İşgale direnen arşivler: Göç eden Filistin mirası

Bazen sadece insanlar göç ettirilmez, arşivler de göç ettirilir, zorla yerinden edilir. Bazen işgalci şiddet kendini sadece toplumlar üzerinde değil, nesneler ve kültür üzerinde de gösterir. Yine aynı şekilde sadece insanlar değil arşivler de işgale karşı direnir.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Ahmet Faruk ASA - Yazar

Filistin’in 1948’den bu yana karşı karşıya kaldığı sistematik saldırıların en önemlilerinden biri hiç şüphesiz Filistin kültürünün ve tarihinin silinmesidir. İsrail, 1948’den bu yana Filistin’in hafızası sayılabilecek materyalleri, arşivleri, filmleri, tarihi eserleri, müzeleri yok ediyor, yağmalıyor yahut çalarak kendi arşivlerinde gizliyor. Kültürel mirasın yahut tarihi eserlerin kasıtlı olarak yok edilmesi insanlık suçu olarak kabul edilmesine rağmen, uluslararası ceza mahkemelerinde bu suçtan yargılanan İsrail için herhangi caydırıcı bir yaptırım henüz uygulanmadı.

TARİH TEKERRÜR EDİYOR

7 Ekim süreci, kültürel mirası yok etme suçunun zirveye çıktığı, insanlık tarihindeki en büyük yıkımlardan biri olmaya devam etmekte. Dini mekânlar, arkeolojik kanıtlar, kültür kurumları, kütüphaneler, camiler, el yazmaları, arşiv belgeleri İsrail saldırıları neticesinde yok olmaya yüz tutuyor. Yerine konulamayacak büyük bir kültür saldırısı, Gazze halkına yönelik katliamlarla beraber devam ettiriliyor. Yalnızca kültür mirasını koruyan mekanlar değil, bu mirası canlı tutacak yahut devam ettirecek niteliğe sahip kişilerin de bu saldırılarda hayatını kaybediyor olması, büyük bir tahribata yol açıyor.

Filistin’in geçmişini yok etmek adına doğrudan hafızayı hedef almak, apartheid politikaların tam merkezinde yer alıyor. “Halkı olmayan toprak” söylemi ile başlayan bu uygulamalar, bugün Gazze’de zirveye ulaşmış durumda. 1948’de yağmalanan köylerde Filistin’e ait ne varsa yağmalayan ve kendi arşivlerine koyan İsrail, Gazze’de aynı düstur ile dikkatlerden uzak şekilde saldırılarına devam ediyor. Görünen o ki Filistin için tarih bu açıdan tekerrür ediyor.

ŞEHİR HAFIZASI YAKILIYOR

Uzmanların görüşlerine göre Gazze’de bulunan arşivlerin yüzde yetmişinden fazlası 7 Ekim sürecinde yok edildi. Gazze’de belgeler ve arşivler hariç yüz binlerce kitap kütüphanelerin yıkılmasıyla kayboldu. Yaklaşık 100 tane kütüphane saldırılar neticesinde yıkıldı.

Yüz binlerce yazma eser, baskı, kitap barındıran Abbas ve Umari kütüphanesi yıkıma uğrayan yerlerden yalnızca ikisi. Osmanlı dönemine ait belgeler, mülkiyet kayıtları, resmi işlemler, elektrik, su, belediye kayıtları ve tapu kayıtlarını içeren Gazze Belediyesi’nin merkezi, İsrail’in çaldığı materyaller dışında tamamen tahrip edildi. Gazze Belediye Merkezi, Gazze şehrinin son 120 yılına ait kent ve toplum hafızasının tutulduğu yerlerden biriydi. Mısır’ın Gazze Şeridi’ni idaresi sırasında toplanan Ezher enstitülerinin arşivleri ve dini arşivleri de 7 Ekim saldırılarıyla beraber kaybolmuş oldu.

MOĞOLLARI GEÇTİLER

Görünen o ki bu saldırılar, Filistin mirası ve tarihine büyük zarar veriyor. Kaybolan arşivler arasında Gazze’de kurulan şeriat mahkemelerinin tüm eski kararları ve vakıf arşivleri de var. İsrail’in sistematik şekilde hedef aldığı yerler arasında değerli antik eserlerin yer aldığı “Ömer Camii” de bulunuyor. İsrail, İslami temsillerin bulunduğu tüm tarihi yapıları bu süreçte hedef aldı. Gazze’nin sembol yerleri olan, içinde tarihi ve sanat eserlerini bulunduran Samarra Hamamı ve Paşa Sarayı da hedef alınan yerler arasında oldu.

Araştırma makaleleri, eski gazeteler ve diğer belgeler de dahil olmak üzere 50 binden fazla eserin olduğu Diana Tamari Sabbagh Kütüphanesi de bu süreçte yıkılan hafıza kurumlarından biriydi. El Nahda Kütüphanesi, Samir Mansour Kütüphanesi, Gazze İslam Üniversitesi Kütüphanesi, 3000’den fazla arkeolojik eser barındıran El İsra Üniversitesi Kütüphanesi ve Ulusal Müzesi, Kudüs Üniversitesi Kütüphanesi, Akkad Müzesi, Deyr El Beleh Müzesi, Refah Müzesi, Shahwan Müzesi ve sayıları çoğaltılabilecek yüzlerce yerde kültürel miras yok edildi. Şu anda ne yazık ki Gazze’de can pazarı devam ederken tarih, insanlık dışı katliamların yanında Moğol istilasına benzer şekilde ilmi mirasın yıkılışının da üzerinde duracaktır.

İsrail’in bu saldırıları tüm uluslararası anlaşmalara aykırı. Ancak İsrail ordusu buna rağmen saldırmaktan geri durmadığı gibi arkeolojik alanlarda yaptıkları yıkımı paylaşacak kadar da cüretkâr davranabiliyorlar. Paşa Sarayı, Han Yunus Müzesi gibi yerler UNESCO’ya bağlı olmasına karşın, yeniden inşanın mümkün olmadığı bu alanlar için herhangi bir önlem ya da farkındalık oluşturulmuyor. Tarihi eser ve arşivler sadece resmi yapılarda bulunmuyor. Bu süreçte Gazze’de on binlerce ev de tamamen yıkıldı. Gazze halkının kendi evlerinde bulunan arşivlerinin, fotoğraflarının ve kişisel belgelerinin yok olmasını nereye koyacağız bu hafıza ve kültür mezaliminde? Hafızanın en önemli taşıyıcıları olan bir toplum canlı canlı yok edilirken, madalyonun öbür yüzünde bunun aracısı kurum ve materyaller için vicdanlar nasıl dikkat kesilsin?

KÜLTÜR MEZALİMİ 1948’DE BAŞLADI

İsrail’in arşivleri, kayıtları ve tarihe tanıklık eden materyalleri yok etmeye çalışması ilk değil. Nekbe sürecinde katliamlar yoluyla Filistinliler yerlerinden edilirken, İsrail hem geride katliamlara dair delilleri ortadan kaldırmak hem de toprağın Filistinliler ile olan delillerini yani belge, evrak, kayıt ve arşivleri ortadan kaldırdı. Yağmalanan bu mirasın bugün önemli kısmı İsrail arşivlerinde olmasına karşın, erişim yasakları neticesinde herhangi bir bilgi edinilemiyor.

Yakından bilinen katliamlardan örnek olarak 1948 yılında gerçekleşen Deyr Yasin katliamının ardından köydeki Filistinlilere ait kayıtlar büyük ölçüde yağmalandı. Aynı yıl gerçekleşen Safsaf, Lid ve Remle katliamlarında da bu bölgelerden elde edilen belge ve arşivler de İsrail’in eline geçti ve materyallerin erişimi kısıtlandı. Bugün, 1948 yılında yapılan saldırılardan geriye kalan belgeler, saldırıların şiddetine oranla oldukça az. Yüzlerce köy haritadan silinmiş, yüz binlerce insan yerinden edilmiş olmasına karşın ulaşılabilen arşivler düşünüldüğünde durumun vahameti ortaya çıkıyor. Anahtarın Filistin’in en büyük sembollerinden biri olmasını bir de bu açıdan okumak gerek.

İsrail, Nekbe sürecinde şehirlere, beldelere ait arşiv ve belgelerin yanında, bizzat kişilere ait olan kayıtları da çalmış ve onları propaganda aracına çevirmiştir. İsrail’in 1948’de Kudüs’ün Batısındaki Filistin mahallelerine yönelik saldırıları esnasında işgal askerleri çok sayıda kitapçıyı ve fotoğraf atölyesini yağmalamıştır. Filistin fotoğrafçılığının önemli isimlerinden biri olan Halil Rassas’ın fotoğraf dükkanı da bu yağmadan nasibini almıştır. Özellikle Nekbe esnasında yaşanan olayları belgelemek için yaptığı çalışmalarla bilinen Rassas, halkın gündelik hayatlarını fotoğraflayarak işgalin etkilerini kayda almıştır. Rassas’ın arşivleri, Filistin’in tarihi hafızasında önemli bir yer tutmuş ve bu arşivlerin İsrail tarafından ele geçirilerek yağmalanması, Filistin’in kültürel mirasının yok edilme girişimlerinden biri olmuştur.

İŞGAL ETTİĞİ HER YERDE FİLİSTİN’İN İZLERİNİ SİLİYOR

Günümüz IDF arşivleri, katliamları ve yerinden edilmeleri içeren on binlerce materyal ile dolu. Bu arşivlere zaman zaman erişim imkanı verildiğinde ise karşılanan manzara İsrail’in kamusal alanda Filistin’e ait iz bırakmaması üzerinedir.

İsrail’in, sadece işgal edilen Filistin topraklarında değil, Filistin’in dışında kalan yerlerde de arşiv ve belge yağmacılığı yaptığını unutmamak gerek. Özellikle Lübnan’ın işgali, Filistin kültür hafızası için büyük bir yıkım olmuştur. Beyrut’u işgal eden İsrail, burada bulunan Filistinlilere ait kurumları hedef aldı ve kurumların bünyesindeki arşivlerin önemli bir kısmı, İsrail tarafından çalınarak IDF arşivlerine katıldı. 1960’lardan bu yana akademik çalışma yürüten ve Filistinlilerin Lübnan’daki en büyük kurumlarından biri olan Filistin Araştırma Merkezi 1980’lerin başında İsrail’in Lübnan’ı işgalinde yağmalandı. İsrail askerlerince yağmalanan merkezdeki binlerce film, evrak, kayıt, yazı çalındı ve ortadan kaldırıldı. Filistin Araştırma Merkezi Kütüphanesi, Lübnan’daki Filistinlilerin hafızası olma özelliği taşıyordu. Buradaki yağma, kültürel mirasa büyük bir darbe oldu. İsrail buradaki kültür hazinesine erişim engeli getirdi.

SÖMÜRGECİLİĞİN ALAMETİFARİKASI

Edward Said’in de dediği gibi, Siyonizm'in Filistinlilere “anlatma izni” tanımaması, Filistin’in varlığına işaret eden her alanda kendini gösteriyor. Esasında sömürge arşivleri, silme ve gizleme mekanizmaları kullanılarak tarih yazan ülkelerin, en belirgin kolonyal özelliklerini taşır. Fransa’nın Cezayir arşivlerini sömürmesi, Amerikalılar tarafından Filipinlilerin arşivlerinin çalınması, Naziler tarafından Avrupa’daki arşivlerin alınması, ABD’nin Irak’taki arşivleri saklaması ve kaçırması, Britanya’nın Hindistan ve Kenya’dan geri çekilirken buranın kültür miraslarını da alarak üzerlerine adeta bir kara bulut edasıyla çökmesi gibi…

Bazen sadece insanlar göç ettirilmez, arşivler de göç ettirilir, zorla zorla yerinden edilir. Bazen işgalci şiddet kendini sadece toplumlar üzerinde değil, nesneler ve kültür üzerinde de gösterir. Yine aynı şekilde sadece insanlar değil arşivler de işgale karşı direnir.

Naziler tarafından zapt edilen arşivlerin geri iadesini sıklıkla gündeme getiren İsrail, aynı etik beklentileri konu Filistin olduğunda görmezden geliyor. Kamuoyundan saklanan bu arşivler, ulusal kimlik şekillendirilirken İsrail için pazarlama gücüne dönüştürülmek isteniyor. Filistinliler, bu kültür geçmişi içerisinde ne kadar görünmez olursa İsrail de bir o kadar Yahudi karakterini tarih sayfalarına aşılayacağını düşünüyor. Oysa gerçek, ne yaparsanız yapın silinmeyecek bir belirginlik içerir.

BEŞ KIRIK KAMERA

Türkçeye “5 Kırık Kamera” olarak çevrilen Five Broken Cameras filmini İsrail’in kayda ve hafızaya dair düşmanlığını anlatan bir eser olarak bu yazının da bağlamındaki esas düşünceyi görselleştirmesi itibariyle tavsiye etmek isterim. Filmde işgalin gündelik hayatlara olan etkisini kamerasıyla kayda alan yönetmenin yaşadığı acılar, Filistin halkının ve geçmişinin bir temsilidir. Bir kamera da işgal kurşunlarının hedefi olabilir, bütün bir halk gibi. Çünkü kayda almak ve belgelemek, İsrail için saldırmaya fazlasıyla yeter bir sebep olarak görülür. Gazze’de yaşanan soykırımın tam ortasında yer alan gazeteciler tam da bu sebeple öldürülmediler mi? Ya da Şirin Ebu Akile? İşgale karşı şahit olmak ya da kayda almak, bu kırık kameralara sahip olmak demektir. O kırık kameraları, Filistin’in yağmalanan geçmişi olarak da görebiliriz.

Batı Şeria’nın Beyta beldesinde işgalci kurşunları ile öldürülen Ayşenur Ezgi Eygi de tam olarak bu duruma karşı çıktığı bir esnada hayatını kaybetti. Filistin’in bölgedeki varlığının en belirgin simgelerinden biri olan Beyta’nın yıllardır yerleşimciler eliyle kimliğinin silinmesine karşı gelen Eygi, ardında güzel bir hatıra ile şehit oldu.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Edirne’den Altay Dağları’na Ortak Türk Alfabesi

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Soykırımın dijital medya cephesi ve müttefikleri

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Dijital dünyanın yeni tehlikesi: Sosyal medyada itibar suikastı