Fatma Tuncer
İzmir’den Londra’ya uzanan, bir dönemin gölgede kalmış edebi hazinesi olan Ali Rıza’nın “Öksüz Kaptan”ı, Osmanlı edebiyatının derin sularında unutulmaya yüz tutmuş eserlerden biri. 1875 yılında iki cilt olarak yayımlanan bu roman, dönemin toplumsal ve kültürel panoramasını etkileyici bir biçimde sunarken, aynı zamanda yerel ve küresel anlatıları ustalıkla harmanlıyor.
“Öksüz Kaptan”, roman türünün serpildiği ve hızla yaygınlaştığı bir dönemde, edebiyat dünyasında genellikle Şemsettin Sami, Ahmet Midhat ve Namık Kemal gibi isimlerin önde olduğu bir edebiyat tarihinin gölgesinde kalsa da bugün bu tür metinlerin yeniden keşfedilmesi edebiyat tarihi yazımının sınırlarını yeniden belirliyor. Roman, yalnızca edebi değerleriyle değil, coğrafi genişliği ve toplumsal derinliğiyle de dikkat çekiyor.
İZMİR’DEN LONDRA’YA DOĞRU
İzmir’den başlayıp Londra’ya kadar uzanan bu hikâye, romanın ana karakteri Süleyman Bey’in maceraları üzerinden, Osmanlı’nın farklı coğrafyalarına ve dönemin küresel ticaret ağına bir pencere açıyor. Romanın merkezine yerleştirilen motif ve izlekler, bir yandan Süleyman Bey’in felaketlerle dolu hayatını şekillendirirken, diğer yandan Osmanlı toplumunun ticari, hukuki ve sosyal dinamiklerine dair önemli ipuçları sunuyor. Ali Rıza, bu eserde, dönemin mahkemelerinin işleyişinden Londra’nın kültürel hayatına kadar pek çok unsuru detaylı bir şekilde ele alıyor. Roman, edebiyatın sınırlarını aşarak bir tür seyahatname ya da bir sosyoloji kitabının kimliğini de taşıyor. Hem de bunu okuru sıkmadan, Osmanlı’nın çok dilli ve çok kimlikli imparatorluk mirasına kapı aralayarak yapıyor. Çarşılardan, gemilere, sahnelerden sokaklara kadar 1800’lerin panoraması çizilen bu romanda, dönemin ruhunu anlamak isteyenler için alternatif anlatı olanakları sunuluyor.
Romanın ikinci cildinde Süleyman Bey’in hayatında önemli bir dönemeç olarak Londra sahnesi ile karşılaşıyoruz. Osmanlı edebiyatındaki ilk Londra tasvirlerinden biri olan bu bölüm, aynı zamanda bir kültürel karşılaşmanın da sahnesi oluyor. Süleyman Bey’in Londra’da operayla tanışması ve bu tanışmanın ardından yaşadığı değişimler, sadece bireysel bir dönüşümü değil, aynı zamanda iki farklı kültürün çatışmasını da gözler önüne seriyor.
“Öksüz Kaptan”, Ali Rıza’nın ustalıkla işlediği diyaloglarla zenginleşirken, romanın tiyatral havası ve dönemin sahneleme tekniklerine olan ilgisi de dikkat çekiyor. Özellikle Londra’daki opera sahneleri, yazarın sahnelemeye olan merakını ve bilgi birikimini ortaya koyuyor. Romanın diyaloglara dayalı yapısı, okuyucuyu adeta bir tiyatro oyununun içine çekerken, Ali Rıza’nın yaşamış olabileceği yerler hakkında da ipuçları veriyor.
Bu büyüleyici roman, Osmanlı edebiyatının gözden kaçan bir hazinesi olarak yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Ali Rıza’nın titizlikle ördüğü anlatı ağı, hem yerel hem de küresel ölçekte bir insanlık hikâyesi sunuyor. “Öksüz Kaptan”, sadece Süleyman Bey’in değil, bir dönemin de hikâyesi... Edebiyatseverler için kaçırılmaması gereken bu eser, tarihin tozlu raflarından günümüz okurunun ellerine ulaşmayı hak ediyor. Fatih Altuğ’un kapsamlı sunuş yazısıyla birlikte romanın tarihsel açıdan önemine dikkat çekilerek günümüz okuru için büyük bir kolaylaştırıcılık sağlanıyor. VakıfBank Kültür Yayınları geç Osmanlı döneminde yayımlanan bu tür eserleri yeniden gündeme taşıyarak edebiyat tarihi yazımının sınırlarını genişletmeye devam ediyor.