Aşk olsun size!

"Sezai Karakoç'tan bir Ferhat veya bir Mecnun çıkarma çabaları normal değildir."

Sezai Karakoç.

Şaban Abak

Çağımızın büyük Türk şair ve düşünürü Sezai Karakoç’un adı, vefatından önce hiç görmediğimiz oranda Monna Rosa şiiri ve onun üzerinden kurgulanmış uydurma bir “âşk hikâyesi” ile anılır olmaya başladı. Bu garip durum, mutlaka Karakoç’un ciddi okurlarının da dikkatini çekmiş olmalı.

Gün geçmiyor ki bir dergide, gazetede ve elbet sosyal medyada 88 yaşında vefat eden Sezai Karakoç’un adı, 17-18 yaşındayken yazdığı Monna Rosa şiiriyle anılmış olmasın! 18 yaşında öğrenciyken falanca kıza âşık olmuşmuş da onun için bir şiir yazmış imiş! Ne var bunda diyeceksiniz! Öyle ya, hangimiz yapmadık bunu, hangimiz yaşamadık!

Sonraki 70 senede ne yapmış, neler yazmış, neyin mücadelesini vermiş, hiç düşünmez miyiz! Hayır, düşünmüyoruz; sade hoşlanıyoruz. Aşktan ve âşık olmaktan hoşlanıyoruz. Toplum olarak aşkı konuşmayı çok seviyoruz. Şairlerin aşkını konuşmayı daha çok seviyoruz.

Aşk elbette evrenin ve varlığın özü, yaşantının zirvesi. Aşktan nasibini almamış olan, henüz yaşamaya başlamamış bir âşık adayıdır. Aşkı yücelttiğimiz; âşık olmayı saygın bir insanlık mertebesi kabul ettiğimiz için, çağdaş ya da geçmiş çağların önemli kahramanlarını mutlaka bir aşk hikâyesi eşliğinde ele alıp tanıyor, tanıtıyoruz. Sevgiyi, sevmeyi ve sevenleri seviyoruz çünkü.

Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvihan yüzyıllardır kültürümüzün baş tacı ettiği, sözle de yazıyla da kuşaktan kuşağa aktardığı aşk hikâyeleri değil midir?

KARAKOÇ’U ÇAĞRISINI DUYALIM

Peki 1933 doğumlu Sezai Karakoç’un eserlerini değerlendirirken, 1951 ve 52 yıllarında; yani tam olarak 17 ve 18 yaşlarındayken tertemiz bir aşkın ilhamıyla yazdığı Mona Rosa’yı mı ölçü alacağız? Sonrasındaki 70 yıl boyunca (2021 yılında 88 yaşındayken vefat ettiğini hatırlayalım) yazdıklarını, meselâ Hızırla Kırk Saati, bütün o düşünce eserlerini, “Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı”nı, “Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi”ni, Diriliş dergisini hiç görmeyecek, anmayacak mıyız!? Üç ciltlik “Çıkış Yolu” diye bir kitap yazdı, navigasyon bu yolu göstermez, söylemiş olayım.

Onun, İslâm Milletinin ve İslâm Medeniyetinin Dirilişi davası için, Müslümanların birleşmeleri için “Farklar” kitabında, “Sûr” kitabında adeta sûra üfler gibi feryâd edişini hiç duymayacak mıyız!

KARAKOÇ’UN KUDÜS UFKUNA DİKKAT

Bir avuç fanatik dinci Yahudinin Batılı devletlerin de sınırsız desteğiyle Filistin’i kana boğduğu; soykırım yaptığı şu günlerde Karakoç’un “Ey Yahudi” şiirini değil de, “Ve Kudüs şehri…” diye başlayan Alınyazısı Saati’ni değil de 17 yaşındaki gençlik dönemi şiirini mi okuyacağız! Bu türden magazin haberlerini yapıp yayanların asıl maksadının bu kadar kötücül bir kurguya dayandığını sanmıyorum. Kendilerince iyi bir şey yaptıklarını sanıyorlardır mutlaka, fakat salaklığın bu kadarı onlar için de fazla değil mi!

Yusuf peygambere bile “Yusuf ile Züleyha” diyerek aşk hikâyesi uydurmuş bir toplumuz biz. Oysa Kur’an’ı bir kere doğru düzgün okuyan görecektir ki Hz. Yusuf’un hayat hikâyesinin itekleyici temel motifi devlet yönetme, ekonomik buhranlara karşı tedbirler alma gibi konulardır; fakat asla aşk değildir. Hatta Yusuf’un hayatında aşk, yan konu bile değildir ve Züleyha’nın adı dahi geçmez.

Diriliş görüşünden habersiz, fikir ve sanat dünyasından uzak kişilerin Sezai Karakoç’tan bir Ferhat veya bir Mecnun çıkarma çabaları normal ve iyi niyetli değildir.

18 yaşında yazdığına ve yaşadığına baktıysanız lütfen 28, 38, 48… 88 yaşında yazdıklarına ve yaşadıklarına da bakınız! Meselâ “Ağustosböceği Bir Meşâledir” şiirini 58 yaşındayken; yani Mona Rosa’dan tam 40 yıl sonra yazmıştır. Merak etmez misiniz!

HAYAT
Cümle mevcûdât zâkir kâinât dergâhdır