Yanlış’a ‘yanlış’ diyemeyen doğru’nun kıymetini bilemez

04:007/10/2018, Pazar
G: 7/10/2018, Pazar
Yusuf Kaplan

Türkiye dünya haritasındaki herhangi bir ülke değil: Bin yıllık insanlık tarihini yapan iki aktörden biri. Diğeri Batılılar.Bin yılın ilk 8 asrında biz varız: Selçuklu, Eyyûbî ve Osmanlı çocukları olarak biz: Tek derdi hakikat olan, hakikatin hayat bulması, hayat olması ve bütün insanlığa hayat sunması için nefes alıp veren, alıp verdiği nefesi hakikatin sesine dönüştüren hakikat medeniyetinin çocukları olarak biz.Son iki asırda, biraz daha zorlarsak son üç asırda ise Avrupalılar / Batılılar var:

Türkiye dünya haritasındaki herhangi bir ülke değil: Bin yıllık insanlık tarihini yapan iki aktörden biri. Diğeri Batılılar.



Bin yılın ilk 8 asrında biz varız: Selçuklu, Eyyûbî ve Osmanlı çocukları olarak biz: Tek derdi hakikat olan, hakikatin hayat bulması, hayat olması ve bütün insanlığa hayat sunması için nefes alıp veren, alıp verdiği nefesi hakikatin sesine dönüştüren hakikat medeniyetinin çocukları olarak biz.

Son iki asırda, biraz daha zorlarsak son üç asırda ise Avrupalılar / Batılılar var: Dünyaya onlar çeki düzen veriyorlar.

Ama Batı hâkimiyeti büyük ölçekli oldu, bütün dünyayı Batılı kavramlarla ve kurumlarla istilâ etti, bütün dünyanın medeniyetlerini talan etti, kültürlerini tarumar etti.

Sonunda bizzat Batılı tarihçilerin deyişiyle, gelinen nokta itibariyle son yüzyılda insanlığın en karanlık yüzyılını üretti, tarihte hiç bir medeniyetin yapmadığı kadar dünyayı cehenneme çevirdi, tabiatı delik deşik etti, Tanrı fikrini, hakikat fikrini yok ederek insanlığı ontolojik bir felâketin eşiğine sürükledi.

Onca devrimlere, onca bilimsel, düşünsel ve ekonomik atılımlara rağmen insanlığı getirip bıraktığı yer, tam bir çıkmaz sokak.

O yüzden sadece barbarlık biçimleri üretiyor, sadece işgal ve katliam, kan ve gözyaşı üretiyor...

Çin, bu felâkete “dur!” diyecek köklü bir medeniyet tasavvuru sunmaktan uzak; “afyon”u çoktan yedi, kapitalistleştirildi, kapitalizmin en berbat kölesi hâline getirildi.

Batı uygarlığı, Çin, Hindistan ve Japonya’yı hem durdurdu, kültürlerini fosilleştirdi hem de bu ülkeler üzerinden kapitalizmi yeniden üretiyor, böylelikle hem ömrünü bir süre daha uzatıyor hem de dünyanın önündeki seçenekleri tüketiyor...

Biz, yalnızca hakikat medeniyetinin çocukları, dünyaya sadece adalet, hakkaniyet ve merhamet armağan ettiğimiz için hedef tahtasına yatırıldığımızı aslâ unutmayalım, diyorum.

Batılılar, Türkiye’nin dünya haritasındaki herhangi bir yer olmadığını bizden daha iyi biliyorlar. O yüzden yüzyıllık hesaplarını bizim gelişimizi durdurmak için yapıyorlar.

Şunun çok iyi bilincinde Batılılar: Batı hegemonyası sadece işgal üretti, kan üretti, gözyaşı üretti, bütün medeniyetleri yerle bir etti.

16. yüzyılda, bilimsel devrimin kurucu babaları Francis Bacon ve Descartes, yükselen Batı uygarlığının kavramsal yol haritasını “dünyanın efendileri ve hâkimleri olacağız” diyerek belirlediler.

Bunun için de, her yolu mubah gördüler...

Bilgi’yi, güç olarak konumlandırdılar; gücü, güç üreten teknolojileri, araçları amaç hâline getirdiler, araçları amaçların önüne geçirdiler ve dünyayı değerlerin, dolayısıyla hakikatin değil gücün hatta güç üreten araçların hâkim olduğu hegemonya kurma ve çatışma arenasına çevirdiler...

Batılılar, bizim yalnızca adalet, yalnızca hakkaniyet, yalnızca merhamet ilkesiyle hareket eden hakikat medeniyetinin çocukları olduğumuzu çok iyi biliyorlar.

O yüzden bizim yeniden gelmememiz için bizi hedef tahtasına yatırıyor, boğmak için fırsat kolluyorlar.

Bugüne kadar bizi boğmak için geliştirdikleri 17-27 Aralık tezgâhını da, Gezi kalkışmasını da, 15 Temmuz işgal ve darbe girişimini de püskürtmemiz, Batılıları çılgına çevirmeye yetti...

Bütün bunları söylerken, bizim hatalarımızı gözardı etmeyecek, yanlışlıklarımızı Batılılara fatura etmeye kalkışmayacak kadar hakikatten yana bir yazar olduğumu söylememe gerek yok, sanırım.

Bizim hatalarımızı görmezsek, hayal dünyasında yaşamaktan, ülkenin karşı karşıya kaldığı köklü varoluşsal sorunlara göz kapamaktan, dolayısıyla kendi kuyumuzu kazımaktan başka bir şey yapmış olmayız.

Gerçekleri, yakıcı gerçekleri görmek, açıkça dile getirmek bir mü’min mesuliyetidir.

Toplum çözülüyor...

Değerlerimiz hızla aşınıyor...

Aile kurumu çatırdıyor... İstanbul Anlaşması denen rezalet iptal edilmelidir! Toplumun temeline dinamit yerleştiren böylesi bir anlaşmayı kabul edemeyiz!

Genç kuşaklarımız, bu ülkeye, bu ülkenin evrensel, diriltici, kuşatıcı ve herkesi kucaklayıcı değerlerine aidiyetlerini yitiriyorlar...

Eğitim sistemimiz, çocuklarımıza, medeniyet ruhu, ideali, ahlâk, özgüven ve tevazu kazandırmıyor. Tam tersini yapıyor: Ruhsuz, idealsiz, özgüvensiz, başkalarına saygı duymasını bilmeyen, ezberci, popüler kültürün en berbat ürünlerinin kölesi kuşaklar yetiştiriyor...

Medya, daha da yıkıcı, bütün değerlerimizi, anlam haritalarımızı yerle bir edici sömürgeci bir işlev üstleniyor: Toplumu, genç kuşakları kurşuna diziyor özellikle sığ, ayartıcı, körleştirici dizileriyle, pespaye gençlik dizileriyle...

Şehirlerimizin ruhu kalmadı, karakteri bozuldu. Şehirlerinin ruhu yok olan, karakteri bozulan toplumların ruhları yok olmaya, karakterleri de bozulmaya mahkûmdur.

Uykularımı kaçıran bu temel varoluşsal sorunları yazmak zorundayım, bu köklü meselelerimiz üzerinde enlemesine ve boylamasına konuşmak, derinlemesine kafa patlatmak zorundayız.

Yanlış’a “yanlış” diyemeyen, doğru’nun kıymetini, değerini bilemez, diyorum.

Ve bu cümlenin üzerinde biraz derinlemesine düşünün, diyerek yazıyı bitiriyorum.

Vesselâm.

#Yanlış
#Doğru