RABİA BULUT
İzlenecek filmlerin, okunacak kitapların sayısı azalmıyor. Her geçen gün artıyor. Hele bir de işin içine “Sinematik” köşesi için güncel sinema kitaplarını takip etmek eklenince liste uzuyor gidiyor. Nadir Kitap’ta baskısı tükenmiş kitapların ikinci el keşfine çıkma kısmından bahsetmiyorum bile. 17 Temmuz 2022 yılında sinemamızın ustalarından Erden Kıral vefat etti. Vefatının ikinci yıl dönümünde yıllar önce Agora Kitaplığı’ndan yayınlanan anı kitabı “Aynadan Yansıyan Hayatlar” Yapı Kredi Yayınları’ndan yayınlandı. Biz de vefatının yıldönümünde Erden Kıral’ın kaleminden anılarıyla onun sinema hayatının arka sokaklarında dolaşalım dedik. “Aynadan Yansıyan Hayatlar” (Benim Güzel Günlüğüm) kitabının önsözünü sinema yazarı Alin Taşçıyan yazıyor. Taşçıyan kitabın içeriğini “Erden Kıral ‘Aslında bir film yaparken kendinizi gerçekleştirirsiniz’ diyor Aynadan Yansıyan Hatıralar’da. Aslında bu kitabı okurken onu yakından tanımış olursunuz, sinema tarihinden değerli bir kesiti özümsersiniz, Türkiye sinemasının değişim serüvenine tanıklık edersiniz.” diyerek belirtiyor. Bize nasıl bir sinema yolculuğuna çıkacağımızın rotasını sunuyor.
KRALLAR KRALI İLK TECRÜBESİ
Kıral, hatıralarına “Truffaut Neden Filmi Bizimle İzlemedi?” diyerek başlıyor. Merak uyandırıcı bir soruyla okurunu yakalıyor. İleride neler okuyacağımıza dair de ipucunu da veriyor. Sinemaya ilgisinin Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki Kulüp Sinema 7 adlı sinema kulübüyle başladığını belirtiyor. Setlerdeki ilk tecrübesi “Krallar Kralı” ile başlıyor. Devamı ise Yılmaz Güney’in seti terk etmeye karar verdiği sırada “Gitme, sete dön! Başta ben de zorlanmıştım, sen de yapabilirsin” demesiyle devam ediyor. Kıral bu anı “tarihi” olarak nitelendiriyor. Yılmaz Güney ile inişli çıkışlı hikayesi de böyle başlıyor. Sinema okulunun Kemal Film Platosu olduğunu Osman Seden’in kendi biçemini aşılamak yerine ona kendisini bulmasına yardımcı olduğunu yazıyor. “Çalıkuşu” filmi bittikten sonra Osman Seden’in kendisini yönetmenlik için yokladığını ama hazır olmadığını söyleyerek kabul etmediğini de ekliyor. Onu sinemaya kazandıranların Yılmaz Güney ve Osman Seden olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Kıral, setlerde çalışmaya devam ediyor. Reklamlar çekiyor. Bir yandan da sinema yazıları yazıyor. İlk yazısı Dost Dergisi’nde yayınlanıyor. Kadir İnanır ilk film setini Kıral’ın ilk filmi “Kumcu Ali Yaşar” filminde görüyor. Nur Sürer ilk setine “Bereketli Topraklar Üzerinde” filminde çıkıyor. Onun filmografisinde birçok ilk yer alıyor. “Ayna” sinemamızda sesli olarak çekilen ilk film olmasının yanında Venedik Film Festivali’nde de yarışan ilk Türk filmi olduğunu ekleyelim. Televizyon dizisi “Baba Evi”nde Çağan Irmak’ın asistanı olduğunu da satır aralarında yakalıyoruz. Sinemasının öne çıkan unsurlarını, filmlerin çekim zamanlarında ne yaşadıklarını sakınmadan, çekinmeden yazıyor.
HER FİLMİN BİR HİKAYESİ VAR
Kitabın adının gerçekçiliğini okuduklarımızla görüyoruz. Hem Kıral sinemasının hem de sinemamızın izlerini sürüyoruz.
“Kanal”, “Bereketli Topraklar Üzerinde”, “Hakkâri’de Bir Mevsim”, “Ayna”, “Dilan”, “Av Zamanı”, “Mavi Sürgün”, “Ay Hikâyeleri” , “Avcı”, “Yolda” ve “Vicdan” filmlerinin çekim süreci birçok hikaye, anı barındırıyor. Erden Kıral sinemasında bu süreçlerin yanında filmlerinin yapım kısımları ve festival süreçleri de dikkat çekiyor. Filmlerinin ülkemizde sıkıyönetim zamanı yasaklandığını da ekliyor. Uluslararası festivallerde ödüller alıyor, yazılarda övgüyle bahsediliyor. Ama ülkesinde filmlerini gösterim şansı bulmuyor. Ferit Edgü’nün “Hakkâri’de Bir Mevsim” adlı romanı aynı isimle uyarlandığı filmi 1983 yılında Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı kazanıyor. Aslında Altın Ayı’yı kazanmak üzere olduğunu ama aynı yılın Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde “Yol” Altın Ayı’yı aldığı için Türkiye’nin sırasını savdığını söylediklerini yazıyor. Ondan ötürü de ödül Gümüş Ayı’ya çevriliyor. “Hakkâri’de Bir Mevsim” beş yıl yasaklı olarak ülkemizde gösterilmiyor. Yasaklı olduğu için Oscar’a aday da gösterilemiyor.
Erden Kıral’ın anılarını okurken aralarda, filmlerine dair yerli ve yabancı basında yazılmış yazıları da okuyoruz. Kıral kendi sinemasına dair yazılı arşivi de bizler için bir araya getirmiş oluyor. 1993 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde kendisiyle yapılan röportajda “Ben, bizim öykülerimizi anlatmak için yabancı sermayeyi Türkiye’ye getirip filmler gerçekleştirdim. Türkiye’yi bir çeşit plato olarak kullandım. Sermaye dışarıdan geldi. Post-prodüksiyon dışarıda yapıldı. Dolayısıyla filmlerim teknik açıdan yükseliş gösterdi” diyerek yabancı sermayeyi kullanmasının filmleri için avantajlı noktalarını dile getiriyor. Öykü uyarlamalarının onun sinemasında ağırlıklı olduğunu görürüz. “Ben düzenli olarak yeni yayımlanan öykü kitaplarını okurum. Kanımca öykü, sinema sanatına romandan daha yakındır. Roman sayıyla, öykü ise nakavtla kazanır. Öyküyü okur, öyküden ilk izlenimle ilham alırsınız. Romanda genellikle çok sayıda diyalog vardır ve bu diyaloglardan kurtulmak zordur. Bu yüzden ben hep kısa hikâyenin filme uyarlama açısından daha iyi bir malzeme olduğunu düşünürüm. Çünkü derli topludur ve üstüne hayal gücünüz eklemlenebilir” diyerek öykü uyarlamalarının neden tercihi olduğunu belirtiyor.
Birinci ağızdan bir yönetmenin yaşadıklarını, düşündüklerini okumak insanı başka diyarlara götürüyor. Usta yönetmen film yapmaya dair de dersler veriyor. “Özünde sinema, nitelikli üçkağıtçılıktır” diyor. Son filmi “Gece”ye dair ayrıntıları ise bu kitapta okuyamıyoruz maalesef. Çünkü kitapta yer alan yazılar 2012 yılına kadar olan süreyi kapsıyor. 2022’de vefat eden Kıral, on yıllık süreçte bir şeyler yazdı mı? Yazdıysa yazdıkları nerede? Kızı Deniz yeni bir kitapla yayınlamayı düşünür mü? Şeklinde sorular aklımıza gelmiyor değil. Sorularımıza bir cevap gelirse bu satırlarda denk gelirsiniz sevgili okur.