Okuldan kovuldum İsveç'te ünlü oldum

Annesinin yönlendirmesiyle konservatuara kaydolan ancak caz müziği çaldığı için okuldan kovulan Okay Temiz, Türk cazını dünyaya yayan önemli müzisyenlerimizden. Okay Temiz, “1970 senesinde zurnayı dünya çapında tanıtan isim ben oldum. Burada çok ciddiye alınmıyor ama Türk müziği, yurtdışında Türklerden daha çok ciddiye alınıyor” ifadelerini kullanıyor.

Latife Beyza Turgut
Okay Temiz, Türkiye içerisinde bulunan bütün renkleri, melodileri ve sesleri dünyaya yeniden hatırlatarak müziğe katkı sağlamaya devam ediyor.

1970’li yılların başından itibaren Türk cazını ve Türk melodilerini dünyaya yayan en önemli müzisyenlerimizden Okay Temiz, bugün 85 yaşında. Uzun yıllardır yaptığı gibi hala yeni parçalar kaydetmeye, yeni enstrümanlar icat etmeye ve Beyoğlu’ndaki ritim atölyesinde çocuklara ve yetişkinlere ders vermeye devam ediyor. Bir yandan da Türk cazının öncülerinden ve en global isimlerinden biri olarak 1982 yılında dünyanın en önemli caz festivali olan Montreux Jazz Festivali’nde çaldığı parçaları, dünyanın en önemli cazcılarından olan Don Cherry ile 1971 yılında verdiği konseri ve 1980 yılında İsveç’te kaydettiği solo albümü yeni bir seçki ile plak formatında tekrar yayınlıyor. Temiz, yaptığı çalışmalarla sadece müziğin ritmini değil, hayatın da ritmini ortaya çıkarıyor. Caz Plak etiketiyle Japonca, Fransızca, İngilizce ve Türkçe olarak 4 farklı dilde ve farklı kapak tasarımları ile yayınlanan “Okay Temiz-Live in Montreux Jazz Festival 1982”, “Don Cherry Trio-Live in Paris 1971” ve “Okay Temiz-Drummer Of Two Worlds” plakları Avustralya’dan Japonya’ya, Amerika’dan Yeni Zelanda’ya kadar fiziksel olarak 500’ün üzerinde müzik dükkânında yer alıyor. “Müzik hayatın ritmi, bir yaşam şeklidir. Benim odağım bambaşka” diyen Temiz, Caz Plak ile birlikte başladığı bu projeyle Türkiye içerisinde bulunan bütün renkleri, melodileri ve sesleri dünyaya yeniden hatırlatarak müziğe katkı sağlamaya devam ediyor.

İlk müzik öğretmeniniz anneniniz. Anneniz sizde bir kabiliyet gördü ve bunun üzerine mi sizi yönlendirdi?

Subay kızı annem Musiki Muallim Mektebi mezunu. Babası paşaydı, Libya’da Kıbrıs’ta bulunmuş. Gittikleri şehirlerde hep ona hocalar bulmuş. Annem, absolut kulağa sahipti. Bana hamileyken ud çalardı. Ben müziği ana karnında duydum. E tabii genlerden gelen şeyler de var. Ama pat diye çıkmıyor. Babam da askeri pilottu. O da mekanik şeylerle makinalarla ilgiliydi. Ondan da bana bu mucitlik geldi. Makine ve müzik… Bu iki birikim bende toplandı, seneler sonra müziğe dair icatlar yaptım. Annem, beni Ankara Devlet Konservatuvarı’na yönlendirdi. Orada beni davula kaydettiler. Çok kızdım davulcu olmak istemiyordum. “Dişlerin bozuk, trompet olmaz” dediler. “Boyun kısa” dediler kontrbas istedim vermediler. Benim ailemden gelen iyi yetişmiş bir alt yapım olmasaydı, herhalde intihar ederdim. “Onu yapamazsın, bunu yapamazsın” onlar karar veriyor ne çalacağına. Bir sene okudum. İkinci sene aykırı müzikler çaldığım için konservatuvardan kovuldum. O yıllar konservatuvarda klasik müzikle beyin yıkama sistemi vardı. Biz bırakmadık beynimiz yıkansın diye. Klasik müzik folklerden gelmedir, caz müzik de öyle. Bu müzikler bizim içimizden çıkıyor. Cazın temeli de Afrika folklörüdür. Onların ağıtları, çalışma sesler. Ama klasik müzik folklörden çıkmasına rağmen büyük bir katılık vardı. Konservatuvarda caz çalamazdın.

Öyle bir ortamda siz caz yapmak istediğinize nasıl karar verdiniz?

Ben konservatuvara girerken caz yavaş yavaş Türkiye’de tanınıyordu. Ama o zaman herkesin bildiği, tanınan bir caz vardı. Konservatuvarda iki üç arkadaşımız vardı. Onlar bizi özendirdi. O zaman piyasaya çıktık. Çaldığımız müzik dans müziğiydi. Yılbaşı akşamı bir mekanda çalarken konservatuardaki piyano hocama yakalandım. Böylece atıldık. Ama şanslıydım. İsveç’e gittim ve orada dünya çapında ünlenen plaklar yapma şansım oldu.

Başkaları için değil kendin için çalmalısın

Yurt dışına çıktınız ama kendiniz gibi pek çok ismin de yurt dışına açılmasına yardımcı oldunuz değil mi?

1970 senesinde zurnayı dünya çapında tanıtan ben oldum. Binali Selman, Bayburtlu. Beraber üç konserde çaldık, televizyon programı yaptık. Yıkıldı ortalık. Milli kıyafetler giydik. Cepken ve şalvar. Daha önce hiç giymemiştim. Selman, zurnacıların en iyisidir. Arkasından Aka Gündüz geldi, neyzen. Onunla da yurt dışında harika işler yaptık. Ondan sonra keman… Bodrumlu kemancımız Salih Baysal. Bodrumdaki arkeolog kız kardeşim sayesinde tanıdım. Gittim, gördüm ve onu İsveç’e davet ettim. 4-5 sene İsveç’e gelip gitti. Beraber 3-4 plak yaptık. Daha sonra ismini dünyanın en önemli caz müzik dergilerinden birinde “yılın en iyi kemancıları” arasında okudum. Sonra, Ergün Şenlendirici, Hüsnü Şenlendirici’nin babası. Dünya çapında bir trompetçidir. Burada çok ciddiye alınmıyor ama Türk müziği, yurt dışında Türklerden daha çok ciddiye alınıyor. Burada insanlar eğlence için çalıyor veya dinliyor. Ama orada bu bir sanat olarak icra ediliyor. İyi müzik yapmak için sevmen ve kendini bu işe vermen lazım. Bunu da kendin için yapman lazım. Burada insanlar müziği kendileri için değil başkaları için çalıyorlar.

Kendi el yapımınız olan bakır davullar, “Elektrikli Sihirli Piramiti”, deve ve koyun çanlarından yaptığınız “Artemiz” isimli metal aleti de içeren geniş bir etnik ve elektronik çalgılar koleksiyonunuz var. Başka neler var?

Dediğiniz gibi birkaç tane kendi el yapımım olan ve dünya çapında tanınan enstrümanlarım var. Sihirli Piramit, motor kaskı, su telefonu bunlardan birkaçı. Ama su telefonunu ilk ben yapmadım. İnce frekanstaki sesleri taklit eden bir alet. Amerika’da icat edilmişti. Ama sesini dinledim ve “Ben daha iyisini yaparım” dedim. Gittim Kasımpaşa’dan iki tencere, Perşembe Pazarı’ndan da çubukları aldım. Kendim kaynak yaptım. Sesini duyanlar da, “Ya hu seninki daha iyi oldu” dedi.

Çalışma elbisem işçi tulumu

Sizin yaptığınız işin zaten görsel bir boyutu da var. Konserlerinizde albüm kapaklarınızda hep görsellik ön planda. Bazen de işçi tulumu giyiyorsunuz. Özel bir anlamı var mı?

Senfoni orkestrasıyla çalarken de tulum giydim ben. Çünkü ben müzik işçisiyim. Bu benim işim, çalışıyorum o yüzden işçi tulumu giyiyorum. Burada bakır davullar var, yaptığım aletler var. Onları ben icat edip ben imal ediyorum. Kaynak yapıyorum, birbirine ekliyorum. Bütün bunlar smokinle, ceketle, makosenle olmaz.

İnsan sesi dünyanın en iyi enstrümanıdır

Son yıllarda yapılan müzikleri, yeni solistleri nasıl buluyorsunuz?

İnsan sesi dünyanın en iyi enstrümanıdır. Ama zamanla solistlerin, şarkıcıların sesleri değişti. Yediğimiz içtiğimiz şeylerden, sosyal yaşantımızdan dolayı oldu bu. Tiz sesler gitti, kaybettik. Geçmişte solistler sesi için sağlığına sıhhatine çok dikkat ederlerdi. Şimdi parçaları tek tek kaydedip bir araya getiriyorlar. Evet, iki müzisyen arasında mesafeler varsa, ancak bu şekilde birliktelik sağlanıyorsa olabilir. Ama onun dışında sanatçı, tonmaister odasında oturuyor. Müzisyenler tek tek girip üst üste kaydediyor… Stüdyoya hep birlikte girmeden, o şarkının sözlerini, hikâyesini öğrenmeden çalmak istemem. Neye imza atıyorum bilmem lazım.

Müzikte ana rahmine döndüm

Bir röportajınızda “Biz cazı geliştirelim derken ana rahmine geri döndük” diyorsunuz. Bu sözleri biraz açar mısınız?

Ben yurt dışına giderken “Big band bir orkestrada davul çalayım” istiyordum. Enerjim var, tekniğim çok iyiydi. Sonra Don Cherry ile tanıştım. Birlikte plaklarımız çıktı. 1971’de Don Cherry ile “Don Cherry Trio Paris” plaklarını yaptık. Beraber konserler verdik. Beni ana rahmine döndüren adam Don Cherry’dir. Onu tanıyınca ben annemden dinlediğim müzikleri hatırladım. Oysa ben onu müzik olarak dinlememiştim. Ama beni bir şekilde beslemiş.

HAYAT
Pazar günü neşenize ortak bir dost gibi

HAYAT
Asırlık gelenekler Kültür Yolu’nda yaşatılıyor

HAYAT
Şehir Rehberi