Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın hayatı, vefatından 68 yıl sonra belgeler, mektuplar ve hatıraları çerçevesinde ilk kez gün yüzüne çıktı. Gazeteci Murat Bardakçı’nın kaleme aldığı ve Turkuvaz Kitap’tan yayımlanan Makbule isimli kitapta, Çankaya’nın Büyük Bayan’ı Makbule Hanım’ın 1947’de yazdırdığı ve yakın tarih açısından büyük önem taşıyan hatıraları ve mektupları ilk defa okuyucuyla buluşuyor. Makbule Hanım’ın yakın dostlarından Albay Halil Nuri Yurdakul ile tarihçi ve gazeteci Enver Behnan Şapolyo tarafından eski Türkçe olarak kaydedilen hatıraları, Mustafa Kemal Atatürk hakkında yeni bilgiler sunduğu gibi hususi hayatına da ışık tutuyor. Bardakçı’nın ifade ettiğine göre Enver Behnan Şapolyo, Makbule Hanım’ın hatıralarını zaman zaman Atatürk hakkında yazdığı kitaplarda kullanmış ancak hatıraların tamamı şimdiye kadar neşredilmemişti.
Kitapta Makbule Hanım’ın hayat hikayesi konu edilirken tarihi birer vesika olan ve Cumhurbaşkanlığı Arşivi’ndeki mektuplar da yer alıyor. Makbule Hanım’ın ağabeyi Atatürk’e, eşi Mustafa Mecdi Bey’e ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a mektuplarıyla Mustafa Mecdi Bey’in eşi Makbule Hanım’a, kayınbiraderi Atatürk’e, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a, Başbakan Hasan Saka’ya yazdığı mektuplar ve bazı yazışmalar okurlara sunuluyor.
Makbule Hanım’ın hatıraları
Murat Bardakçı, Makbule Hanım’ın hatıralarının nasıl ortaya çıktığını kitabında şöyle aktarıyor: Makbule Hanım’ın Atatürk’ü anlatıldığı hatıraları aslanda iki defterden oluşmaktadır. Bu hatıraları 1947 ilkbaharında gittiği Niğde’deki Çiftehan kaplıcalarında iki yakın dostuna dikte ettirmiş, metnin sonuna babası Ali Rıza Efendi ile annesi Zübeyde Hanım’a ait birkaç adet şecereyi, yani soyağacını da koymuştu. Hatıraların yazılı olduğu bu iki defter Enver Behnan Şapolyo’nun evrakında kalmış ve onun vefatından seneler sonra ailesi tarafından Sahaf Turan Türkmenoğlu’na intikal etmiş. Sahaf Türkmenoğlu da 2011’de Atatürk Araştırma Merkezi’ne satmış. Bugün Atatürk Araştırma Merkezi’nde Makbule Hanım’ın söz konusu hatıratı muhafaza edilmektedir. Bardakçı, daha önce Enver ve Şahbaba kitaplarında yaptığı gibi Makbule Hanım’ın hatıralarını da yakın tarihin tanınmış şahıslarına dair kişisel yorumlar ve eleştirilerde kimi zaman hakarete varan ifadelerin olmasından ötürü sansürleyerek yayınlandı.
Ağabeyimle hususi görüşmeme engel olundu
Makbule Hanım’ın hatıraları, Atatürk’ün doğumundan çocukluğuna, gençlik yıllarından Harbiye Mektebi günlerine, Umumi Harp senelerinden Millî Mücadele’ye, Çankaya yıllarından vefatına kadar olan anlatımları ihtiva ediyor. Atatürk’ün hastalığı, vefatı ve sonrasında yaşanan hadiseler hatıraların en dikkat çekici kısmını oluşturuyor. Makbule Hanım, Atatürk’ün hastalığı esnasında ve vefatından sonra Dolmabahçe’de yaşananları anlatırken ağabeyiyle baş başa kalmasına mâni olunduğunu, yakın çevresindekilerin menfi hal ve hareketler içinde bulunduğunu hatta bazı ihmallere tanık olduğunu şu ifadelerle anlatıyor:
“Ağabeyimle hususi görüşmelerimize de mâni olmak için birçok yalanlar tanzim etmişlerdi ve birçok kişiler de bunlarla hemfikir idiler. (.....) Saraya girdikten sonra ağabeyimle baş başa kalmak ve millî ıstırapları olduğu gibi kendisine anlatmak fırsatı verilmemiştir. Hatta, Atatürk beni yatakta hasta hâlinde “Otur, sıkılıyorum, konuşacağım” dediği halde biz konuşurken hemen içeriye, Hasan Rıza Bey’e haber çekiyordu. “Birçok evraklar getirdim mühürlenecek ve mahrem görüşülecek Atatürk’ü tenha bulmak isterim” diyordu.... Çok defa bu tekliflerle beni Atatürk’le baş başa kalmaklığımıza mâni oluyorlardı. Ölüm hâlinde yatan ağabeyime candan bakanı olsa idi canım yanmazdı. Herhangi zaman ilâç arasa yerinde yoktur, herhangi zaman su istese yerinde yoktur.”
Atatürk’ün gölgesinde mesut günler
Makbule Hanım, Balkan Harbi esnasında muhacereti, I. Dünya Savaşı, Mütareke ve Kurtuluş Savaşı yıllarında korku ve endişeyi, Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatta olduğu Cumhuriyet döneminde ikbali sonrasında ise talihin kendisinden yüz çevirdiği sıkıntılı günleri yaşadı. Hiç okula gitmedi, okuma yazmayı bile çok sonraları öğrendi. Hatıralarında Makbule Hanım okula gitmesini son derece kıskanç olan ağabeyinin istemediğini şöyle anlatıyor:
“Atatürk çok kıskançtı. Ben mektebe giderken yolumu keser, “Haydi eve” der ve beni yoldan çevirirdi. “Ben senin için okuyacağım” derdi. Beni hiç rahat bırakmazdı. Annem de baktı ki ben cahil kalacağım, evde hususi hoca tuttu. Ona da mani oldu. ‘Kardeşimin ahlakı bozulur’ der ve bırakmazdı. Böylece hepsine mani oluyordu. Annem bir gün âmâ bir hafız tuttu. Ağabeyim buna da mani oldu. ‘Bu kız bunlardan çok fena şeyler öğrenecek. Hafız hiç olmazsa dizine dayanarak ayağa kalkacak, ben buna razı değilim’ dedi ve mani oldu.”
1913 Haziran’ında İkinci Balkan Savaşı’nda Yunan ve Bulgarların Selanik civarını işgal etmesiyle Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım İstanbul’a göç etmek zorunda kaldı. Kendilerinden önce Makbule Hanım’ın eşi Mustafa Mecdi Bey İstanbul’a gelerek Akaretler’de 76 numaralı evi kiralamıştı. Bu eve daha sonra Mustafa Kemal Paşa da gelip yerleşecekti. Uzun bir süre İstanbul’da yaşayan aile, Mustafa Kemal’in Samsun yolculuğu sonrasında endişeli günler geçirmiş, bu durum Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına dek sürmüştü. Makbule Hanım hatırlarında ağabeyinin Samsun’a gideceği günlerde yaşadıkları anlatırken; “Atatürk Samsun’a hareket etmeden, çok sıkışık bir vaziyette idi. Kendisini Malta’ya götürmek tehlikesi kuvvetli idi. O sırada bir taraftan Malta’ya gidenleri kurtarmaya çalışıyordu, bir taraftan da evdeki sıkıntımızı yoluna koymaya uğraşıyordu. Evimiz tarassut altında idi.” diyor.
Kardeşi için Çankaya’da inşa edilen köşk
Makbule Hanım yaşamının büyük bölümünü İstanbul’da geçirdi. Cumhuriyet’in ilk senelerinde eşi Mustafa Mecdi Bey ile Ankara’ya geldiğinde Çankaya Köşkü’nde kalan Makbule Hanım’a, 1935’te Atatürk’ün isteğiyle Camlı Köşk inşa ettirildi ve başkente geldikçe burada ikamet etti. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün kız kardeşi sıfatıyla kimi zaman protokollerde hazır bulunan Makbule Hanım yurt gezilerine iştirak etti ve Ankara’ya gelen misafirlerin ağırlanmasında vazife aldı.
Beğendiği çantayı Atatürk’e ısmarlıyor
Makbule Hanım evli olmasına rağmen evden arsaya, paradan mücevhere, kürkten kumaşa, tereyağından kestaneye hemen her şeyi kocasından değil, başkalarına yazdırdığı ve Çankaya’ya gönderdiği mektuplar vasıtasıyla ağabeyinden istemişti. Atatürk, Makbule Hanım’a kendi bütçesinden sürekli destek olmuş ve her ihtiyacını karşılamıştı. Makbule Hanım, hürmetkâr ifadelerle Atatürk’e gönderdiği istek ve taleplerini belirttiği mektuplarına harcamalarına dair faturaları da eklemekteydi. Çankaya özel kalemi, Makbule Hanım için yapılan bu harcamaların faturalarını muhafaza ediyor ve her sene için masraf listeleri tutuluyordu. Makbule Hanım Ekim 1931’de Atatürk’e Muhterem ağabeyciğime hitabıyla gönderdiği bir mektubunda beğendiği bir çantayı almasını istiyor ve “Evimin vergisi, telefon vesaire borçlarım tediye edilmiş. Elbiselerim de sayenizde temin edildi. Çok teşekkür ederim. Ağabeyciğim, bir istirhamım daha var. Yüzüğümün taşını yaptırmak Babayan’a gitmiştim. Şu gönderdiğim çantayı beğendim. Eğer siz de beğenirseniz lütfen alınmasını emir buyurursanız çok müteşekkir kalacağım. diyordu.
Talihsiz bir tüccar Mustafa Mecdi Bey
Makbule Hanım’ın eşi Mustafa Mecdi Boysan’ın (1886-1956) yaşam öyküsü de kitapta çeşitli belgeler ve mektuplarla ortaya koyuluyor. Kendisi komisyonculuktan çiftçiliğe, müteahhitlikten taksi işletmeciliğine, dinamit ithâlatçılığından madenciliğe ve petrolcülüğe kadar birbirinden farklı sahalarda çalışmış, şirketler kurmuş bir iş adamı idi. Ancak Mustafa Mecdi Bey, teşebbüs ettiği hemen hiçbir ticari faaliyette başarılı olamayarak iflas etti ve yaşamı boyunca borçlarla boğuştu. Bir ara borçları yüzünden Romanya’ya bile kaçmak zorunda kaldı. Atatürk’ün talimatıyla ticaretten elini eteğini çektikten sonra 1935 ile 1939 yılları arasında Edirne milletvekili oldu. İş Bankası yönetim kuruluna girdi fakat zamanla sahip olduğu tüm servetini kaybetti. Makbule Hanım ile evliliği de 1947’de boşanmayla neticelendi. Mecdi Bey yaşamının son yıllarını ruhsal-fiziksel hastalık ve yoksulluk içinde geçirdi. Mustafa Mecdi Bey, Makbule Hanım’dan on bir ay sonra 25 Aralık 1956’da İstanbul’da yaşama veda etti. Mustafa Mecdi Bey’in hayatının son yıllarında Hadisat ve Bazı Vesaik ile Cin Tutmuşluk isimli iki risale yayınladığını ve dört beş dildeki zengin kütüphanesini Sahaflar Çarşısı’nda esnaf olan Adnan Türkmenoğlu’na sattığını Bardakçı’nın kitabından öğreniyoruz. Mecdi Bey’in kütüphanesinden sahaflara düşen Eski Türkçe kitaplar bilahare Seyfettin Özege tarafından satın alındı ve kendisinin meşhur kitap koleksiyonuna dahil edildi.
Atatürk’ün ardından zorlu yıllar
10 Kasım 1938’de Atatürk’ün vefatıyla hâmîsiz kalan Makbule Hanım’ın hayatında zorlu bir dönem başladı. Çok sevdiği ağabeyinin ardından on sekiz yıl daha yaşayan Makbule Hanım onun yokluğunda maddi imkansızlıklarla mücadele etti. Bozulan radyosunun tamiri için bile ağabeyine mektup gönderen Makbule Hanım büyük bir sıkıntıya düştüğünü, sahip olduğu imkanların elinden alındığı ve yakın çevresinin kendisinden yüz çevirdiği hatıralarında şöyle anlatıyor: “[Çankaya’daki] Eve geldik. İlk iş olarak otomobilimizi hemen aldılar. Hizmetçilerimizi aldılar. Kapıya süngüsü takılmış bir nefer koydular. Sağa sola kıpırdanacak hiçbir serbest vaziyet bırakmadılar. Ne olduğumuzu şaşırdık, ateşçimiz gitti, vekilharcımız gitti, şoförümüz Arap Kadri bizim adamımız zannediyorduk, o tarafa geçti. Elimizde Atatürk’ün ilk neferi olan Şakir Koşar adındaki bir neferle bir Arap kızı kaldı. Bunları alırken de hiçbir nezaket kaidesine riayete dahi lüzum görmeden ve bize malûmat verilmeden doğrudan doğruya eşhâsa haber ve emir göndererek eşhâsı geri aldıklarını gördük… Bugün bu vaziyete düşünce elimizde paramız da yok, birdenbire çok müşkil bir duruma düştük… Biz bu süngü takmış neferin karşısında ve sivil polisler karşısında ancak dört ay oturabildik. İstanbul’a çekilmeye mecbur olduk.”
Miras olarak kardeşine köşk ve aylık bıraktı
Atatürk hemen her şeyini Hazine’ye, belediyelere ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne verirken mirasından kız kardeşi Makbule Hanım’a sadece, hayatın boyunca ikamet edebileceği Camlı Köşk ile aylık 1000 lira bırakmıştı. Ağabeyinin vefatının ardından Makbule Hanım yalnız tapuda intikal muamelesinin yapılması unutulan birkaç gayrimenkulü üzerine geçirebildi. Makbule Hanım kendisini bir hayli şaşırtan ağabeyinin vasiyetnamesinin iptali için hukuki bir girişimde bulunmadı. Hatıralarında ise gerçek olduğunu hiçbir zaman kabul etmediği bu belgeyi ağabeyinin yazmadığını ileri sürecekti.
Makbule Hanım’a hizmet aylığı bağlanıyor
Makbule Hanım ağabeyinin oturma hakkını bıraktığı Camlı Köşkü, sıkıntılı günler geçirdiği 1940’ların ortalarında toplu bir meblağ karşılığında CHP’ye satmak zorunda kaldı. Atatürk’ün vasiyetnamesi gereği servetinin büyük bir kısmı CHP’ye miras kalmıştı. CHP her ay bin lira Makbule Hanım’a ödedi ancak ödemelerde senelerce bitmeyen zorluklar çıkardı.
1947’de Makbule Hanım CHP’ye, Meclis Başkanlığı’na, Başbakanlığa ve Demokrat Parti’ye dilekçe ile başvurarak dünya savaşının yarattığı sıkıntılarla geçinmekte güçlük çektiğini, aciz bir halde olduğu ve kendisine vatani hizmet aylığı bağlanmasını istedi. Dilekçede “Ahvâl-i hâzıra ve hayat pahalılığı malumdur. Sevgili ağabeyim merhum Atatürk’ün bana bıraktığı malûm olan maaşla geçinmek imkân haricine gelmiştir. İlişik mütalaâ da göstereceği gibi mâlûl bulunuyorum… Merhum ağabeyimin bu aziz vatana yaptığı hizmetler itibara alınarak bu âciz halimde bana vatan hidemat tertibinden bir geçim aylığı tahsisini isterim” diyordu. Kendisinin vatani hizmet aylığı bağlanması talebi Şubat 1948’de Meclis’te görüşüldü ve bazı itirazlara rağmen kabul edildi. Makbule Hanım’a hiçbir şekilde arttırılmamak koşuluyla 1000 lira maaş bağlandı.
Borçlarını manevi evlatları ödedi
Atatürk’ün ölümüyle Makbule Hanım yalnız kalmıştı ama kocası Mustafa Mecdi Bey’den 1947’de boşanmasıyla birlikte artık yapayalnızdı. Etrafındaki bazı kişiler tarafından sık sık kandırıldı ve yaptığı borçlar evlat edindiği dört manevi çocuğu tarafından ödendi.
Makbule Hanım’ın Selanik’teki iki katlı mütevazi bir evde 1885’te başlayan hayatı 18 Ocak 1956’da Ankara’da Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde noktalandı. Sağlığı hiçbir zaman iyi olmayan Makbule Hanım yaşamının son yıllarında kansere yakalandı. Vaziyetinin ciddi bir hal alması üzerine Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın talimatıyla GATA’ya yatırılmış ve tedavi masrafları karşılanmıştı. Uzun bir süre boyunca unutulan, hatta ilgisiz bırakılan Makbule Hanım’a yönelik Celal Bayar’ın bu ilgisi aynı zamanda Bayar’ın Atatürk’e yakınlığını da göstermekteydi.
Makbule Atadan’ın hüzünlü yaşamını bütün boyutlarıyla kaleme alan Murat Bardakçı, onun tam bir Müslüman Rumeli kadınını yansıttığı, ömrünün sonuna kadar beş vakit namaz kılan, abisinin vefatından sonra mevlit okutturan dinine gayet bağlı bir hanım olduğu ifade etmektedir.