Numan Aka / Yazar
Milliyetçilik ve ırkçılık terimleri arasında yaşanan kavram karmaşa-sının yüzyılı aşkın bir tarihi var. Sıklıkla birbirlerinin yerine ve çoğunlukla yanlış kullanılırlar. Bu ikiliye popülizmi de eklediğimizde, meseleyi zihnimizde açıklığa kavuşturmak şöyle dursun çözümsüz addedilen “Üç Cisim Problemi” gibi bir problemle karşılaşırız.
Faşizm kavramını da dördüncü bir terim olarak bu üçlüye dâhil etmek mümkündür fakat mealen faşizm anti-demokratik, baskıcı, sıklıkla askeri sınıfın önderliğinde şekillenen özel bir yönetim biçiminin adıdır. Irk ve/veya milliyet bu tür yönetim biçimlerinde bütünleşmeyi sağlamak adına yemeğe atılan tuz ve biber gibidir.
MİLLİ DEVLETİN SACAYAKLARI
Bugünün dünyası milli/ulus devletlerin bir toplamıdır. Kimisinin adı kâğıt üzerinde kraliyet, din devleti, hatta sosyalist diye geçse de hüviyet olarak genel eğilimden geri kalmayan milli devletlerdir onlar da. 1789’da Fransa’da mevcut kraliyete karşı gerçekleşen kalkışma ile doğan laik Fransa Cumhuriyeti, “meşruiyetinin ve egemenliğinin kaynağını belli bir milletten alan merkezi, siyasi ve toplumsal bir örgütlenme” olarak tarif edilen modern devletlerin atasıdır.
Milli devletin en temel unsuru, bir millet inşasının olmazsa olmazı müşterek dildir. Resmi dilin özellikle okullar ve askerlik aracılığı ile ülke genelinde kullanılması sağlanarak birbirini anlayan insanlarda ortak bir bilinç oluşturulmuştur. Dil ilk sırada olsa da milli devleti oluşturan yegâne unsur değildir. Bir sacayağı olarak betimleyecek olursak milli devleti oluşturan iki önemli unsur daha vardır; tarih ve coğrafya.
Modern milli devletlerin yeniden yazdıkları tarihin önemli bir kısmı kurgusaldır dersek hata etmiş olmayız. Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan ilerlemeci tarih anlayışı ışığında geliştirilen anlatıya göre; belli bir coğrafyadaki insan topluluğu, çeşitli badireleri atlatıp büyük mücadeleler vererek nihayetinde kendisine en yaraşır biçimi almış ve bağımsız milli bir devlet olmuştur.
Müşterek dil ve tarih ile oluşturulan milli ruhun maddi kanıtı olarak anlatıyı coğrafya tamamlar. Bu sayede bir vatan algısı inşa edilir. Geleneksel toplumlarda vatan kavramı kişinin doğup büyüdüğü yerden ötesi değildi. Milli devletlerde ise “gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.”
Modern anlayışta; dinin, kültür ve adetlerin bir toplumun millet olmasında etkisi büyük olmasına rağmen nispeten önemsizleştirildikleri görülür. Bunun altında, seküler Aydınlanma düşüncesinin, dinin toplum hayatında belirleyici olduğu gerçeğini hafızalardan silmek istemesi yatmaktadır. Kurgusal milli tarih anlatısına gölge düşürmektedir çünkü bu bağ.
ŞEYTANİ HASTALIK
Milliyeti belirleyen en önemli unsur nasıl dil ise, ırkı belirleyen en temel unsur da soy yani kan bağıdır. Irkçılık, bir insanın kendi soyunun diğer tüm soylarından daha üstün olduğu düşüncesidir. İkisi arasındaki en belirgin ayrım budur. Irkçılık olgusu Yunan filozof Platon’a kadar geri götürülebilir. Filozof, ideal devletinde aşağı ırkların toplumdan kazınması gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur.
Aralarındaki farktan yola çıkacak olursak milli devlet aynı ırktan olmasa da aynı dili konuşanların müşterek devletidir. Fakat ateş ve barut gibi bu iki mefhumun yan yana geldiği hiçbir durumdan hayırlı bir sonuç çıkmamış; yine de birbirlerinden hiç kopamamışlardır.
Irkçılığa yelken açmış millet anlayışına göre, ortak kan taşıyan insanlar tek renk, tek dil, tek tarih, tek ülkü sahibi olarak başka herkese üstün geleceklerdir. Geçmişin yeniden yazılması eşlik eder çoğunlukla buna. O ırk; “Ne zaman soydaşları ile safları sıklaştırıp başkalarına karşı mücadele etmişse o zaman zafere ulaşmış, dünyadaki en üstün ırk/devlet olmuştur” gibi… Elbette hakikat çoğunlukla böyle değildir.
HAKİKAT BAMBAŞKA
Soydaşlar bir birlik oluşturup kayda değer bir güç oluştursalar bile tarihe adlarını yazdırmaları ancak bir medeniyet olabilmeleriyle mümkündür. Medeniyetler, farklı insan topluluklarının belirli bir soyun veya topluluğun önderliğinde ama birbirlerini tamamlamalarıyla, birbirlerine el vermeleriyle ortaya çıkmış, soydaşlardan müteşekkil kısır bir ülkenin fevkinde yapılanmalardır. Bu yüzden yüzlerce millet olmasına rağmen adı anılan medeniyetler bir elin parmaklarını geçmez.
Ülkenize dair yazılan tarih, hâkim sınıf/soy tarafından ne kadar kurcalanmış ve gerçeklerden uzak kurgulanmışsa ırkçılığa dönüşmesi o kadar kolaydır. Bir zamanların Amerika ve Almanya’sı, 1930lar Türkiye’si, bugünün İsrail’i buna örnektir.
POPÜLİZMİN BESİN KAYNAKLARI
Günümüz siyaset jargonunun gözde nefret objesi popülizmi ırkçılıkla eşitlemek doğru olmaz. Yeni bir tür virüstür popülizm. Sadece ırk, yerli-yabancı meselelerinde değil dini, iktisadi ve başka siyasal çatışma alanlarında da kendine sığınacak bir yuva bulabilir bu virüs. Fakat özellikle ırkçılığın popülizmin en önemli besin kaynağı olduğu şüphe götürmez.
Popülizm, ırkçılıktan yöntem olarak bazı farklılıklar gösterir. Tarih boyunca ırkçılık, totaliter ve baskıcı yönetim arzusunu bir ajanda olarak hep yedeğinde taşımıştır. Popülistler ise demokratik sistem içinde semirdiler. Böylesi bir ajandaları olup olmadığını bilmiyoruz fakat oy kazandıkça meşruiyetlerini perçinliyorlar.
MİLLET-İ İBRAHİM
Müslüman toplumların rehberi Kur’an-ı Kerim’de, “Müslüman müslümanın kardeşidir.” buyrulmaktadır. Çok erken bir dönemde görülen ve kabileciliği, Kur'an ve sünnete muhalif ters bir şekilde ön plana çıkararak devlet yöneten Emevilerin Arap-Arap olmayan ayrımı, İslam tarihinde bir yozlaşma olarak değerlendirilir. Müslüman toplumlar arasında tarihte görülen çatışma ve ihtilaflar ırk eksenli değil, mülk eksenli olmuştur genellikle.
“Onlar, ‘Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız’ dediler. Sen de şöyle de: ‘Hayır! Biz, Hanîf olan İbrâhim’in milletine uyarız. O, müşriklerden değildi.’” (Bakara/135)
Müslümanların millet anlayışı Kur'an’da geçen “Millet-i İbrahim” düsturuna dayanır. İnanç eksenli adaletin esas olduğu bir yapılanmadır. Bazı yorumcular bu tabirle Hıristiyan ve Yahudilerin tamamının kast edildiğini söyleseler de yukarıdaki ayetin devamında izahı açıktır. Bu ayette “millet” kavramı ile tevhit inancını ve ilahi şeriatı terk etmemiş geçmiş ümmetler kastedilmektedir. Millet-i İbrahim kavramını bir iki paragrafla izah mümkün olmadığından başka bir yazıyla, daha geniş bir şekilde ele almak yerinde olacaktır.