Hizbullah ve İsrail gerilimi nereye evrilir?

İsrailli siyasetçilere ve Hizbullah’a yönelik iç kamuoyundan gelen baskılar yanında, iki aktör için de bir küresel sıkışmışlık durumu söz konusu. Mevcut gerginliğin topyekûn savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğini iki aktöre yönelik baskının ve küresel sıkışmışlık düzeyinin derecesi belirleyecek.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Dr. Abdullah Musab Şahin - İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi

İsrail ve Lübnan arasında 2006 senesinde fiili olarak kabul edilen ateşkesten itibaren devam eden kontrollü gerilim, 7 Ekim sonrasında farklı bir boyuta evrildi. Sınır hattındaki çatışmaların zaman zaman şiddetini artırdığını gördük. Bununla beraber, geçtiğimiz hafta iki taraf arasındaki söylemlerin şiddeti farklı bir boyuta evrildi. Retoriklerin şiddeti 2006 senesini hatırlattı. Hizbullah’ın yayınladığı video ve Hizbullah’ın tehdidinin kapsamının Güney Kıbrıs’ı dahi kapsayacak hale gelmesi, savaş endişelerini ciddi olarak gündemde tutuyor.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ve diğer siyasetçiler Gazze sonrasında İsrail ordusunun hedefinin Lübnan olacağına ilişkin açıklamalar yaptı. Bu açıklama sonrasında gözler Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a çevrildi. Hizbullah liderinin özellikle 2006 senesinde İsrail’in geri çekilmesinden beri Lübnan’ın koruyuculuğu iddiasında olduğu biliniyor. Aynı şekilde, Gallant’ın açıklamasına karşı Hizbullah lideri daha önceki söylemini sertleştirerek İsrail hedeflerinin tespit edildiği bir videoya atıf yaparak yanıt verdi. Hasan Nasrallah Lübnan’ın koruyuculuğu ve Lübnan’ın demografik dağılımından dolayı bir türlü oluşturulamayan Lübnanlı müşterek paydasını yine ön plana çıkardı.

BEYRUT’TA SİYASİ KRİZ

Lübnan içinde ciddi bir siyasi kriz var. Lübnan’da cumhurbaşkanlığı koltuğu önceki Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın görev süresinin sona erdiği 2022 senesinin ekim ayından beri boş. Şimdiye kadar cumhurbaşkanlığı seçimi için 12 oturum yapıldı. Bu oturumlardan ülke için istikrar sağlayacak herhangi bir sonuç çıkmadı.

Bu başarısızlıkla sonuçlanan teşebbüslerden sonra Katar, Fransa ve ABD gibi pek çok dış aktörün müşterek bir cumhurbaşkanı belirlenmesi maksadıyla Lübnan’a heyetler gönderdikleri görüldü. Gelinen noktada, önceki cumhurbaşkanı adaylarının birisi üzerinde mutabakat sağlanamadı. Hizbullah ve müttefikleri daha önceki aday üzerinde ısrarcı olduğu için süreci kilitleyen adayların yerine yeni adaylar da çıkarılamadı. Genel olarak Lübnan kamuoyunda cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili yaşanan kriz, Hizbullah’ın ısrarcı tutumuna dayandırılıyor.

Öte yandan kamuoyundaki tepkinin başka bir nedeni daha var. Cumhurbaşkanlığı koltuğunun boş olmasını gerekçe göstererek Hizbullah, Lübnan’ın koruyuculuğunu üstlendiği şeklinde güvenlikçi söylemlerle kendisine bir alan açtı. Haliyle bu durum ülke içindeki diğer grupların tepkisini çekti.

“MUTABAKATA UY” BASKISI

Lübnan iç kamuoyuna bakıldığı zaman, İsrail ile olası bir savaşa girilmesi konusunda endişe taşıyan kesimin özellikle iç hukuk mevzuatına dahil olan Taif Mutabakatı’nı ön plana çıkardığı görülüyor. 15 seneye yakın süren iç savaşı takiben 1989 senesinde Suudi Arabistan’ın Taif kentinde imzalanan bu mutabakat metni, Lübnan için bir anayasal belge niteliği taşıyor. Bu mutabakat hem siyasi reformları içeriyor, vaat ediyor hem de Lübnan iç savaşına katılan aktörlerin kısa sürede sivilleştirilmesini amaçlıyordu. Hizbullah ise sivilleşmeye yanaşmıyor.

7 Ekim öncesinde de gündemde olan Taif Mutabakatı’na tam uyum meselesi, son aylarda daha da fazla gündemi meşgul etmeye başladı. İsrail ve dış aktörlerin, sınırdaki gerginliği Hizbullah’a yüklemeleri iç kamuoyunda da okların Hizbullah’a çevrilmesine sebep oldu. Dolayısıyla Lübnan’ın Filistin ve İsrail arasında devam eden mevcut çatışmaya girme ihtimali doğrudan Hizbullah ile irtibatlandırıldığı için, Taif Mutabakat metnine uyulması yönündeki baskılar da Hizbullah’a yönelmiş durumda.

Hizbullah’ı sıkıştıran bir başka metin daha var. BM Güvenlik Kurulu’nun 1701 Sayılı Kararı 2006 senesinde İsrail ve Lübnan arasındaki savaşı sona erdirme amacını taşıyordu. Kurulun bütün üyeleri tarafından oybirliğiyle ve taraflarca kabul edilen bu kararda genel olarak silahlı çatışma halinin durdurulması, Güney Lübnan’ın Lübnan devlet kuvvetlerine bırakılması ve İsrail’in Mavi Hat olarak isimlendirilen sınırın ötesine çekilmesi kararlaştırılmıştı.

NETANYAHU-GANTZ KAVGASI

Sınırın öte yanında İsrailli siyasetçilerin hem ülke içinde hem de küresel düzeyde sıkışmış vaziyette olduğu görülüyor. Netanyahu’nun en büyük siyasi rakibi eski Savunma Bakanı Benny Gantz’ın erken seçim talebiyle savaş kabinesinden istifa etmesi aslında diğer gelişmeleri de tetikledi. Hemen akabinde savaş kabinesinin feshedildiği görüldü. Ayrıca geçtiğimiz günlerde ordu kanadından yapılan açıklamalar ve ordunun siyasetçilerden bağımsız olarak taktiksel ateşkes kararını kendi inisiyatifiyle alması gibi durumlar hatırlanırsa siyasetçilerin söylemlerini yeni bir hedefe, Lübnan’a yöneltmeleri popülizm açısından anlaşılabilir bir hamle.

Bunun dışında İsrailli siyasetçiler için küresel düzeyde sıkışmışlık halinden de bahsetmek mümkün. Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda başlattığı sürece şimdiye kadar resmi yollardan çeşitli ülkeler katıldı. Bu davaya katılacağını beyan eden ülkeler de oldu. Bunun dışında, Uluslararası Ceza Mahkemesi başsavcısı tarafından İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant için tutuklama talep edildi. Yine yakın zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nda bir ateşkes kararı kabul edildi. Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde kıymetli. Siyasi baskılarla birlikte İsrail’i küresel düzeyde de baskı altına alıyor.

KÜRESEL BASKILAR SONUÇ VERİR Mİ?

Netice itibarıyla, İsrail ve Hizbullah’ın söylemlerinin sertleşmesi anlaşılabilir. Zira, iki taraf da bir bunalım dönemi yaşıyor. İsrailli siyasetçilere ve Hizbullah’a yönelik iç kamuoyundan gelen bir baskı mevcut. Bunun yanında, iki aktör için de bir küresel sıkışmışlık durumu söz konusu. İlerleyen dönemde bu gerginliğin topyekûn savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğini iki aktöre yönelik baskının ve küresel sıkışmışlık düzeyinin derecesi belirleyecek.

Bir diğer etken Beyaz Saray’ın tutumu. Şimdilik Beyaz Saray, Biden yönetiminin dış politikanın Çin ve Rusya ile büyük güç rekabetine odaklanmasını tercih ediyor. Gerçekleşmesi zor kalıcı barış yerine iki ülke arasında tampon bölge oluşturulmasını yeterli görüyor.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Almanya’da sağın İslam düşmanlığı, liberal ve solun İslamofobisi

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Öğretmen mülâkatları üzerine çarpışan düşünceler