini itiraf ettiler. Allah’ın bağışlamasını dilediler ve bağışlanmadıkları takdirde zarara uğrayacaklarını söylediler. Tevbeleri kabul edildi. Ancak belirli bir süre kalmak, orada yaşamak ve orada dirilmek üzere yeryüzüne indirildiler (Araf, 20-24).
İBLİSİN/ŞEYTANIN KURDUĞU EN ETKİLİ TUZAK
Yasak ağacın meyvesinden yediklerinde Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın, üzerindeki avret yerlerini örten elbiselerinin, işledikleri hata yüzünden Allah tarafından soyulup çıkarılması neticesinde ne kadar mahcup olduklarını ve avret mahallerini cennet yaprakları ile örtmek için adeta çırpındıklarını, Kur’an, üzerine basa basa açıklamaktadır. Avret kelimesinin çeşitli anlamları olmakla birlikte, Türkçemizde kullandığımız edep yerinin hemen hemen karşılığıdır. İnsanın, edep yerlerini örtmesi, fıtratı bozulmamış insanların en önemli vasfıdır ve aynı zamanda onların, utanma/hayâ duygularının en şaşmaz göstergelerinden biridir, belki de en önemlisidir. Zira aslî fıtrat, örtüyü, örtünmeyi, edep yerlerini gizlemeyi gerektirir. Bu yüzden bütün ilahî dinlerde örtünme meşru kılınmıştır.
MÜSTEHCENLİK OLGUSUNUN DEĞİRMENİNE SU TAŞIYANLAR
Müstehcenliğin neredeyse teşhirciliğe evirildiği ya da evirilmek istendiği bir ortamda bulunan insanlık, bu konuda büyük bir sınavla karşı karşıyadır. Orta eğitim müesseselerinde, üniversitelerde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel iş yerlerinde, sosyal hayatta, çeşitli merasimlerde hatta eğitimin bir parçası haline getirilen mezuniyet törenlerinde müstehcenlik artık bir yaşam tarzı haline getirilmeye çalışılmakta, böylece masum insanların ve körpe gençlerin duyguları sömürülmekte ve hayâ duyguları törpülenmektedir. Zaten iblisin/şeytanın ve şeytanlaşmış insanların yapmak istediği ve insanları avlamaya çalıştığı en önemli sinsi tuzak da budur. Öte yandan böyle bir gelişme ve giyim tarzı, özgürlük alanı içerisine yerleştirerek, artık bu alanın dokunulmazlığı başlamakta ve ilericilik ve çağdaşlık adı altında makes bulmaktadır.
Böyle bir ortamın hazırlanmasında sosyal medyanın, kâr uğruna hiçbir ahlaki sınır tanımayan reklam kuruluşlarının ve onlara kucak açan uluslararası, ulusal ve yerel yönetimlerin rolü ve etkisi oldukça büyüktür. Billboardlarda, reklam panolarında, sosyal medyada ve konvansiyonel televizyonlarda mahremiyet teşkil eden giysilerin ve ürünlerin teşhiri, aslında şeytanî bir tuzağın en çirkin yüzüdür. Bunu ifşa etmek ve zaman zaman bu gerçekleri su yüzüne çıkarmak, insanları aydınlatmak, bilgilendirmek, başta ilim, irfan sahibi kimselerin, düşünürlerin, sanat erbabının ve din görevlilerinin Allah’a ve insanlığa karşı bir sorumluluğudur.