Bağımsız Türk sinemasının öncü ismi: Ömer Kavur

Ömer Kavur, izleyicinin edilgen bir şekilde filmi izlemesini değil, filmle iletişim kurup, düşünsel bir serüvene ortak olmasını hedeflemiştir. Yeni Dalga etkisinin gözlendiği bu yaklaşım Kavur’un filmlerini çekmeye başladığı dönemde devrimci bir anlam taşıyordu.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Yekta Şirin - Metin Yazarı

Yıllar önce verdiği bir röportajda sinemayı azim ve direnç işi olarak tanımlayan Ömer Kavur, sanat yaşamında bu direnci en üst seviyede göstermiş bir isim. 1974 yılında çektiği ilk film olan Yatık Emine’den itibaren kendine özgü üslubunu geliştirerek Türk sinemasında kendine özel bir alan açtı. Sinemayla kurduğu ilişki küçük yaşlarda başlayan Kavur, erken dönemlerde Fransız Yeni Dalga sinemasının filmlerini izlemiştir. İtalyan sinemasını önemsediğini söylemesine karşın Fransız Yeni Dalga sinemasından daha yoğun etkilendiği görülmektedir.

PİYASA FİLMLERİNDEN UZAK DURDU

1970’li yıllarda Türk sineması yapım şirketlerinin etkisi altındaydı. Ekonomik kazancı ön planda tutan şirketler filmlerin piyasaya uyumlu olmasını önceliyor senaryoya, oyunculara, yönetmene müdahale etmekten geri durmuyordu. Seyircinin ilgisi sinemayı şekillendiriyor, zengin kız fakir oğlan (ya da tersi), göç, zenginleşme arzusu gibi birbirine benzeyen temalar işleniyordu. Fransa’da eğitim aldığı dönem, sinema çevrelerine dahil olan Kavur ise piyasa merkezli bu yaklaşımdan beri durarak izleyiciyle farklı bir bağ kurmaya çalıştı. Bu farklılıkta yönetmenin perspektifinin Paris’te şekillenmiş olmasının etkili olduğu söylenebilir. Küçüklüğünü Yugoslavya’da geçirmiş, İngilizce eğitim veren bir okulda okumuş, ardından Robert Kolej’de başladığı eğitim hayatını Kabataş Lisesi’nde tamamlamış ve yüksek öğrenimi için Fransa’da bulunmuştur. Bakış açısı Türkiye’de şekillenmiş sanatçılardan dolayısıyla Yeşilçam’dan ayrışmaktadır. 1950 sonrası tüm dünyada etkisini gösteren Amerikan yapımları daha geniş kitlelere ulaşmak adına popülist bir yaklaşım sergilerken, özellikle Fransız sineması sanatsal hassasiyetleri daha fazla ön planda tutuyor, sinemayı kimliğinin parçası olarak görüyordu. Kavur’un Yeşilçam’dan ayrışıp, daha bağımsız filmler yapmasının temel nedenlerinin başında da Fransız Yeni Dalga sinemasından etkilenmesi gelmektedir. Bu arka plan göz önünde bulundurulduğunda onun Türk izleyicisi için biraz sıra dışı gelen üslubu daha iyi anlaşılacaktır.

ORYANTALİST ANLATIYI BESLEMEDİ

Filmlerini Türkiye’de ve Türkçe çekmesi nedeniyle elbette Türk sineması içinde değerlendirilecektir. Ancak Kavur’un farkı, Türkiye’ye, dönemin diğer yönetmenlerine nazaran biraz daha dışardan bakabilmesinden kaynaklanmaktadır. Kavur, Fransa’da öğrendikleriyle şekillenen bir göz ile Türkiye’de film çekmiş bir yönetmendir. Benzer bir durumun Ferzan Özpetek için de geçerli olduğu söylenebilir. Ancak Kavur, Özpetek’in düştüğü hataya düşmemiş, oryantalist bir tavır geliştirmemiştir. Belki Özpetek’in yaşamını İtalya’da sürdürmesine karşın Kavur’un Türkiye’de yaşamasının ve sanata daha derinlikli yaklaşımın onu oryantalizmden uzak tutan etkenler arasında olduğundan söz edilebilir.

POLİTİK KONULARA DA DEĞİNDİ

Filmlerinde başta Godard olmak üzere yeni dalga temsilcisi yönetmenlerde olduğu gibi politik konulara da değinmiştir. (Siyasi hareketliliğin tam ortasında 68 eylemlerinin merkezinde Fransa’da bulunduğu da göz ardı edilmemeli). İlk filmi Yatık Emine’de kaleme aldığı senaryo iki kez sansür kurulu tarafından veto edildi. Üçüncü girişimde onay alındı ve film çekildi. Amansız Yol filminde de artık dünyanın değiştiğini, önemli olanın sadece para kazanmak olduğunu anlatan adam, karısını satıp kirli işlere bulaştırırken kazancı için bunu normal görmektedir. Ah Güzel İstanbul’da ise çaresizlikten hayat kadını olarak çalışan kadının hikayesi anlatılır. Yeni Dalga sinemasından aşina olunan burjuvazi eleştirisinin bir benzeri Yusuf ile Kenan filminde de yer almaktadır. Yönetmenin biraz da militan bir film olarak tanımladığı ve yine sansür kuruluna takılan Yusuf ile Kenan’da ise babası vurulup yetim kalan iki çocuğun akrabalarını bulmak için geldikleri İstanbul’da başlarına gelenler anlatılırken, şehirde zenginle yoksul arasındaki mesafenin uçuruma dönüştüğü, insanların para kazanmak için ne gibi yollara başvurduğu, suça bulaşmak zorunda kaldığı korunaksız hayatlar konu edilir. Filmin başlarında iki çocuğun durumuyla ilgili bilgi verilen zengin iş adamı ve yanındakiler, çocuklara yardımcı olmak yerine kendi özel gündemlerine odaklanarak, burjuva duyarsızlığını yansıtırlar. 2000 yapımı Melekler Evi’nde devlet ve mafya ilişkilerini değinmeye çalışmış olsa da bu yapım Kavur sinemasının en zayıf filmlerinden biridir. Gece Yolculuğu ise güncel politik meselelerin ötesinde tarihsel atıfta bulunarak, mübadelede kasabasını terk eden Rumlardan söz eder. Filmde, Rum’ların bir gün geri dönme düşüncesiyle evlerini terk ettiğinden bahsedilir.

BAŞARILI EDEBİYAT UYARLAMALARI

Lise yıllarından itibaren edebiyatla sıkı bir ilişki kurmuş, hikayeler yazmış, sinemasında edebiyatla geniş bir alan açmıştır. Edebiyat uyarlamaları sinemada her zaman başarılı olmamıştır. Bunun nedenini, edebi bir metne ticari bir meta olarak yaklaşılması olarak görür. Fakat Kavur’un edebiyat uyarlamaları için olumsuz bir durumdan söz edilemez. Bu başarının altında Kavur’un ele aldığı romanı başkalaştırarak sinemaya uyumlu hale getirme başarısı ve kendi deyimiyle edebi metni kaleme alan kişiyle ruhsal bir yakınlık kurması yatmaktadır. Esere bağlı kalmak adına romanı bire bir senaryoya taşımaz. Kavur’un başarısı biraz da neyi anlattığı kadar nasıl anlattığından da kaynaklanmaktadır. Filmde anlatılan konudan ziyade yapısal bir takım özelliklerin ve yönetmenin sahip olduğu kişisel üslubun ön planda yer alması da Yeni Dalga akımının temel özellikleri arasında yer almaktadır.

Kavur, yönetmenliğin yanında senaryo yazım süreçlerinde de bizzat yer alır. Bu özelliği itibarıyla da Fransız Yeni Dalgası ile örtüşmektedir. Akımın önemli yönetmenleri birçok filminin de senaryosunu kaleme almıştır. Kavur sinemasının fark yaratan filmlerinin başında Yusuf Atılgan’ın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan Anayurt Oteli gelmektedir. İlk filmi olma özelliği taşıyan Yatık Emine de Refik Halid Karay’a ait bir hikayeden perdeye taşınmıştır. Yine Kırık Bir Aşk Hikayesi ve Göl filminde yönetmen, romancı Selim İleri’yle birlikte çalışmıştır. 1991 yapımı Gizli Yüz ise Nobel ödüllü edebiyatçı Orhan Pamuk’un “Kara Kitap” adlı romanındaki bir bölümden senaryolaştırılmış ve ertesi yıl Pamuk, aynı adla romanı yayımlanmıştır. Melekler Evi’nde ise Feride Çiçekoğlu ile çalışır. Türk edebiyatını Türk sinemasının temel taşlarından biri olarak görmektedir. Hatta, edebiyatla kurulan bağın kopmasından ötürü Türk sinemasının da gerilediğini söylemiştir.

BAŞKA BIR SINEMA

Yönetmenin, Türk sinemasında asıl farklılaştığı noktaların başında ise özellikle 12 Eylül 1980 darbesinin ardından şekillenen yeni sineması gelmektedir. Giovanni Scognamillo, Türk Sinema Tarihi adlı eserinde Kavur’la ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır:

“1980’den itibaren kendi yapımcısı da olan Ömer Kavur’un başlıca özelliği her filminde bir 'yolculuk'u anlatmasıdır; bu kimi zaman bir 'iç' yolculuktur, kimi zamansa gerçek ve kilometrelerce sürüp giden bir yolculuk. Böylece Kavur’un her filmi biçim ve içerik olarak ayrı bir deneme, ayrı bir araştırmadır; zaman zaman ağır bir tempoda gelişen, daha doğrusu, dakik ve nesnel bir anlatımla kendi temposunu geliştiren, oluşturan.”

Ah Güzel İstanbul’da ve Amansız Yol’da uzun yol şoförü, Gece Yolculuğu’nda yeni filminin çekileceği kasabaya yolculuğa çıkan yönetmen ve senarist, Kenan ile Yusuf’ta köyden şehre gelen iki kardeşin yolculuğu, Göl’de sahne almak için kasabaya gelen kadının hikayesi anlatılır. Ancak bu gerçek yolculuğun dışında Kavur’un asıl farkı Scognamillo’nun da altını çizdiği “iç yolculuk”tur. Gece Yolculuğu, Gizli Yüz, Akrebin Yolculuğu hatta Karşılaşma ve Körebe gibi filmler bu açıdan örneklik teşkil etmekle birlikte Kavur sinemasında asıl kırılmanın hissedildiği film Anayurt Oteli’dir. Bu filmler tıpkı yeni dalga yönetmenlerinin kendi çektikleri filmlere damgasını vurması gibi Kavur’un auteur yönetmen anlayışını gösteren yapımlardır.

İNSANIN İÇ DÜNYASINA YÖNELDİ

Prof. Dr. Zeynep Çetin, Yeni Dalga’nın toplumsal sorunlardan çok insanın iç dünyasına yöneldiğini belirtir. Kavur da Yeni Dalga filmlerindeki gibi çevresiyle güçlü ilişkisi olmayan, kişisel sorunlarıyla başa çıkmaya çalışan, yabancılaşmış, karamsar, iletişim kurmakta zorlanan, aile bağları zayıf karakterlerin hikayelerini perdeye taşıyıp, bireyi en yalın haliyle anlatmaktadır. Modern bireyin hangi sepeplerle bu tarz saplantılı bir karaktere dönüştüğü üzerinde ise pek durmamaktadır. Belki de bu insanların neyin sıkıntısı içinde olduğu sorusuna izleyicinin cevap vermesini istemektedir. Bu açıdan sinemaseverlere bazı ip uçları sunup, bir şey dayatmayıp özgür bırakmaktadır. Göl’de karısının öldüğünü kabul etmeyip şarkıcı kadının karısı olduğuna inanan Murat, Gece Yolculuğu’nda film çekmek için geldiği kasabayı terk etmeyip kendi iç yolculuğuna çıkan Ali -ki, Ali karakterinde Kavur’un kendi yaşamından izler taşıma ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır, Gizli Yüz’de genç fotoğrafçı, Anayurt Oteli’ndeki otelci Zebercet farklı hikayelerin benzer kahramanlarıdır. Kırık Bir Aşk Hikayesi’nde Fuat, aşkıyla ekonomik gerçekler arasında sıkışmış, nereye ait olması gerektiğine tam olarak karar verememiş bir karakterdir. Körebe’de ise kızı kaybolan anne rolündeki Türkan Şoray, karşılaştığı olay neticesinde bir iç yolculuk deneyimi yaşamaktadır. Kavur, filmlerinde ısrarla vurguladığı bu temalar üzerine sinemaseverlerin de bu duruma dikkat etmesini, çevresindeki olaylar hakkında daha sakin değerlendirmeler yapmasını ve kendi varoluşu üzerine düşünmesini istemektedir.

İZLEYİCİYİ DÜŞÜNSEL BİR SERÜVENE ÇIKARIR

James Clarke, Fransız Yeni Dalga sinemasının özelliklerinden söz ederken, sanat filminin sadece hikayesiyle değil üretim koşullarıyla da tanımlanacağını belirterek, “Burada stüdyo yapımı hileli karelere karşıt olarak belirli bir gerçekçiliği vurgulamak eğilimi de mevcuttur” ifadesini kullanır. Sinema estetiği Fransa’da biçimlenen Kavur da filmlerinde böylesi bir gerçekliği yakalamanın peşindedir. Filmlerin çekimi için kullandığı doğa, deniz, kasaba, ada, ormanlık alan, arka sokaklar, tarihi ve kültürel mekanlar tam da bu gerçekliği yansıtmaktadır. Benzer durum Kavur sinemasında zamanın kullanış biçiminde de görülmektedir. Hollywood yapımlarında zamanın hızla akıp gittiği görülür. Olaylar, karakterler arasındaki ilişkiler, kovalamacalar şüphe çekici bir tempoyla ilerlemektedir. İzleyenler bazen bu hareketliliği yakalamakta dahi zorlanabilir. İzleyicinin düşünmesini gerektirmeyen, sadece olayı izleten bir çabadır. İzleyici ne olduğunu tam anlamasa da heyecana kapılmak dahi iyi gelmektedir. Fakat Avrupa’daki sanat sineması için aynı şey söylenemez. Bu filmler yavaş bir tempoda ilerler. Doğrusal zaman anlayışının yerine zamanda ileri ya da geri giderek sıçramalara yer verilir. Kavur filmlerinde zaman imgesinin bu denli etkin kullanılmasının arka planında da yaslandığı bu gelenek yatmaktadır. Zamanın hızla ilerlememesi, nerdeyse durması ve hatta bazen geriye doğru gitmesi, zamansallığın bu denli ön planda tutulması bu yapısal özellikten kaynaklanmaktadır. İzleyicinin edilgen bir şekilde filmi izlemesini değil, filmle iletişim kurup, düşünsel bir serüvene ortak olmasını hedeflemiştir. Yeni Dalga etkisinin gözlendiği bu yaklaşım Kavur’un filmlerini çekmeye başladığı dönemde devrimci bir anlam taşıyordu. Çünkü felsefi sorgulamaların da yer aldığı, bağımsız filmler Kavur’dan önce Türk sinemasında pek aşina olunan bir durum değildi. Kavur, Fransa’daki kavrayışını Türkiye’ye taşıyarak Türk sineması içinde ayrı bir kanon oluşturmaya çabalamıştır. Bu açıdan Ömer Kavur’un, 90’lardan itibaren Türk sinemasına yeni bir boyut kazandıran Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmen kuşağının öncü ismi olduğu söylenebilir.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Ada siyasetinde Gazze

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Kelimeler yetersiz, susmak intihar Refah yanıyor!

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Arz-ı Mev’ud gerçek mi yoksa efsane mi?