Taşkent’e vardığımız ilk günün akşamı büyükelçimiz
Bey ve değerli eşi bizi misafir ettiler.
Cuma’ya Süreyya Bey’le gittik -İZÜ Rektörümüz
Hoca ve YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar) eski başkanı
Hoca’yla birlikte.
Taşkent’in merkezinde görkemli bir cami burası. Camide de, etrafında da yer yok. Yan caddelerde, herkes elinde seccadesiyle yer arıyor. Biz de camiye komşu caddede boş alanda seccadelerini sererek saf tutan Özbek kardeşlerimizle birlikte seccadelerimizi sererek saf tuttuk.
AİLE VE İSLÂMÎ HASSASİYETLER KORUNDUĞU İÇİN ÖZBEK TOPLUMUNUN YAPISI SAĞLAM
Özbekistan’da camiler tıka basa dolu. Hem de gençlerle!
İkindi vaktinde yağmurlu bir havada kıldığımız ikindi namazında da caminin tıka basa dolu olması, cemaatinin büyük ölçüde gençlerden oluşması, hem şaşırttı hem de çok sevindirdi bizi, tabiatıyla.
Türkiye’de camiler boşalırken, Özbekistan’da özellikle de gençlerle dolup taşmasının sırrı neydi?
Bilmediğimiz güçlü tarikatlar, cemaatler mi vardı acaba Özbekistan’da?
Parlak
temsilcimiz
Bey, bunu,
mekânın, mahalle yaşantısının ve bilincinin, dolayısıyla kültürel kimliğin korunmasına, diri tutulmasına bağlıyor.
“Özbek ailesi yaşıyor” diyor ve ekliyor: “Dikey mimariye izin yok burada. Mahalle kültürü çok güçlü. Evlerin içinde büyük avlular var ve insanlar bu avluları paylaşarak yaşarlar, bir kaç kuşak bir arada. O yüzden aile bağları da, paylaşma, kardeşlik, hak-hukuk duygusu da çok sağlam burada. Kimse hırsızlık yapmaz meselâ, trafikte birbirinin boğazına çökmez, halim-selim insanlar bunlar.”
Modernliğin kiri, pası, bencilliği ve ruhsuzluğu; kapitalizmin tüketici, çözücü ayartısı ulaşmamış buraya!
YENİ HÂRİCİYECİLER KUŞAĞININ GELİŞİ...
Önümüzü açacak yeni bir hâriciyeciler ve diplomatlar kuşağı geliyor, geç de olsa!
Süreyya Er Bey, bunun umut vadeden güzel örneklerinden biri.
Çad büyükelçiliği yaparken (Zekeriya Kurşun Hoca ve diğer pek çok dostla) Çad’da ziyaret ederek çalışmalarını yerinde gördüğümüz
Hoca tanıdığım bu istisnâi büyükelçilerimizden biriydi, yine. Önceden Paris Kültür Ataşeliği görevini yapan, sonra Cibuti büyükelçiliği görevine getirilen idealist, medeniyet ufku sınır tanımayan
Bey de bu istisnalardan biriydi.
Ve hem medeniyet ufku hem de eylem kabiliyeti gelişkin Somali büyükelçimiz Kani Torun’u da anmalıyım mutlaka.
Süreyya Bey de Ahmet Kavas gibi, Hasan Yavuz gibi,
gibi medeniyet bilinci, ufku ve iddiası olan sıradışı büyükelçilerimiz arasında yer alıyor.
Coğrafyayı çok iyi tanıyor. Özellikle de kültürel ve stratejik coğrafyayı.
TİKA’da yıllarca bu coğrafyadan sorumlu başkan yardımcılığı yapmasının, tecrübeli bir diplomat olmasının bunda katkısı çok fazla olmalı.
MEDENİYET KÖKLERİMİZİ DİRİLTME KAYGISI...
O yüzden özgüveni yüksek biri Süreyya Bey. Özbekistan’da merkezlenen Horasan ve Türkistan’daki Maverâünnehir Medeniyet Havzası’nın meyvesi
medeniyet klasiklerimizin elyazmalarının bir araya getirileceği bir kütüphane kurma
ve sadece bölgenin değil
dünyanın bilim adamlarını buraya toplama hayali görüyor!
Bu konuda benzer adımlar attığını öğrenir öğrenmez Özbekistan yönetimiyle de görüşmelere başlamış hemen.
Süreyya Bey’e
özelde YÖK’ün, genelde hükümetin özellikle destek vermesi gerekiyor.
En azından iki açıdan.
Birincisi, böyle uzun soluklu medeniyet ufkuna sahip hâriciyecilerimiz neredeyse hiç olmadı. İkincisi,
bu havza, Turkuaz Ruhu Havzası
olarak da adlandırdığım Türkistan ve Horasan tecrübeleri, İslâm medeniyetinin yaşadığı Moğol ve Haçlı saldırılarıyla zirveye ulaşan birinci büyük medeniyet krizini aşmamızı sağlayan
kurucu zihni ve iradeyi, koruyucu kudreti ve ruhu geliştirerek Selçuklu ve Osmanlı’yla gerçeğe dönüştürülen medeniyet sıçramasının kaynağı oldu.
Bin yılımızı kuran Turkuaz Ruhu, sonraki bin yılımızı da kuracak, keşfedilmeyi bekleyen yegâne kaynak.
Osmanlı’nın durdurulmasının, müslüman Hindistan’ın, Türk ve Arap dünyasının parçalanmasının en önemli sonucunun
Ehl-i Sünnet’in unufak olması
gerçeği olduğunu söyler.
Bizim Horasan ve Türkistan Havzası’nda
mottosuyla özetlediğim Turkuaz Ruhu ile gerçekleştirdiğimiz medeniyet atılımının iki ayağı vardı: İrfânî tecrübeyle gönlü fethedilen insan inşa edilmiş, Ehl-i Sünnet omurga’yla da İslâm dünyasını ilk kez -akîdevî, fikrî ve siyasî olarak- toparlayan, oradan Avrupa’nın içlerine kadar uzanacak bir nizam tesis edilmişti.
İslâm dünyasının iki asırdır yaşadığı
ikinci büyük medeniyet krizini
işte bu
Mekke ve Medine’nin izdüşümleri
olan
önce insan, sonra nizam ilkesini hayata geçirerek aşacağız.
Burada muvaffak olduğumuz ölçüde gelecek bin yılı da bizim inşa etmemizi sağlayacak uzun ve de çileli bir yolculuğa soyunacağız...
Özetle: Tarih, bizi çağırıyor. Dünya bize gebe, bizse hakikate.
İçerde yaşadığımız sorunlar bizi yanıltmasın: Türkiye, toparlanabilirse, biz gelince, emperyalistlerin maskesi düşecek ve hem bölgeden hem de tarihten çekilecekler. Biz gelince, onlar gidecek.
Yeter ki biz gelelim, gelebilelim.
Hâriciyemize Batı’ya karşı aşağılık kompleksiyle yaklaşan tipler çok zarar verdiler.
Oysa hiç bir ülke, başkalarına karşı aşağılık kompleksiyle yaklaşan bir zihniyetin elemanlarını hariciyeci yapmaz.
Olacak iş değil bu. Tastamam
demektir çünkü.
O yüzden şunu söylüyorum: Medeniyet bilinci, iddiası ve ufku olmayan kişileri hâriciyeci yapmamak lazım. Çünkü bu tür kişiler hem ülkeyi temsil edemezler hem de kendilerini de ülkeyi de dünyaya karşı rezil ederler.
Süreyya Er Bey, Türkiye için çok güzel bir şans.
TİKA Özbekistan temsilcimiz Ali İhsan Çağlar Bey, nezaketi, feraseti, bölgeye dair derin bilgisi ve dört dörtlük diplomat kişiliği ile elçimiz Süreyya Bey’in daha büyük ve kalıcı işlere imza atmasında büyük katkıda bulunacaktır.
Çaplı, donanımlı, yerli bir hâriciyeciler kuşağı geliyor...