Bir Alman subayın Anadolu seyahat notları

Bir Alman subayı olan Hans-Hermann Graf von Schweinitz ve eşinin 1905 yılında sadece Anadolu’yu ve Anadolu’da yaşayanları merak duygusuyla yaptıkları seyahatin notları At Sırtında Küçük Asya adını taşır. İstanbul’dan Konya’ya uzanan 71 günlük bu yolculuk kitabı okuru 119 yıl önceki Anadolu’ya davet ediyor.

Kamil Büyüker
Arşiv.

Anadolu’nun pek çok noktadan eksik kalmış, yazılamamış bir tarihi var. Buradaki eksik kareleri tamamlamak da geçmiş zamanlarda yapılmış seyahatlere, seyahatnamelere düşüyor.

Bir Alman subayı olan Hans-Hermann Graf von Schweinitz ve eşi 1905 yılında sadece Anadolu’yu ve Anadolu’da yaşayanları merak duygusuyla başlayan bir seyahate çıkarlar. Dersaadete 15 Mayıs’ta ulaşan çift, 21 Temmuz’da At Sırtında Küçük Asya adıyla notlandırdığı Konya çıkışlı 71 gün süren yolculuğuna başlar. At Sırtında Küçük Asya (çev. Şahzâde Şenay Ataç, Şubat 2024, 243 s. ) ismiyle Ketebe yayınları etiketiyle çıkan kitap 119 yıl önceye sizi götürerek aslında bildiğimizi sandığımız Anadolu içlerine doğru keyifli bir yolculuğa çıkarıyor.

Yolculuğun çıkış maksadı yazarın da ifade ettiği üzere uzun zamandan beri hayalini kurduğu Küçük Asya’nın iç kesimlerine gidip dolaşmak, Anadolu’da yaşayanlara dair merakını gidermek, onları anlamaya çalışmak. Bir diğer muradı ise Anadolu’da o dönem Osmanlı-Alman yakınlığının bir neticesi olarak yürütülen, ekonomik, ticari faaliyetler ve Alman varlığının yerinde tespiti.

DERSAADET'TEN KONYA’YA

Seyahat aslında Konya merkezli başlıyor ama onun öncesinde Dersaadet’ten çıkıp Konya’ya kadar olan süreçte de bir hayli merkeze uğranılıyor. Yolculuğun ilk aşaması seyahat hangi vasıta ile yapılacak? Yol boyunca danışmanlık yapacak olan isim onlara at sırtında değil de at arabası ile seyahat etmelerini öneriyor. Ancak yazarın kendisini en fazla düşündüren husus ise eşinin bu yolculuğa dayanıp dayanmamasıdır. Dersaadet kısmında en azından at sırtında yolculuğun daha uygun olacağı düşünülüyor. Zira karayolu yeni yerler keşfetmek için uygun değildir. İkinci husus yola çıkmadan Bâb-ı Âlî’den Sultan hazretlerinden izin almak gerekecektir. Bu noktada da Alman İmparatorluğu Elçiliği vasıtası ile Bursa, Konya, Ankara vilayetlerine seyahat için izin ve daha sonra konsolosluk eliyle tercüman istekleri yerine geliyor.

Hans-Hermann Graf von Schweinitz ve eşi, Mayıs 1905’te Dersaadetten yola çıkıyorlar. Önce Bursa’da iki günlük konaklama, ardından bir günlük İznik seyahati, devamında Eskişehir’de mola veriliyor. Konaklanılan yerlerde yörenin özellikle tarihi mirası söz konusu edilirken o dönemlerde de pek bilinmeyen yer altı ve yer üstü kaynakları, sanat dalları da gündeme getiriliyor. Mesela Eskişehir’de Sarısu bölgesinde yer alan lületaşı ocaklarından bahsederken bölge halkının burada çıkarılan lületaşlarından haber olmadığını, Avrupalıların da bırakın lületaşını Eskişehir’den bile haberi olmadığını dile getiriyor. O döneme dair ilginç bir anekdotu da o dönem Sarısu köyünün muhtarı veriyor. 25 yıl önce lületaşı ocaklarında 25 bin işçi çalışırken 1905 yılı için çalışan insan sayısı 200’e düşmüş.

1905 YILI KONYA’NIN HÂLİ

Aslında esas ulaşılması gereken menzile yani Konya’ya gitmek üzere 6 Haziran 1905 sabahı trene biniliyor ve Eskişehir’den ayrılıyorlar. 15 saatlik yolculuktan sonra Konya’ya ulaşıyorlar. Konya için ertesi gün tutulan notlar bir hayli düşündürücü. Yazar şehir hakkında ilk intibalarını şöyle özetliyor: “Yol içler acısı, çamur kulübeler ve taş duvarlar arasında ilerliyor ve şehre dair hiçbir iz barındırmıyor. Yolda ilerlerken muhteşem Selçuklu yapılarından birinin yanından geçerseniz, tezatlık şimdiki zamanın sefaletini ikiye katlıyor.” (s.26) Yol intibaı böyleyken konsolosun verdiği yemek ve şehri yüksekçe bir yerden temaşa etmek kanaati bir anda değiştiriyor. O tarihte 45 bin nüfuslu bir şehir olan Konya için manevi dinamiklere yani Mevlana ve mirasına çok şey borçlu olunduğunu bir kıyasla söylüyor: “Konya Selçuklu şehzadeleri döneminden kalma bir esere yani raks eden dervişler tekkesinin varlığına bugün bile çok şey borçludur. Hristiyan kilisesi gibi Müslüman tekkesinin de dini mezhepleri ve cemaatleri vardır.” (s.29) Burada da sema ayinine katılarak bambaşka bir tecrübe yaşadığını ifade ediyor. Dönemin Konya valisini ziyaret, ardından Sille, Meram ziyaretleri ile 5 günlük Konya ziyareti tamamlanıyor.

KÜÇÜK ASYA’NIN ATİNASI: SİNASOS

Alman demiryolları hattını takip ederek devam eden yolculukta yazar Almanların inşa ettiği demiryolları ile ilgili intibalarını da sıralıyor ve Ereğli’de olduğu gibi Konya’da da demiryolu inşaatı hakkında anlatılanların bir Alman olarak içine sinmediğini söylüyor. Çumra, Ereğli, Toroslar, Niğde derken nihayet Rum diyarına giriş yapar. Burada da dikkat çekici yerlere rastlıyoruz. Bunlardan birisi Ürgüp’e çok yakın olmayan bir mevkide yer alan ve Kayseri’den Kızılırmak’a giderken ziyaret edilen Sinasos Rum Kasabası. Şimdiki adıyla Mustafa Paşa köyü. Kasabanın bir özelliği içinde bir çok milyonerin yaşadığı ve “Küçük Asya’nın Atinası” olarak zikrediliyor olması. Yazar da abartıldığı kadar olmasa da Sinasos, sıcak bir Avrupa sahil kasabasına benzeyen ilginç ve sevimli bir kasaba diyor. Sinasos’ta çocukların eğitimi için çok şey yapıldığı hatta baş öğretmenin Atina’dan geldiği de aktarılıyor. Bu ziyaret sırasında 10 gün önce Sultan Abdülhamit’e düzenlenen suikast girişimi de Sinasos’ta iken haber alınıyor ve Yunan gazeteleri tarafından haberdar olunuyor. Yine devamında ziyaret edilen Zincirdere yani Kayseri’nin en küçük kasabasının da tüm Anabolik Rum Cemaatinin ruhani merkezi olduğunu öğreniyoruz. Rum piskoposu da yılın bir bölümünde burada ikamet etmektedir.

Devam eden yolculukta hem dönemin Anadolu coğrafyasını (Konya, Nevşehir, Niğde, Kırşehir, Yozgat, kimi ilçeler, köyler dahil), imkanları, imkansızlıkları görüyorsunuz hem de yaşadığınız coğrafyanın bilinmeyen yönlerine tanıklık ediyorsunuz.

HAYAT
Bilmek değil anlamak için: Bir filmi okumak