Tarihi yapan, kaba güç değildir; kültürdür, güçlü fikirdir. Kaba güçle tarih yapanlar, kaba güçler tarafından yıkılırlar, tarihin çöp sepetini boylarlar.
Güçlü fikirle tarih yapanlar, tarihi yapamayacak kadar önleri kesilmiş olsa da, fikir canlıysa, yeri ve zamanı gelince, o fikir yerinde duramaz, fışkırır yerinden ve tarihe yön verir yeniden.
Türkiye, büyük bir paradoksla karşı karşıya: “İnsan-inşası” sürecinde büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor; ama “dünya-inşası” sürecinde -özellikle de dış politikada- büyük bir atılım gerçekleştiriyor!
Tarihte, benzeri pek olmayan bir paradoks bu: İçerde zayıfsınız; iç-dinamikleriniz, değerleriniz büyük bir sarsıntı geçiriyor; ama dışarıda güçlüsünüz, dış politikada gözdoldurucu işlere imza atıyorsunuz!
Büyük paradoks gerçekten. Oysa tersi sözkonusu neredeyse bütün tarih boyunca ve bütün tarih yapan köklü toplumlarda.
İçeri zayıfsa, iç dinamikler zayıflamışsa, dışarının güçlü olması, dışarıda güçlü adımlar atılması pek mümkün olmaz. Olmayacak bir şey bu.
Yaşadığımız paradoksun bir izahı olmalı.
Var, elbette: Türkiye dışardan fiilen işgal edilemedi, sömürgeleştirilemedi. O yüzden genetik kültürel kodları tecavüze uğramadı, bir toplumu ayakta tutan derin kültürel yapılar sağlam hâlâ!
Eğer köklü tohumlar ekilir ve bu tohumlar çileyle yeşertilirse, bozulmayan, gün ışığına çıkmayı bekleyen kültürel kodlarımızın topraktan fışkırması ve toplumu yeniden tarih yapacak bir yolculuğa çıkarması mukadderdir.
Türkiye, Tanzimat’la yapılan cerrahî müdahaleyle yönünü yitirdi, Cumhuriyet’le yapılan müdahale ile de yörüngesini; geldiğimiz noktada ruhunu yitirme tehlikesiyle karşı karşıya.
Ama şunu rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız: Dünyada ruhunu koruyabilen, yeri ve zamanı geldiğinde de, ruhunun, toplumun tarihî yönünü ve yörüngesini bulmasına imkân tanıma ihtimali hâlâ diri olabilen bir kaç ülkeden biri biziz yine.
Tarihi yönlendiren kültürdür; toplumlara ruh veren kültürel zenginlik ve derinlik yani. Kültürünüz varsa, tarih yaparsınız. Kültürünüz güçlüyse, dinamikse, diriyse, başka kültürlere de hayat iksiri sunar, başka toplumları da yaşatırsınız...
Jeo-kültürel dinamikler, bir toplumun tarih yolculuğundaki yön, yörünge ve ruhunun beslediği derin ve köklü değerler sistemidir.
Dış politikada büyük atılımlar yapmanın görünmeyen ama gerçek kökeni, jeo-kültürel dinamiklerdir.
Tarih, bir kültürel coğrafyada yeşerir, kültürel dinamikler ve değerler ekseninde kök salar toprağa ve meyve verir topluma...
Türkiye’nin dış politikası, bağımsız olmadı Tanzimat’tan bu yana.
Olamazdı; çünkü bölgemizin ve dünya tarihini yapan bir medeniyet tecrübesi geliştirmiş bir ülkenin önce kültürel inkâr’ın eşiğine sürüklenmesi, sonuçta da medeniyet iddialarını terketmesi, jeo-kültürel dinamiklerini yitirmesine yol açtı kaçınılmaz olarak. Kültürel inkârın eşiğine sürüklenen bir ülkenin tarih yapmasını beklemek, kabul edilmeyecek duâya âmin demektir!
Ne var ki, Türkiye, dış politikada çağ atlıyor, dersem abartılı bir cümle kurmam herhalde. Ve bunun 15 Temmuz sonrası süreçte gerçekleştiğine dikkatinizi özellikle çekmek isterim.
Libya’daki atılımdan sözediyorum.
Dış politika enlemesine ve boylamasına derinleşti, zenginleşti. Düşe kalka ama yılmadan yol alındı, yanlışlardan ders alındı, sonunda; dış politikada rönesans yaşanıyor...
Bunda Erdoğan’ın dirayetli, kararlı liderliği ile Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun yılmaz çabası, başta Hakan Findan’lı MİT ile ordu olmak üzere devletin kurumları arasındaki eşgüdüm ve ortaklaşa çalışma başarısı büyük rol oynuyor elbette.
Dış politika, güç dengelerinin bu kadar karmaşıklaştığı, at izinin it izine bu kadar karıştığı, dış politikadaki önceliklerin bu kadar parçalı, merkezsiz, yere, zamana ve duruma göre değişkenlik kazandığı, bir ülkede bir konuda birlikte hareket edilirken başka bir alanda karşıt konumlar alınacak kadar postmodernleştiği belirsizlikler çağında, Türkiye gerçekten tarih yazıyor.
Dış politikada çağ atlıyoruz, dedim. Ve Libya’yı örnek verdim. Ama Libya, zirvesi ve son noktası bunun.
Dış politikadaki atılımlardan sözederken, hem -Astana Süreci gibi- diplomatik hem de Fırat Kalkanı Harekâtı’yla başlayan askerî atılımları aynı anda göz önünde bulunduruyorum. Katar’la askerî, diplomatik ve stratejik olarak kurulan ilişkiyle, öncelikle, hem Yemen ve ötesinden Afrika’ya kadar strajik bir hilâl, bir hat çektik; Tanzanya, Somali ve Sudan’ı, kısacası Doğu Afrika’yı emniyete aldık. İkinci olarak Basra Körfezi üzerinden Afganistan-Pakistan’a ikinci bir hat çektik; Türk Cumhuriyetlerini koruma altına aldık. Üçüncü olarak Suud ve Lübnan üzerinden Suriye ve Irak’a kadar üçüncü bir hat çektik, Mekke ve Medine’yi koruma altına aldık.
Libya’da gerçekleştirdiğimiz atılım, eğer büyük bir engelle karşılaşmazsa, Doğu Akdeniz’de bütün dengeleri alt üst edebilir, oyunu bizim kurmamıza imkân tanıyabilir.
Nasıl bir engel olabilir bu? Mısır diktatörü Sisi’nin Türkiye’ye karşı kışkırtılması, ardından Suud yönetiminin Sisi’yi desteklediğini açıklaması gibi meselâ!
Aşağılık bir hamle bu! Bu hamlenin gerisinde İngiltere olabilir, İsrail de! Birleşik Arap Emirliklerini de kışkırtan İngilizler ve İsrail yine!
Türkiye ne yapmalı, peki? Herkesi şaşırtacak bir hamle yapmalı. Ve yapacak inşallah.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.