Batı dünyası bir ülkeye borç vereceği zaman bazı sınırlamalar ve dayatmalar getiriyor. Kredi veya yatırım talebinde bulunan ülkenin siyasi durumuna, paranın nereye ve hangi koşullarda harcanacağına dek kapsamlı ön koşullar bulunuyor. Çin ise, borç vereceği ülkeye sadece Tayvan’ı tanımaması ön koşulunu sunuyor. Bu da kredi ve yatırım arayışında olan gelişmekte olan ülkelere çok cazip geliyor.
Çin’in ‘borç diplomasisi’ nasıl işliyor?
Borç diplomasisi, Çin'in yayılmacı siyasetinin domino taşlarından birisi. Genelde Çin, ekonomik ilişkilere girdiği devletlerin; ki bunların bir çoğu ekonomik anlamda zayıf devletler. Bir çok sonucu aynı anda bu borç diplomasisini uygulayarak elde edebilen Çin, bilhassa Afrika'daki bir çok ülke Çin'e borçlu hâle getirilerek Çin'in Birleşmiş Milletler'deki lehine veya aleyhine olabilecek durumlarla ilgili oy kullanımında bu devletler Çinli delegelerin gözüne bakar hâle getirildi. Bir oylama olduğunda Çin'e borcu olan devletlerin Çin delegelerinin istemediği bir şeyi yapmalarına mümkün gözükmemektedir. Bu sadece Birleşmiş Milletler'de değil Dünya Sağlık Örgütü'nde de bu pandemi sürecinde de bunu net bir şekilde gördük.
Çin’in ülkelere uyguladığı stratejisi nasıl ilerliyor?
Bir başka hususu da yakın coğrafyasında başta Pakistan olmak üzere Sri Lanka olmak üzere çok acıdır Kırgızistan ve Tacikistan olmak üzere buralara da 'borç diplomasisi' yoluyla hem iç siyasetini bunların etkiliyor. Hem de ciddi kazanımlar elde ediyor. Meselâ Sri Lanka'da 'borç diplomasisi' yüzünden Sri Lanka'nın Hambantota Limanı'na 99 yılına bilabedel ve limanın çevresindeki 15 dönüm araziyle beraber kullanım hakkı elde etti. Vermiş olduğu borçların kredi karşılığı yani bir porjeye karşılık verilen borçların geri ödenememesini Çin anlında dört gözle bekliyor. ‘Bir ülkeye borç versem ve o ülke bunu ödeyememiş olsa’
ÇİN KENDİNE YARAYACAK PROJELERİ OLAN ÜLKELERİ SEÇİYOR
Çin’in Türk Devletleri'ne bağlı olarak el koyduğu topraklar bulunuyor mu?
Meselâ Kırgızistan’da ve Tacikistan’da topraklarının bir kısmını borçlarına karşılık kullanma hakkı elde etmiş oldu, Çin almış oldu. Bir başka husus daha var. Meselâ bu ‘kuşak yol’ inisiyatifi bağlamında günün sonunda aslında Çin’e yarayacak.
Desteklediği projeleri nasıl seçiyor?
Çin, ciddi olarak ekonomik ilişkiye girip projelerini desteklemiş olduğu ülkelerde özellikle ekonomisi kötü olan ülkeleri seçiyor. Bir seçtiği husus daha. O ülkeleri adına güya yapılan projelerin günün sonunda ‘Çin’in Kuşak Yolu İnisiyatifi’nde kendisine fayda sağlayacak projelerin olup-olmadığına azamî derecede dikkat ediyor. Yani günün sonunda eğer yapılacak olan proje ikinci ülkelerde başka bir ülkede ‘Kuşak Yol İnisiyatifi’ bağlamında Çin’e bir fayda sağlamayacaksa öyle bir projeyi desteklemiyor. Sonuç itibari ile biz şunu da biliyoruz. Çin desteklemiş olduğu projelerde öncelikli olarak sizi borçlandırmış oluyor. İkinci olarak kendi halkına istihdam sağlıyor. Meselâ bu projelerde bir çok kaynaklı yüzde 56 yüzde 57 dese de birçok uygulamada projede yüzde 70 yüzde 80 hatta yüzde 90 oranında kendi insanını çalıştırıyor. Bir başka husus daha; bu projelerde Çin, ürettiğini projelerde kullanıyor ve bunu şart olarak öne sürüyor. Hâl böyle olunca görmüş olduğumuz ‘Borç Diplomasisi’ Çin’in üçüncü devletleri kontrol altına alabilmek ve orada kazanımlar elde edebilmek amaçlı çok profesyonelce uygulamış olduğu bir stratejisi.
ÇİN’İN TÜRKİYE İÇİN 10 MİLYON ‘ÇİNLİ NÜFUS PROJESİ’ VAR
Çin’in bu proje ile birlikte başka bir stratejisi var mı?
Çinlilerin bir özelliği var. Bu da Çin’i tanıyıp-tanımamakla alakâlı. Dünyanın hangi noktasına giderseniz gidin. Giden Çinli kendi kültürü ile gider. Yani birçok millet bir başka ülkeye gittiğinde zaman içerisinde o ülkenin kültürü ile kaynaşıp hatta bizde de anlatılır Almanya’daki üçüncü nesil 1960’lardan sonra giden nesil artık Türkçeyi bile konuşamayacak. Kültür olarak Türkiye’ye uzaklaşan bir nesil ortaya çıktı diye. Bu Çin açısından konuştuğunuzda tam tersidir. Gettolar oluşturur gitmiş olduğu yerlerde ve birlikte yaşarlar. Başkasına yani Çin mahalleleri görürsünüz. Bunu gittiği her yerde yapıyor Çin ve bu anlamda Çin, bilhassa yurtdışında yaşayacak Çinlileri teşvik ediyor. Yani bir Çinli işte Rusya’da veyahut Türk cumhuriyetlerinde gidip oranın vatandaşı olursa, oradan ev alırsa, arsa alırsa, tarımla uğraşırsa hatta oranın insanı ile evlenip çocuk yaparsa bunların hepsi için ayrı ayrı teşvik alıyor, teşvik veriyor devlet. Çünkü aşırı derecede bir nüfus var ve bu nüfusun idame ettirilebilmesi, hayatını sürdürebilmesi için daha da önemlisi gidilen bu kalınan ülkelerden istihbarat bilgilerinin alınıp Çin Komünist Partisi’ne sevkiyatının yapılması için bunlar stratejik olarak yerleştiriliyor. Bu anlamda çok konuşulmayan bir şeydir. Ama Çin sosyal medyasında yazılıp çizildiği şekliyle beraber önümüzdeki 10 yılda Türkiye’de de bir 10 milyon Çinli nüfus projesi vardır ve bunların 1 milyonu İstanbul’da olmak üzere derler. Diğerleri de genelde liman şehirlerinde olacak şekilde bir projelerinden bahsedilir. Bunu bütün ayrıntısına en ince teferruatına Çin Komünist Partisi organize ediyor. Hatta ve hatta bununla ilgili Rus Devlet Başkanı, bu Sibirya’daki aşırı Çin nüfusunun gelip yerleşmesi dolayısıyla böyle giderse tedbir alınması yakın gelecekte ‘Rusya Federasyonu Başkanı’nı Çinliler seçecek’ diye bir açıklaması var. Yani tehlikenin ve riskin boyutunun ne olduğunu anlamamız açısından bu da güzel bir örnek.
AMERİKA TRENİ KAÇIRDI
Bu yükselişi durdurmak mümkün mü?
Amerika aslında treni kaçırdı. İki hususta treni kaçırdı. Birincisi, 1970'li yıllardan itibaren Sovyetler Birliği'ne karşı bir paktı oluşturabilmek için Çin Komünist Partisi’ni desteklemişti. Dolayısıyla Çin Halk Cumhuriyeti’ni desteklemişti ve hatta 70'li yıllarda o dönem Birleşmiş Milletler'in beş daimi ülkesinden biri olan Tayvan'ı oradan çıkarıp yerine Çin Komünist Partisi Çin Halk Cumhuriyeti'ni almışlardı. Sonraki dönemde Mao'nun ölümünden sonraki Deng Shopping ile beraber Batı sermayesi Çin'e akmıştı ve Çin bu anlamda artık 2010'lu yıllara geldiğimizde bir üretim üssü haline dönüştürülmüştü. Kim tarafından dönüştürülmüştü? Batı tarafından ve bilhassa Amerika tarafından. Arzusu neydi? Batı'nın? Eğer biz ekonomik ilişkilerimizi Çin'le geliştirebilirsek ona destek olarak bir Rusya'ya karşı, Sovyet Rusya'ya karşı dağılmadan önce iyi güçlü bir paktı oluşturmuş oluruz. İki, zikrettiğimiz döneminde gene 800 milyona yakın ciddi bir nüfusu vardı.
Şimdi 1 milyar 410 milyonluk bir pazar olurdu. Hem üretim üssü olurdu. Ucuz iş gücü bir de pazar olabilirdi. Tabi ki ekonominin girmiş olduğu yere demokrasi, insan hakları da gider. Böyle bir düşünceleri de vardı. O da Çin'in tanımadığının bir göstergesi. Neticesinde Amerika ne Çin'i bu anlamda değiştirebildi ne de Sovyetlere karşı. Evet, o dönem için belli bir dönem için bir pakt oluşturdu ama bir dev ortaya çıkardı. Amerika ikinci kaybettiği nokta işte bu 11 Eylül olayları ile Amerika'daki İkiz Kulelere yapılan saldırı sonrası Amerika'nın Birleşmiş Milletleri de aldığı karar gereğince terörizme karşı global savaş stratejisinin bir gereği olarak Afganistan'ı işgal etti.
Amerika bununla da yetinmedi. Bu Doğu Bloku ülkelerini Sovyetlerden ayrılan Türk cumhuriyetlerinde demokratikleşme adına bu ülkelerin iktidarlarını değiştirmeye, renkli devrimlerle beraber çaba gösterdi. Bu da müthiş bir tepki oluşturdu Amerika'ya. Bir nevi Amerika bölgeden kovuldu. Aslında bugün Türkiye'de çok konuşulmayan husus, Çin'in 2013 yılında bir kuşak yol inisiyatifi girişimi bağlamında konuşulan husus. Amerika'nın 2003 sonrası. Tarihi İpek Yolu'nun yeniden ihyası projesiydi. Orada da amaç, hem Rusya hem Çin'i hem İran'ı bir nevi kontrol etmek ve Hazar havzası başta olmak üzere Türkistan coğrafyasındaki enerjiyi Batı'ya aktarmaktı. Projenin başlangıcı Çin'den çok önce Amerika tarafından düşünülmüştü. Bu anlamda iki strateji geliştirilmişti. Bir, Hazar havzası enerjisini ve işte Türkmenistan ve Kazakistan, Özbekistan'daki gaz ve petrolü boru hatlarıyla beraber Türkiye üzerinden Avrupa'ya aktarılması. İkinci husus ise Afganistan üzerinden, Hindistan üzerinden yine İran'ı ve Çin'i ve dolayısıyla Rusya'yı pasifize edecek projelerle beraber. Bu enerji Hint Okyanusu'na indirme projesiydi. Ama dediğim gibi Amerika'nın bölgede Afganistan işgaliyle ve renkli devrimlerle bölge ülkelerindeki yönetimleri değiştirme stratejisi büyük bir tepkiye sebep oldu ve Amerika bir nevi bölgeden kovuldu.
Şimdi kovulan Amerika Biden ile beraber Amerika geri döndü. Bundan önceki süreçte olduğu gibi müttefiklerimiz artık bize güvenebilir ile birlikte yeni bir dünya inşa edeceğiz. Ama amiyane tabirle bize derler. Atı alan Üsküdar'ı geçti. Yani 2013 sonrasındaki kuşak yol girişimi artık bugün 128 devletin bir şekilde içerisinde olduğu büyük bir ağı kurmuş oldu. Evet ağ tamamen Çin'e çalışıyor. Çünkü bu ağın uygulamış olduğu, geçmiş olduğu coğrafyalardaki hiç bir devlet Çin ile rekabet edebilecek bir ekonomik yapıya sahip değiller. Bundan dolayı burada Çin ciddi bir ön aldı. Bir ilerleme kaydetti. Amerika ise bu gelişen son nokta da bunun kabul edilebilir bir durum olmadığını gördü ve buna karşı bir alternatif ortaya koymak zorunda.
Şimdi G7 öncesinde basına sızan bir Beyaz Saray danışmanının Reuters'e vermiş olduğu ismi açıklanmadı. Orada sürdürülebilir olmayan bu duruma birlikte müttefiklerle beraber yeni dünya düzeni geleceğini kurabilmek amacıyla ‘kuşak yol inisiyatifi’ne ve ondan da çok daha farklı. Hatta 40 trilyon dolardan bahsediliyor. Böyle bir yapının ekonomik desteğin de kurularak buna bir alternatif oluşturulacağı, bu anlamda da bunu Amerika'nın müttefikleriyle beraber yapacağına dair bir söylemde bulunuldu. Tabi ki o G7’nin sonunda da Doğu Türkistan'da Uygur Türkleri başta olmak üzere Müslüman Türk azınlığa yapılan gayri insani davranışların da kabul edilemez olduğu söylendi. Muhtemelen önümüzdeki süreç benim gördüğüm ve takip ettiğim kadarıyla bir yeni dünya düzeni kurulacak ve bu düzen muhtemelen 2030. Çünkü NATO'nun 2030 vizyonu da var ve 2030 sonrasındaki beş yıllık süreçte, yani 2035 tarihinde bu düzen kurulacak ve bu düzen yani kurulmadığı takdirde bu şekilde devam ettiği takdirde Çin’in engellenemez yükselişi devam edecek ve bu da benim gördüğüm kadarıyla insana bakış ve insan merkezli bir yönetim anlayışı içinde olmadığı için sadece Doğu Türkistan'da, Tibet'te, Hong Kong'da veyahutta diyelim Çin'in Falun Gong mensubu insanlara yaptığı, reva gördüğü bu anlayış insanlık adına da bir risktir diye düşünüyorum. Çünkü oradaki uygulamalarını işte ‘kuşak yol inisiyatifi’ bu ‘borç diplomasisi’ bağlamında gitmiş oldu her coğrafyada da uyguluyor. Zaman zaman bununla ilgili sosyal medyada internete düşen görüntüler de var. Onun için bu riski, bu tehlikeyi, Çin tehlikesini, bu Çin Komünist Partisi'nin insana bakış anlayışının riskini bütün dünya görmeli ve buna bir tedbir almalı. Çünkü 2013 sonrasında ‘kuşak inisiyatifi’ sonuç günün sonunda Çin'e yarayan Çin'in hammadde ve enerji ihtiyacını dışarıdan çok rahat sağladığı ve üretimini çok kısa ve masrafı az olmak kaydıyla pazarlara ulaştırdığı bir sistem ortaya çıkardı.
Bunun da sürdürülebilir olması biraz zor gözükmekte. Bu mücadele devam edecek ve Amerika'nın yeniden başta Hazar Havzası enerji stratejisi olmak üzere bağımsız Türk devletlerinin petrol ve doğal gazı başta olmak üzere değerli madenleri başta olmak üzere bu coğrafyada ciddi manada bir mücadele alanı oluşacaktır. Yine dediğim gibi Hazar havzası ve çevresi ile ilgili Amerika'nın müttefikleriyle beraber hareket ederek Çin'e alternatif projeler üreteceklerini düşünüyorum. Ama en iyi, en kestirme yol da bu ülkelerin Çin'e bağımlılıkların azaltılmasından geçtiğini düşünen birisiyim. Yani bugün 6 buçuk milyon Kırgızistan devleti Çin'e bağımlı hale getirip. Yani siz onu Çin'in inisiyatifine bırakırsanız orada özgürce bir siyaset belirlemesini ve yapmasını bekleyemezsiniz. Bence bu anlamda o 40 milyar dolardan bahsediyor yeni konseptte. Bunun ciddi manada bu bölge devletlerinin ekonomik anlamda kalkındırılmasına yönelik kısma ayrılacağını da düşünüyorum. Bunun için bu coğrafyayı bundan sonraki süreçte daha yakından takip etmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Ve Amerika bir şey daha yapıyor. Onu da görmekle kaçırmamak lazım. Avrupa Birliği devletleri başta Almanya, İngiltere, İngiltere çıktı ama Fransa da bu anlamda kendisiyle beraber hareket etmeye de onu zorluyor. Ama AB açısından meseleyi düşündüğünüzde onlar da doğalgaz bağlamında, enerji bağlamında, ihtiyacı bağlamında Rusya’ya bağımlılar, muhtemelen önümüzdeki süreçte bu Hazar havzası enerji nakil hatları Türkiye üzerinden geçmek zorunda kalınacak, daha da güçlendirilecek. Hatta bununla ilgili belki Hazar Denizi'ni Karadeniz'e bağlayan bir kanaldan onun inşaa sürecinden bahsedeceğiz. Bu anlamda Avrupa Birliği ülkelerinde Rusya'ya bağımlılığı azaltacak, aynı zamanda Orta Asya dediğimiz Türkistan coğrafyasındaki devletlerin de hem Rusya'ya hem Çin'e hem de İran'a bağımlılığını azaltacak, enerjinin batıya aksettirileceği, çok rahat taşınacağı büyük devasa projelerden bahsedebiliriz.
Bu ancak ve ancak bu gerçekleşirse bölge devletleri denge siyasetinde Çin'e ve Rusya'ya bağımlı kalmadan özgür bir ortama kavuşabilir. Ekonomik anlamda güçlenirse ürettiklerini satabilirlerse, derse enerjilerini satacakları iyi pazar, alternatif pazar bulabilirler ise burada dengeler değişebilir. O anlamda Türkiye evet stratejik bir noktada. Bundan sonraki süreçte stratejik olarak daha da ehemmiyetli bir hale geliyor. Hele bu NATO zirvesi ile beraber Afganistan'a. NATO'nun Afganistan’daki olayları kontrolü, bilhassa limanı Kabil Havalimanı bağlamında Türkiye'nin oraya Sayın Cumhurbaşkanı bununla ilgili de ‘evet olabilir ama şunlar şunlar olursa, maddi anlamda destek olunursa böyle bir şeyde Pakistan'ı ve Macaristan'ı biz bu işin içerisine katmak istiyoruz’ demesini ben önemsiyorum. Bu çok tarihi bir konuşma olmuştur. Türkiye Afganistan'da olursa bu Türkiye'nin güvenliği açısından da geleceği anlamında, ekonomik anlamda hatta bölgesel bir denge veyahutta bölgesel bir güç olmaktan artık uluslararası bir güç pozisyonuna yükseleceğini bu anlamda düşünüyorum. Onun için birçok boyutuyla beraber yani G7'de konuşulan hususlar sadece G7 ülkelerini ve hatta aleyhinde konuşulduğu için Çin'i bağlamıyor. Dünyanın önümüzdeki süreçte bu yeni dünya düzeni dedikleri yapının kurulması için çok hızlı ve önemli değişikler olacaktır ve bunun merkezi Türk dünyası olacaktır. Oradan Türkiye'ye. Şimdi bakınız 30 yıldır işgal altındaki Karabağ'ın Dağlık Karabağ’ın. Orada Türkiye'yle direkt olarak bölgeye en azından şimdilik bir karayolunun açılacak olarak kabul edilmesi yeterli değil ama ileriki dönemde orada farklı bir şeyler daha ben bekliyorum açıkçası. Bunun için de 21'inci yüzyıl Türk asrı olabilir. Bize büyük sorumluluklar düşüyor. Duygusallıktan uzak dünya politiğini içimize kapanmadan ve çevremizle sadece sınırlı düşünmeden, daha global bir bakış açısıyla bakıp değerlendirdiğimizde bu dünyada Türkiye'nin yeri var.