Üç tavır: Göre, Karşı, Rağmen

04:009/12/2018, Pazar
G: 9/12/2018, Pazar
Yusuf Kaplan

Türkiye’de bazı İslâmî çevreler, İslâm’ı modern veya postmodern söylemler ve kavramlar üzerinden yani Batı’ya Göre tanımlama ve yorumlama çabası sergiliyorlar.Bazı çevrelerse, İslâmî değerleri, ilkeleri, kaynakları korumak adına reaksiyoner tavırlar geliştiriyorlar, böylelikle İslâmî değerleri, ilkeleri, kaynakları savunduklarını zannediyorlar.İki tavır da çıkmaz sokaktır.Yaklaşık iki asır önce başlayan medeniyet krizinin bizi sürüklediği çarpık yolculuğun getirdiği iki zihnî savrulmadır.İki asır

Türkiye’de bazı İslâmî çevreler, İslâm’ı modern veya postmodern söylemler ve kavramlar üzerinden yani Batı’ya Göre tanımlama ve yorumlama çabası sergiliyorlar.



Bazı çevrelerse, İslâmî değerleri, ilkeleri, kaynakları korumak adına reaksiyoner tavırlar geliştiriyorlar, böylelikle İslâmî değerleri, ilkeleri, kaynakları savunduklarını zannediyorlar.

İki tavır da çıkmaz sokaktır.

Yaklaşık iki asır önce başlayan medeniyet krizinin bizi sürüklediği çarpık yolculuğun getirdiği iki zihnî savrulmadır.

İki asır önce görünüşte zıt kutuplara mensup Osmanlı münevverlerinin yaşadığı zihnî savrulmanın uzantısıdır bu.

Garplılaşma yanlısı Osmanlı münevverleri, “İslâm mâni-i terakkidir” (İslâm ilerlemeye engeldir) söylemini dillendiriyorlardı. Garpçı Osmanlı münevverleri, bu söylemleriyle Batı’yı / ilerleme’yi merkeze yerleştiriyorlar, burada, bu topraklarda Batı’ya Göre hareket ederek DOĞRUDAN Batı’yı meşrûlaştırmış oluyorlardı.

İslâmî söylemleri benimseyen Osmanlı münevverleri ise buna reaksiyon gösteriyorlar, “İslâm, mâni-i terakki değildir” (İslâm, ilerlemeye engel değildir) diyerek, bunlar da aslında ilerleme’yi / Batı’yı söylemlerinin merkezine yerleştiriyorlar ve bu kez DOLAYLI olarak Batı’yı meşrûlaştırmış, yeniden üretmiş oluyorlardı.

Bu iki tavrı benimseyen insanlar, görünüşte zıt kutuplarda yer alıyor olmalarına rağmen aynı yerde duruyorlardı aslında: Yaşanan zihnî çöküş’ten (=epistemolojik kırılma ve ontolojik kopuş’tan) ötürü, bunu bile görebilecek durumda değillerdi.

GÖRE, KARŞI, RAĞMEN

Buraya kadar söylediklerimi, teorik bir çerçeveye oturtmak istiyorum.

Benimsenebilecek üç tür tavır ya da yer vardır: Göre, Karşı ve Rağmen.

Bu üç tavrı, durumalışı veya konumlanışı çok iyi kavrayamaz ve belirginleştiremezsek, yapıp ettiklerimizin ne anlama geldiğini, sözgelişi, İslâmî bir hedefe doğru giderken aslında modern / Batılı söylemleri ve hegemonyayı meşrûlaştırmaktan, üstelik de burada, bizim üzerimizden yeniden-üretmekten başka bir iş yapmadığımızı kavramakta zorlanırız.

GÖRE TAVRI

Göre tavrı, hâkim yapıları veya söylemleri meselâ modernliği, dolayısıyla seküler algılama, duyma, düşünme biçimlerini ve zihin setlerini merkeze alır.

Türk modernleşmesi ve Batılılaşması, modernliği ve Batılılaşmayı, geliştirdiği söylemin merkezine yerleştirir, “Türk”ü, dolayısıyla “İslâm”ı, modernliğe ve Batı’ya göre tanımlar ve şekillendirir. Sonuçta, modernlik ve Batı, bizim üzerimizden kendini meşrûlaştırır.

Göre tavrı, ödünç akıl’la ve ödünç zihin’le hareket eder ve yok oluşun yapı taşlarını döşer; daha da vahimi, Batı’yı, Batı’nın hegemonyasını bizim üzerimizden yeniden üretmeye ve meşrûlaştırmaya yarar yalnızca.

Göre tavrı, bir toplumun intiharı demektir.

KARŞI TAVRI

Karşı tavrı, çok daha karmaşık ve çok daha “sinsice” işler.

Karşı tavrı’nı, muhafazakârlaşma üzerinden inceleyince, nasıl dolambaçlı ve sinsi bir şekilde modernliğin / Batı’nın kendisini bu kez dolaylı olarak bizim üzerimizden ürettiğini ve meşrûlaştırdığını görecek ve küçük dilinizi yutacaksınız.

Toplum muhafazakârlaşıyor ama Müslümanlık kan kaybediyor!

Burada bir paradoks yok aslında.

Muhafazakârlaşma, modernliğin çocuğudur; ama gayr-ı meşrû çocuğu. Modernliğe reaksiyon olarak doğmuştur muhafazakârlaşma.

Reaksiyon üzerinden sahih ve sahici bir varoluş biçimi de, dünya da, hayat tarzı da inşa edilemez.

Reaksiyon üzerinden varolmaya çalışan oluşumlar, hem teorik hem de pratik aksiyon üretemezler; dolayısıyla belirleyici olamazlar, belirlenirler ve sanılanın aksine, aksiyonu üreten oluşumların belirlediği alanda oraya buraya sürüklenirler; aslâ sürükleyici bir konuma ulaşamazlar.

Aksiyonu üretenler, kendilerinin aks / eksen olduklarını bilirler.

İçinde yaşadığımız dünya modernliğin dünyasıdır; aks odur, bu nedenle de aksiyonu yani hem teorik hem de pratik yönelimleri, bütün siyasî, kültürel, ekonomik söylemleri ve eylemleri belirleyen de odur.

Muhafazakârlık, Batı’da tam da bu anlamda modernliğe bir reaksiyon olarak zuhûr etmiştir ve modernliğin içinde konuşlanır, modernliğin içinden konuşur; bu nedenle de modernliğe modernliğin zihin setleriyle karşı çıkar; bu, modernliğin muhafazakarlık üzerinden üretilmesi, meşrûlaştırılması sonucunu doğurur.

RAĞMEN TAVRI

Üçüncü tavır, rağmen tavrı’dır.

Modernliğe karşı olan hareketler veya oluşumlar, modernliğin dışına çıkarak, modernliğe rağmen bir yolculuk gerçekleştirdikleri zaman hedeflerine ulaşabilirler.

İslâmî kesimlerin aynı anda iyi tanımaları ve derinlemesine nüfûz etmeleri gereken iki dünya var: Birincisi kendi dünyaları, ikincisi de içinde yaşadığımız dünya / çağ.

Tam bu noktada büyük bir paradoksla karşı karşıya olduğumuza dikkatinizi çekmek isterim. Müslümanlar, İslâm’ın kaynaklarını okuyarak, İslâm’ı tanıyabileceklerini sanıyorlarsa, büyük bir yanılgı içindedirler.

Niçin?

Şunun için: İki asırdır yaşadığımız medeniyet buhranı, Müslüman Zihni’nin, Müslümanca Yaşama Zemini’nin ve Müslüman Zamanı’nın çökmesiyle sonuçlandı.

Müslümanların zihni, Müslümanca işlemiyor; seküler, bölmeli bir zihin yapısına sahip bütün Müslümanlar. Bu yakıcı gerçeği, ilk bakışta kabul etmeye yanaşmakta zorlanacak kişiler olsa da, gerçek budur.

Bir yandan toplumda gözle görülür bir muhafazakârlaşma yaşanıyor ama İslâmî duyarlıklar hızla aşınıyor: Sözgelişi, başörtüsü mücadelesi kazanıldı ama tesettür kaybedildi.

Müslümanların önünü açacak tavır, Rağmen Tavrı’dır: Hz. Peygamber’in (sav) izlediği yöntem de, -meselâ Gazâlî gibi- O’nun izinden giden ilim, irfan ve hikmet sahibi öncülerin izlediği ve bizim önümüzü açacak yöntem de budur.

Peygamberimiz, dolayısıyla ümmeti -âyette belirtildiği üzere- üç şahitlik’le yükümlü kılınmıştır: 1-Hakikat’in şahidi olmak; 2-Hz. Adem’den bu yana ortaya konan birikimin şahidi olmak; 3-İçinde yaşadığı çağın şahidi olmak.

İki asırdır Batıcı ve reaksiyoner tavırlarla kendi intiharımızın yapı taşlarını döşemekten başka bir şey yapmadığımızı, bu üç Nebevî şahitlik tavrı’nda özetlenen Rağmen Tavrı’nın nasıl önümüzü açacak imkânlar sunduğunu yarınki yazıda göstermeye çalışacağım.

#Tavır
#İnsan
#Davranış