Müzisyen ve yazar Sedat Anar, ilk öykü kitabı “Paganini Dinleyen İnekler”i İletişim Yayınları’ndan çıkardı. Santur sanatçısı Anar, enstrümantal bestelerin yanı sıra Niyazi Mısri, Yunus Emre, Osman Kemali Baba gibi mutasavvıf şairlerin eserlerini günümüze uyarlayan bir müzisyen. Anar, dokuz hikayeden oluşan kitabını yaşadıklarından hareketle kaleme aldı. Sanatçıların başına gelen olayların yanı sıra sanatçının memleketinden iki tehcir hikayesi de yer alıyor. 2016’da sonlandırdığı sokak müzisyenliğinin hayatına çok şey kattığını dile getiren yazar, müzik çalışmalarına devam ederken bir yandan kitap yazıp, belgesellere ve tiyatro oyunlarına müzik hazırlıyor. Anar ile kitabını, Türkiye’deki sanat dünyasını ve sanatçıların durması gerektiği noktayı konuştuk.
Bir süredir sahnelerdesiniz. Sokak sanatçılığı ne zaman bitti?
Sokağı 2016’da İstanbul’a taşınınca tamamen bıraktım. Sonra profesyonel müzik hayatım başladı. Yaklaşık 8 sene sokak müzisyenliği yaptım. Hayatımda çok önemli bir yeri var. Dostluklarım, tanıdığım insanlar, müziğimin şekillenmesi hep bu dönemde oldu diyebilirim.
Özlüyor musunuz?
Aslında özlemiyorum. Bugünden bakınca inanılmaz yorulduğumu gördüm. Geçen hafta Ankara'daydım. Eşim Damla’ya “Sekiz yıl boyunca sokakta nasıl çalmışım” dedim. İçimdeki aşk ve coşkuyla sanırım. Özlediğim kısımlar var ama polis, zabıta, işportacılarla yer kavgası, haraç kesenlerle uğraşıyorduk. O çok yormuş, sonradan fark ettim. Şu an otuz beş yaşındayım bu otuz beş senenin sekiz yılı sokak müzisyenliği ile geçtiği için hayatımın sonuna kadar benimle olacak sokak. Sokağı bilmek insana çok şey katar. Hep derim bir siyasetçinin başarılı olması bile sokağı bilmesinden geçer. Ben hayatımda çoğu şeyi sokakta öğrendim. Zorlukları olduğu gibi onlarca güzellikleri de var.
Yazma isteğiniz nereden geliyor?
Urfalıyım, muhafazakar bir ailenin çocuğuyum. İlkokulda cura sazı ile tanıştım çalmaya başladım. Hayvancılıkla uğraşıp ve fıstık tarlamızda çalışarak geçiniyorduk. Liseye başladığımda köy hayatından sıkılmaya ve bir çıkış yolu aramaya başladım. “Hayatım hep böyle mi devam edecek” diye sorguluyordum. Köydeki bir çocuğun hayatını değiştirecek yegane şey öğretmendir. Eğer iyi bir öğretmense tabii. Volkan Becan hocamla kitap, Kemal Yalçın hocamla ise Rus klasiklerini okumaya başladım. Baktım okumak müzik kadar zevk veriyor, devam ettim. Okumaya, müzikten daha fazla zaman ayıran birisiyim. Çünkü okumak ve yazmak, müziğime yön veriyor ve beni besliyor.
Anne karnında Kahtalı Mıçe ve Dilberay dinledim
Kitaba neden “Paganini Dinleyen İnekler” dediniz?
Kitaptaki öykülerden birinin adı aslında. Konusu, Hacettepe'de tıp okumaya gitmiş Urfalı bir çocuğun yeteneğini keman çalarak fark edip konservatuar sınavını kazanması üzerine. Genç, uzun bir aradan sonra ailesinin yanına gittiğinde annesi ‘sen tıpı bıraktın, rezil ettin bizi, çalgıcı mı olacaksın’ diyor. Genç, ahırda Paganini çalışıyor ve dinleyicisi inekler oluyor. İsmi de buradan geliyor. Geçtiğimiz yıllarda Kemal Sayar’ın programına konuk olmuştum. Konuklardan müzik terapisti Özgür Salur “Anne karnında Mozart, Beethoven dinlemişim” dedi. Kendimden örnek vererek “Kahtalı Mıçı ve Dilberay dinledim” dedim. Çünkü annem Dilberay, babam Kahtalı Mıçı hastası. Son beş yıldır klasik batı müziği ve caz dinliyorum. İsteyenler Everest Yayınları etiketiyle çıkan “Bir Müzisyen’in Arayışı” kitabımı okuyabilir. Bırakın da anne karnında anne, ne dinlemek isterse onu dinlesin. Dünyanın en büyük müzisyenleri önce gelenekten beslenip sonra kendi müziğini oluşturur. Dilberay demek barak havası demek. Kahtalı Mıçe demek uzun hava, halay demek. Hepsi buram buram bu topraklar kokar. Anadolu kokar yani. Besler sizi yani.
Keyifli bir hikaye diliniz var. Anlatıcılık ailede mi var?
Dedem, elektrik gelene kadar, Halfeti’nin ve köyün ünlü masal anlatıcısıydı. Onunla birlikte büyüdüm. Amâydı, hep dizinin dibindeydim. Koluna girip sürekli bir yerlere götürürdüm. Aynı evde yaşadığımız için ister istemez etkilendim. Hikâye dilimin keyfi, dedemle ettiğimiz muhabbetlerin etkisindendir. Bir masalı üç gün sürermiş. Köroğlu masalını da Kürt aşk hikayelerini de Ferhat ile Şirin'i de ondan dinledik. Tam bir belagat ustasıydı. İlk albümümün adının Belagat olması da dedemden ötürüdür. En kötü bir durumu bile güzel bir üslupla anlatmayı başaran biriydi.
Sanatta eski ve yeninin ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Eski nesil, genel olarak yeni akıma karşı. Tanburi Arif Bey ve rapçi Miyop Hayal’de bunu anlatıyorum. Hikayede, Tanburi Arif Bey'in kendi içerisindeki çatışmasını ve sıkışmışlığını aktarmaya çalıştım. Mesela Tanburi Cemil Bey de ilk çıktığı zaman inanılmaz eleştiriliyordu. “Türkü havalarını musikimize katıyor” denilerek. Hatta Asaf Halet Çelebi bile eleştirmiş. Şimdi, eski musikiyi savunan bestekarların çoğu “Cemil Bey musikimizin piri” diyor. Eskiyi yeniden yorumlayıp kendi tarzını katınca ister istemez eleştiriliyorsun. Ama zaman geçtikçe görüyorsun ki kalıcı bir iz bırakmışsın.
Sokak sayesinde kalabalıkta yazıyorum
Müzisyen Anar nasıl bir ortamda yazar?
Her yerde yazarım. Genelde bilgisayarıma yazarım. Defterlerim de meşhurdur. Tuttuğum günlüklerden “Sokakname: Bir Sokak Müzisyeninin Kaleminden” kitabını çıkarmıştık. Sürekli seyahat ediyorum. Mesela “Hallerin Esiri” romanımı Sabiha Gökçen Havalimanındaki bir kafede yazmıştım. Çok güzel özel bir masam, müthiş bir kalemim olacak, önce deftere sonra bilgisayara yazacağım gibi derdim yok. Her yerde yazarım. Bu sokakta, kalabalık arasında müzik yapmanın getirdiği avantaj. Kalabalık içinde odaklanmayı başarabiliyorum.
Belgesel ve tiyatro müzikleri projeleriniz ne durumda?
İstanbul Devlet Tiyatroları'nın “Yol” oyunun müziklerini yaptım. En son Osmanlı bankasını anlatan bir belgesele müzik yaptım. Şimdi, Kadıköy'de özel bir tiyatronun hazırladığı Ülkü Tamer oyununun müziklerine çalışıyorum.
Parti peşinde sanatçı olunmaz
Türkiye’de sanatçı olmak taraf olmak demek mi?
Muhafazakar bir aileyiz. Bunu zaten bizi tanıyan ve takip edenler biliyor. Ama ben çevredeki gençlere bakıyorum. Gençlere bakıyorum; o sosyalist, o Allah'a inanmıyor, o şeriatçı, o faşist önyargılarla, düşman edinmeye uğraşıyor. Ülkemizdeki en büyük sıkıntı bu. İki cenah da insanların karakteri ya da düşüncesine göre sanatına ya da yazısına bakıyor. Atılan tweeti beğenmeyip yazar ve sanatçı seçiyorlar. İki cenah da insanların karakteri ve düşüncesiyle sanatını ve yazısını değerlendiriyor. Bu beni ilgilendirmediği için İBB’de de Üsküdar Belediyesi'nde de konser veriyorum. İnsanlar için bir şey üretip, sunuyorum. Müziğin ve sanatın birleştirici gücüne inanıyorum.
Türkiye’de bu iki güruhun ortasında müzisyen ve sanatçı olmak çok zor. İnsanları müziğimle birleştirip, sevgi gösterip, ayırt etmediğimde hep tokat yiyorum. Çünkü herkesi kucaklayamam, herkesi sevemem. Bir yere ait olmak, bir yerde durmak zorundasın algısı var. Bütün bu çeteleşme ve gruplaşma da buradan çıkıyor. Halbuki her şeyin başı sevgi ve kucaklaşmaktır. Şair Haydar Ergülen, Dinçer Güçyeter ile konuşurken şöyle demiş, çok mutlu olmuştum: “Sedat, iki cenahta da sevilen ender sanatçılardan.” Bunu başarabilmişsem ne mutlu bana.
Yakın zamanda lince maruz kaldınız mı?
Bir ara İBB’de, Aliağa'da MHP Belediyesi'nde, Bursa ve Üsküdar'daki konserlerim arka arkaya gelmişti. Sosyal medyada “Sen kimsin”, “Haydi siyasi düşünceni açıkla” diye kudurmuşcasına saldırdılar. İBB'de çalınca İmamoğlucu, AK Parti belediyesinde çalınca Tayyipçi oluyorum, MHP'ye gidince Bahçelici oluyorum. Ben müziğimi icra ediyorum, niye sürekli bir yere ait olmadığım için eleştiriliyorum. O kadar yorucu ki. Kutuplaşma gün geçtikçe artıyor. Müzisyensen müziğini yap, insanlara sun. Söylem geliştirip slogan mı atıyorsun, orada dur. Sen sanatçısın, diğer kesimden insanlar seni bu söylem ve dilinden ötürü dinlemez. Gerçek sanatçı, sanatını sunarken bir kesimi değil, bütün insanları düşünerek icra etmeli.
Sanat dünyası son olaylarla bir ikiyüzlülük sınavı veriyor. Sanatçının olaylar karşısında duruşu ne olmalı?
Sanatçı, kötü olanı bile iyi bir şekilde dile getirmeli. Sosyal medyada görüyorum farklı yazar, şair ve müzisyenler karşı oldukları cenahın kötülüğünü hakarete varan bir dille eleştiriyor. Bir sanatçı ölüyor arkasından rahmet okumak yerine küfür ediyor. Akıl alır gibi değil. Sanatın dili bu değil. Mahmud Erol Kılıç bir söyleşisinde “Sanat iki zıt kafayı bir arada tutabilen şeydir, sanat dünyayı iyileştirme yeridir” demişti. Çok etkilenmiştim bu sözden. Sanatçı bir yere saldıran, eleştiren bir dil kullanmamalı. Özellikle seçim zamanı kanaat önderi gibi hareket ediyorlar. Ya bizdensin ya da düşmansın... Bu bana çok saçma geliyor.
Ben de oy kullanıyorum ama bunu kimseye açıklamıyorum. Haydi oylarınızı şu partiye verin diye bağırmıyorum. Elbette eleştirdiğim konular var. Mesala pandemi döneminde müzisyenlerin durumunun düzeltilmesi için sosyal medyayı elimden geldiğince kullandım. Sanatçı muhalif olmalı diyorlar tamam da bunu diyen sanatçı kendi desteklediği parti bir yerde seçim kazandığında yine muhalif oluyor mu? Herkes güç derdinde. Bir partinin desteğiyle değil, sekiz yıl sokaklarda müzik yaparak topladığım bozukluklarla bugünlerime geldim. İnsanlar da beni bu yüzden seviyor. Sanatçı, sanatını iyi yapıyorsa zaten insanlar onu sever. Diğer türlü parti peşinde dolanarak sanatçı olunmaz.