Şiblizade Ahmed’in “Gül Koklayan Fatih Sultan Mehmed” çalışması ile başlayan Türk resim sanatındaki portre serüveni, Sanâyi-i Nefîse Mektebi Alîsi’nin açılması, Cumhuriyet’in ilanı modern sanat akımları ve oluşturulan sanat grupları ile tarihsel süreç içerisinde belirgin değişimler geçirdi. Sanatçıları da bu değişimlerden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Şiblizade Ahmed’ten Osman Hamdi’ye, Nazlı Ecevit’ten Komet’e kadar geçen 150 yıllık süreç içinde sanatçıların eserlerinde kullandığı motifler, figürler, renkler, üsluplar ve etkilenilen akımlar, o dönemin düşünce tarzını, geleneklerini ve sosyo-kültürel farklılıklarını da bizlere gösterir. Geçtiğimiz haftalarda Erkan Doğanay’ın hazırladığı ve Ketebe Yayınları’ndan sanatseverlere sunulan “Türk Resminin Yüz Bir Yüzü”, Türk resim sanatı içerisinde portrenin sürüvenini anlatıyor. 101 ressamdan özenle seçilen 101 portre ile Türkler’in resim ile tanışmasından günümüz çağdaş resmine kadar gelen süreç, önde gelen yazarlar, eleştirmenler ve sanat tarihçilerinin özgün metinleriyle sanatseverlere aktarılıyor.
Osmanlı resim sanatı ile tanışıyor
1479 yılında Venedik ve Osmanlı devletleri arasındaki çatışmaların son bulması amacıyla yapılan anlaşma gereği Venedikli ressam Gentile Bellini, İstanbul’a gelir ve yaklaşık on altı ay boyunca Fatih Sultan Mehmet’in portresini çizer. Bu portre, beş yüzyıl sürecek olan padişah portreciliği dönemi de başlatır. Osmanlı’nın resim sanatıyla tanıştığı bu dönemin en değerli örneklerinden biri şüphesiz “Gül Koklayan Fatih Sultan Mehmed” portresi. 1480 yılları civarında Şiblizade Ahmed tarafından yapılan bu ilk minyatür-portre örneğinde yere dökülen mavi kaftanı ile Fatih, yalnızca sultanlara özgü bir biçimde bağdaş kurmuş olarak resmedilir. Fatih’in kokladığı dalından koparılmış kırmızı gül gücü simgelerken, kahverengi, mavi, kırmızı ve sarı döneme özgü renklerin uyum içinde bütünleşmesi, Şibilzade Ahmed’in portrede başarısını gözler önüne serer. Bu resimden yaklaşık üç yüz yıl sonra devrin en önemli sanat okulu olan Sanâyi-ii Nefîse Mekteb-i Alîsi 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından kurulur. 1906 yılında Osman Hamdi Bey “Mimozalı Kadın” portresi ile dikkat çeker. Osman Hamdi Bey, model olarak kendisini ve eşi Naile Hanımı kullanır. Kırmızı bir fon önünde oturan Naile Hanım, Osmanlı döneminin yaşam biçimini simgeleyen giysiler içerisinde resmedilir.
Dünya Savaşı Türk resmini etkiler
1900-1921 dönemi Türk resim sanatında modern sanat akımların işlendiği dönemdir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması sanat dünyasını da etkiler. İbrahim Çallı, Namık İsmail ve Ali Sami Boyar gibi Avrupa’ya gönderilen ressamlar, yavaş yavaş yurda döner ve dönüşlerinin ardından modern sanat akımlarını burada uygulamaya geçirirler. Bu isimler “1914 Kuşağı” olarak kültleşecektir. Dönemin en mühim hadiselerinden bir diğeri ise 1914 yılında kadınlar için açılan “İnas Sanâyi-i Nefîse Mektebi” olur. Bu okulun öğrencilerinden Nazlı Ecevit, Türk resim sanatının ilk kadın ressamlarından biridir ve kadın portrelerinde fark ortaya koymuş, eğitimli kişileri ele alır. 1922’de yaptığı ve Kurtuluş Savaşı’nda gönüllü ilk hastabakıcılardan Kerime Salahor’u resmettiği “Keriman’ın Portresi” bu anlamda en göze çarpan çalışmasıdır.
Soyut sanatın portreleri
Milli mücadelenin zaferle sonuçlanması ve Cumhuriyet’in ilanı yeni bir dönem olarak değerlendirilebilir. 1921-1939 arası bu dönem, sanatın seyrini değiştirecek oluşumların da başladığı bir dönem olur. Düşüncelerin dönüştüğü, yeni fikirlerin oluştuğu bu dönemde D Grubu, Yeniler ve 10’lar sanatta iz bırakan oluşumlar olur. Türkiye’de soyut sanatın ilk uygulayıcılarından Nejad Melih Devrim’in “İzzet Melih Atölyede Otururken” adlı çalışması da yine bu döneme dair bir başka örnek olarak verilebilir. Batı’dan öğrendiği soyutlama anlayışını benimseyen Devrim, Doğu ve Batı geleneğinin sentezlediği kendine öz bir üslupyla yurt dışındaki sanat çevreselerine de kendini kabul ettirmiş bir isimdir. Tabloda Türk edebiyatının tanınmış isimlerinden babası İzzet Melih’i atölyesini ziyaret ettiği bir anı betimler. Öne kavuşturduğu elleri, siyah takım elbisesi ve gri paltosuyla mesafeli bir duruş sergileyen İzzet Melih’i düşünceli bir şekilde betimleyen resimde baba-oğul arasındaki psikolojik gerilim ilk bakışta hissedilebilir.
Yeni arayışlar dönemi
Artan iletişim olanaklarının etkisiyle 1940-1970 yılları Batı’daki akım ve yeniliklerin hızla yayıldığı bir dönem olur. Çok partili hayata geçiş ve askeri darbeler gibi siyasi meselelerin, ön planda olduğu bu dönemde yeni sanat galerilerinin açıldığını görürüz. Dönemin portre örneklerinden, Burhan Uygur’un 1970’deki “Bedia Muvahhit Portresi” önemlidir. Bedia Muvahhit, Türkiye’nin ilk müslüman kadın oyuncusudur. Bir diğer örnek olarak Komet’e ait “Hayret” portresi verilebilir. Komet’in resmi içsel olarak bir dünya kaygısını ifade eder. Figürlerinin kimlikleri olmadığı gibi biçimlerinin de kendi başlarına herhangi bir anlamı yoktur. Bu resimde de olduğu gibi bir bilinmezlik üzerine merak uyandırır ve ardından psikolojik ve sosyolojik yöntemler aracılığıyla çözümlenebilecek ya dabu yöntemlerle açıklanabilecek öyküler anlatır.
Çağdaş sanatın yükselişi
1960’lı yıllardan günümüze uzanan süreçte sanat sürekli olarak gelişim gösterir. Gelişen bu dönemde her türlü malzemeye ulaşımın kolaylaşması ile sanatçıya geniş ve sınrısız deney alanı bırakır. Bu sınırsız keşif alanında çeşitli sanatsal projeler, koleksiyonlar, müzeler ve sanat fuarları büyümede hız gösterir. Küreselleşme sürecine dahil olan Türk Sanatı, uluslararsı ödüller ile çağdaş sanatın yükselişine eşlik eder. Düşüncelerin değişmesi ile eski dönemin portreleri ile yeni dönemin portrelerinin farkını da apaçık görürüz. Çağdaş resmin önemli temsilcilerinden Selma Gürbüz’ün “Kuzulu Kadın” portresini bu döneme örnek olarak verebiliriz. Eserinde, Rönesans dönemi ve Leonardo da Vinci’ye atıfta bulunan Gürbüz, Da Vinci’nin Kakımlı Kadın isimli yapıtını Doğu minyatür geleneği ile ürettiği Kuzulu Kadın’a dönüştürür.