Arif Ay
Biyografiler insanı zengin kılan anlatılardır. Kendi hayatımız dışında, başka insanların da hayatını yaşamış gibi oluruz biyografi kitaplarını okudukça. Çünkü her hayat kendi içinde bir dünyadır ve tecrübeler birikimidir. O dünyaları tanıdıkça yeni tecrübeler kazandığımız gibi aynı zamanda insan hakkında bilmediğimiz yeni şeyleri de öğrenmiş oluruz böylece.
Taha Çağlaroğlu’nun kaleme aldığı “Suyu Taşıyan Nehir / Said Özdemir” (Hiçbişey Yayınları, Nisan 2024, İstanbul) kitabı da beni zenginleştiren kitaplardan biri oldu. Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş “dava adamı” sözünü de hatırlamış olduk bu kitap sayesinde. Ayrıca, bu kitap beni kırk dört yıl geriye, Dosyalar adlı şiir kitabımın yayımlandığı yıla götürdü. Dosyalar’ın ilham kaynağı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” kitabıdır. Üstad bu kitabında Bediüzzaman’a da bir bölüm açar. Çünkü Bediüzzaman da bir din mazlumudur. Bu vesileyle Dosyalar’da yer alan Bediüzzaman şiirini okurla paylaşmak istiyorum:
a.
kuşlar savrulur, gök bahçelenir / bir ezgi mi, hüzünden / dura dura söylenir
kışı gelincikli tarla edip / buğdayı büyütmek, renginden / bir gülün; karı eritmesi gibi / yüreği yakmak sana, o gülden / sevda, o buğdaydan ekmek
seni şiire dökmek sonra
işte, gülün düş gördüğü an / ay bedir ve tan : kor bir demir / ki düştüğü örs; hizan / nurs köyünde bir çocuk / büyür ve bilenir
kuşlar savrulur, gök bahçelenir / bir ezgi mi, hüzünden / dura dura söylenir
b.
sevdanın fetretinden / ferhat dağı kazmada
o dağ ki, yarılır tillo’da / deniz dürülür düşünde / bir kıyamet imgesidir / gider gelir boşlukta / elinde “Fütûh-ül-Gayb” / dönüp dönüp okumakta / bir ırmak ki / derinlerde akmada
sevdanın fetretinden / ferhat dağı kazmada
sen, sürgünlerin uzmanı / mardin’de sürgün yolunda / kıyama durdun da / ne müthiş bir vecd anı / o namaz ki / kelepçeleri kırmada
sevdanın fetretinden / ferhad dağı kazmada
c.
gece bir göldür burda / dağlardan bakılınca
evler ki, belki / en çok acıyı konuk etmiştir / akşam olunca; kavaklar / tekmil sıra / bitlis, siirt / mardin ve urfa
gece bir sestir burda / kapılar kapanınca
salkım söğütler vardır / dereboylarında / dağılmış saçları gibi / çocukların; gülme nedir / bilmeyen yüzlerine / poyraz vurunca
gece hüzünden bir türküdür burda / uykular bozulunca
ey karıncaların pîri / gecenin türbedarı / sen ki, kalbinin / külliyesini kurup / bilginin künhüne erince
gece açılan bir güldür burda / şafak sökünce
d.
barla : kırlar ve güller / yazılır sözler; ulu bir çınar / ki altından sürekli akan çeşme / kuşlardan bir çeşme / eriyen nedir akşamın sonunda / yoşunmuş yılların bendine / içim dopdolu yağmur / hüzünden bir yağmur / iner, iner de
güz yaprağını döker / ağaç da döner kendine
(Dosyalar, s. 53-60)
AKSEKİ TARAFINDAN İŞE ALINAN MEMUR
Bihakkın ömrünü davaya adamış, Bediüzzaman Said Nursi’nin hizmetinde bulunmuş, Risale-i Nur’ların Latin alfabesiyle basımını gerçekleştirerek, yurt içinde ve yurt dışında okunmasını sağlamış, bu yüzden de ömrünün büyük bir bölümünü soruşturmalarla, karakollarda ve hapishanelerde geçiren Said Özdemir, 1927 yılında Tillo’da doğar. Soyu, baba tarafından Halid b. Velid hazretlerine, anne tarafından da Hz. Abbas’a dayanan Said Özdemir, ilk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamlar. 1946-48 yıllarında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde iki yıl okur, ancak üniversite öğrenimini yarıda bırakarak Ankara’ya baba ocağına döner ve zamanın Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki bizzat kendisi sınav ederek Said Özdemir’i memur olarak işe alır.
Askerliğini 1949’da yedek subay olarak yapan Said Özdemir, aynı yıl uzaktan akrabası Rahime Hanım’la evlenir. Çileli ve meşakkatli bir hayatın sonunda 26 Şubat 2016’da ebedi âleme göçer. Cenaze namazı Hacı Bayram Camii’nde dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez tarafından kıldırılır ve büyük bir kalabalıkla Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedilir.
HAYATINI YAZMAK İSTEDİM
Said Özdemir’in sohbetlerine katılan, konuşmalarını dinleyen ve onu yakından tanıyan Taha Çağlaroğlu, kitabı yazma kararını şöyle dile getirir: “Bir akşamdı. Demetevler’e Said Özdemir’in de iştirak ettiği sohbete gitmiştim. 2011’in ilk günleriydi. Demetevler’de Risale dersi sırasında içime gelen bir ilhamla Said Ağabey’in hayatını yazmak istedim. İnanılmaz bir istek duymaya başladım. Böyle bir şeyi kendisine teklif etsem ondan nasıl bir tepki alacağımı kestiremiyordum. Ders bitiminde kendisine yanaştım ve Said Özdemir biyografisi yazma düşüncemi söyledim. Bu meseleye sıcak baktığını izhar etmesi, beni çok sevindirmişti. İlk anda bana kolay gibi görünen bu çalışmanın ağırlığını ise sonraki günlerde hissetmeye başladım.” (S.12)
Biyografi yazma konusunu kendisine açtığında Said Özdemir’in 84 yaşında olduğunu belirten Taha Çağlaroğlu “Said Özdemir, daima bir sıcak takiptedir. Bir ‘kurşun adam’ gibi neşirden neşire, matbaadan matbaaya, risaleden risaleye koşmaktadır. Said Özdemir’in uzun süren gözaltı, sorgulama, duruşma ve hapishane serüveni 1960’ta başlar. 1983’e kadar defalarca gözaltına alınır ve tutuklanır Özdemir. Ulucanlar, Ayaş, Sivrihisar, Sultanahmet, Mersin ve Taksim Askeri cezaevlerinde sadece ve sadece Risale-i Nur’u neşrettiği için on kez hapis yatar. Suikastlara maruz kalır. ‘Hapishane, maskelerin çıkarıldığı yerdir’ der Cemil Meriç. Fıtri bir serüvendir orası” der ve Said Özdemir’le yolu kesişmiş ya da yol arkadaşlığı yapmış kişilerin tanıklıklarına da başvurur yazar. Sözgelimi Hasan Okur, kitap için kaleme aldığı yazsının bir yerinde şunları der: “Said Özdemir, hizmet-i Kur’aniyenin en faal ve en mühim erkânlarından biridir. Üstadımızın Risale-i Nurları neşir hususunda yetkili vârislerindendir. Üstad’ın birçok iltifatına mazhar olmuş, Risale-i Nurları 1956-57 yıllarında yeni harflerle matbaada bastırarak gençliğin ve insanlığın istifadesine sunma bahtiyarlığına ermiş, ömrü boyunca bu eylemini sürdürmüştür.” (14)
HATIRALAR ARASINDA
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ise: “Benim, lise yıllarında, Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, sabahları, namazdan hemen sonra devam ettiğim İslami İlimler dersleri, işte Cenab-ı Hakkın, bana lütfettiği bir dönem olmuştur. Diyanet İşleri’nde genç bir görevli olan Said Özdemir Ağabey’i orada tanımak talihine mazhar oldum. Benden sadece birkaç yaş büyüktür. Fakat müşfik, güler yüzlü, espirili, sakin konuşan, sükûnetle hareket eder, hep öğrenen ve öğreten, cömert bir kişiliği vardı. O çağda benim ise hareketli belki de delişmen yıllarımdı. Diyanet’te ve dışarıda onunla beraber olduğumuz o edep, sükûnet ve öğrenme zamanlarında durulduğumu, fikirlerimin geliştiğini ve ruh terbiyemin olgunlaştığını, nefsanî temizliğe kavuştuğumu net bir şeklide hissederdim” der. (183)
Yazar, Hatıralar’dan hareketle Sezai Karakoç’un tanıklığına da başvurur. Sezai Karakoç, Hatıralar’ında : “Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman’ı daha önceden tanıdığını, Bediüzzaman’ın hayatının Büyük Doğu’da tefrika edildiğini ve Gençlik Rehberi’nden parçalar yayınladığını belirtir. Aynı yazıda Ziya Nur’la Atıf Ural’ın Hukuk Fakültesi’nin karşısındaki bir otelde kaldığını, bir keresinde onlarla ve daha birkaç arkadaşla, Hacı Bayram’da oturan bir zatın evine gittiklerini, orada Asayı Musa’dan ders yapıldığını da söyler.” (bak. Diriliş, Hatıralar, 19 Mayıs 1989)
Taha Çağlaroğlu, Said Özdemir’i anlatırken aynı zamanda Bediüzzaman’a yapılan baskıları, zulümleri, tutuklamaları da dile getirir. Bediüzzaman ilden ile sürülür, hapishane hapishane dolaştırılır, bir zaman Ankara’ya sokulmaz, Barla’da sürgün hayatı yaşar.
Kitapta mektuplarla birlikte fotoğraflara da yer verilir. Said Özdemir’in Bediüzzaman’a 1957 yılında yazdığı bir mektup:
“Bismihi Subhanehu
(…) Çok sevgili aziz, şefik, muhterem üstadım efendim hazretleri (…) Himmetinizle bastırılan Konferans’ın 5500 (500?) adedi elli kaza ve vilayete dağıldı. Sözler’in ve bu Konferans’ların intişarı ile her taraftan çoklukla nur dairesine girmeye başladılar. Kur’an’ın imanın nuru büyük bir süratle kalpleri fetheylemektedir. (…) Bu âciz, lâyık olmadığı bir nimet-i İlâhîye ile taltif edilerek her hafta Cuma günleri Zincirli ve Pazar günleri Hacı Bayram camilerinde Risale-i Nur’dan vaaz etmektedir. (…)
Tillolu Said Özdemir” (S.211)
Yaşanmışlıkların birinci elden anlatıldığı bu kitap, aynı zamanda tarihi bir belge niteliği taşımaktadır. Yakın tarihin baskılarını, zulümlerini birebir yaşayanların ağzından öğrenmiş oluyoruz. O zamandan bugüne pek bir şeyin değişmediği gerçeği ile yüz yüze geliyoruz.