Allah’a dost olmak

“İyi bilin ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur, Onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus: 62)

Arşiv

Dr. Halit Kuşku / Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi

lGeçmişten günümüze, Allah-insan arasındaki ilişki yoğun ilgi çekmiştir. Samimiyet kökenli bu ilişki, insanlığın eğitim ve gelişiminde bir kaynak olmuş, insanlığın tarihsel gelişim sürecine katkılar sağlamıştır. Bunun yansımaları olarak birçok şahsiyet ismini günümüze taşımış, öğretileri daima anılır olmuştur. Evliya, veli, mürşit, kamil, derviş, sûfi, abdal, pir, şah, hazret gibi isimlerle anılan bu şahsiyetler, kültürümüze miras olarak büyük bir eğitim ve öğretim kaynağı bırakmışlar, toplumsal yaşamın içinde öğretilerini bugünlere kadar getirmişlerdir. Yunus Emre’nin “Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz.” Hz. Mevlana’ya atfedilen “Ne olursan ol gel.” gibi öğretiler toplumumuz tarafından kabul edilmiş ve yaşam tarzı haline gelmiştir.

VAROLUŞ AMACIMIZ: KULLUK ETMEK

Allah ile insan arasındaki bu ilişki kapsamında, gereken öğretileri ve eğitimi geliştirmek amaçlı tarikat, cemaatler ve topluluklar oluşmuş, insanlar burada Yaradan ve kullarının arasındaki ilişkileri geliştirmek üzere eğitim almışlardır. Bu durumun topluma çok büyük yararlar sağladığı ama maalesef kimileri tarafından da istismar edilerek bazı insanlara zarar verdiği de tarih boyunca görülmüştür…Peki hakiki bir mürşide ulaşamadığımız durumda, Allah ile insan arasında bir aracı olmaksızın bu ilişkiyi nasıl kuracağız? Nasıl evliya olabiliriz, nasıl Allah’a dost olabiliriz? Somut bir metoda bağlı kalarak bu sorulara yanıt arayalım.

Öncelikle bilmemiz gereken, Allah’ın insanı neden yarattığıdır. Kur'an-ı Kerim’de bu soruya şöyle bir cevap verilir; “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat 56). Yani insanın var oluş amacı Allah’ı tanımak ve kul olmaktır. Metodumuz bu amacın nasıl geliştirildiği ve kişinin bu eğitimde kendisinin nerede olduğunu görmesi açısından önem taşımaktadır.

“AN” İLMİ

Bu metodu, 4 rekatlık bir namaz üzerinden anlatmak doğru olacaktır. Kişi namaz başlangıcında zihnini Allah’a odaklamalıdır. Yalnız Allah’ı düşünmeli, farklı hiçbir şeye zihnini kaydırmamalıdır. Kolay gibi görünen bu yöntemi uygulamaya çalıştıktan sonra 4 rekatın sonunda zihnine bakmalıdır. Namaz sırasında zihni neler yapmıştır? Yapacağı alışverişi mi düşündü? Ocaktaki yemeği mi düşündü? Günlük işlerini mi? Kaygılarını mı? Korkularını mı? Bunun gibi örneklere baktığında zihninin pek çok farklı alana kaydığını görebilir. Bu çok dini eğitim almış bir kimse ile az dini eğitim almış kişi için de fark etmeyebilir. Herkesin zihni belirli ölçüde kayar, odağı dağılır. Kişi zihnini kaydırmadan, odağını Yüce Allah’ta tutabildiği ölçüde, Allah’a yakın ve dosttur. Çünkü burası çok kaygan bir zemindir. Zihin ve odak birçok kez kayar ve dağılır. Kişinin odağını kaydırmadan Allah’ta tutabildiği her zaman dilimine “an” denir. Orası Allah ile insanın arasındaki irtibat, bağ ve yakınlıktır. Aynı zamanda sırdır, dile gelmemesi gerekir. Dışı “an” olarak tanımlanır içi Allah-insan arasındaki sırdır. Hacı Bayram Veli; “Cân içinde ara cânı. Geç cânından bul ânı”, aynı eserde, “Bayram özünü bildi, Bileni anda buldu, Bulan ol kendi oldu, Sen seni bil, sen seni”. Yunus Emre ise şöyle ifade eder; “Dosttan haber geldi bana, Durayım anda varayım. Müjdeleyene canımı, Vereyim anda varayım.”

İçinde yaşadığımız dünya ve etkileri, yaşamın getirdikleri, kaygılarımız, korkularımız yani kısaca Allah’tan gayrı ne varsa, zihnin ve odağın Allah’ tan kayması “an”da durmaması için etkidir. Bir kimsenin evliyalığı, mürşitliği, dervişliği veya Allah’a dostluğu “an” dediğimiz yerde zihni ve odağının Allah’tan kaymadan durması ile doğru orantılıdır. Zikir, namaz, oruç gibi tüm ibadet ve fiillerin insanı getirdiği yer burası olabilir.

Bu özelliğin gelişmesini isteyen yatsı namazı ile başlayabilir. Birçok kez zihin ve odak dağılsa da pes etmeden çalışmalıdır. Ne zaman ki 13 rekat namazda kaymadan durabilirse, “an” ilminin kapısı o kişiye açılması beklenir.

TEK ENGELİMİZ KENDİMİZ

“An” kavramını yakalayanın, Allah’tan başka hiçbir şey düşünemez ve hiçbir şey ona etki edemez hale gelmesi beklenir. Hz. Ali ayağına saplanan okun namaz sırasında bu yüzden çıkarılmasını söyledi. Ve namaz sonu bu sebeple “Oku çıkardınız mı? diye sordu. Okun çıktığını “an”da olduğu için duymadı.

İnsanın “an”dan odağı kayıp zihni dağılabilir. Sonuçta herkes hataya açıktır. Fakat, Hz. Muhammed (sav) “an”da daima zihni ve odağı Allah ile kalabilen tek insandı. Hiçbir zaman odağı kaymadı. Bu yüzden de Kur'an-ı Kerim’de Peygamberimiz için şöyle buyruldu; “O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir” (Necm: 3- 4).

Allah-insan arasındaki sürdürülebilir ilişki; Yaşadığımız her “an”da zihin ve odağımızın ne kadar yaratıcımız ile beraber olduğuna bağlı olabilir. Bu yüzden toplumun merak ettiği; her insanın Allah ile arasında aracı var mıdır sorusuna şöyle cevap verilebilir: Engel kendi zihninde Haktan gayrı yaşattığı ve odağını kaydıran her şeydir.

Bir ekleme yapmak gerekebilir. İnsan zihninin Allah’ı kavraması ve odağında tutması çok zor olduğundan, çalışma yaparken zihin ve odağın Hz. Muhammed (sav) Efendimiz'e kayması “an” kavramını bozmaz ve anın içindedir. İşte bu yüzden “Size kendi içinizden gelen peygamber” hitabına mazhar olmuştur. Yani Peygamberimiz'in fiil ve hareketleri zihinde tutulma ve odaklanma hususunda daha muhayyile edilebilirdir. Bu sebepten arş ve “an” içinde “La ilahe illallah Muhammeden Resulullah” yazılıdır.

Aynı zamanda “an”ı yakalayanın ölümsüzlüğü de yakaladığı söylenenler arasındadır. Sözümüz taliplisine ve ehline…

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Gazze’deki insani yardımsızlık

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Değerlerin değersizliği