Bildiğimiz dünya çatırdıyor...
Bildiğimiz dünyanın, Batı uygarlığının, modernlikte birlikte dünya üzerinde kurduğu hegemonyanın yıkılışına tanık oluyoruz...
İlk bakışta görülmesi zor olan bir paradoks var karşımızda.
Nedir bu?
Şu: Batı uygarlığının hegemonyası derinleşirken, yaşadığı krizin de derinleştiği, bir süre sonra kontrolden çıkabileceği, dünyayı çok büyük felâketlerin eşiğine sürükleyeceği anlamına geliyor.
Daha teorik ve daha şık bir ifadeyle söylersek, Batı uygarlığı, kendi kurduğu dünyanın mahkûmu oldu; belli bir süre sonra da kendi kurduğu dünyanın kurbanı olmaktan kurtulamayacak.
Şöyle bir şey yaşıyoruz: Gücü kutsadı ama güç kendisine yüklenen yükü kusuyor... Güç üreten araçlar, güç üreten teknolojiler, insanı ruhsuzlaştırdı: Batılı insanı öncelikle, elbette.
İnsan, araçların kölesi şimdi. Batılı insan, bu “yakışıklı, şık” araçları üretti ama araçlar insanı ayarttı, kendisine esir etti.
Burada çok köklü felsefî, siyasî ve ekonomik sorunlar sökün etmeye başladı.
İnsan, insanı tanrılaştıran seküler insan, Tanrı fikrini karikatürleştirdiği, hakikati buharlaştırdığı için, büyük bir anlam boşluğunun eşiğine sürüklendi.
Bunun kaçınılmaz sonucu, insanın özgürlüğünü yitirmesi oldu.
Anlam krizi ve özgürlük kaybı, insanı pasif ve aktif nihilizm biçimlerinin eşiğine fırlatıyor...
Pasif nihilizm biçimi, hayatın inkârıyla sonuçlanıyor.
Hayat anlamını yitiriyor: İnsan, hayattan kaçarak hayata tutunuyor. İnsan, hayattan stadyumlara, film salonlarına, müzikhollere, dans salonlarına kaçarak hayata tutunmaya çalışıyor.
Yani hayatı unutarak hayatı sürdürmeye çalışıyor yani.
Başka türlü, anlamsızlaşan hayatı sürdürebilmesi zor çünkü.
Aslında bu hayatın intiharıdır.
Hayatın intiharı, hakikatin inkârına yol açıyor.
Aktif nihilizm biçimi bu: Hayatın inkârı, hayatın intiharı derken hakikatin inkârı, insanın intiharının yolunu sonuna kadar açıyor..
Pasif ve aktif nihilizm biçimleri, uluslararası ilişkilerde de etkisini gösteriyor kaçınılmaz olarak.
Anlamsızlaşan hayat, gücü koruma güdüsü, orman kanunlarının uluslararası ilişkilere damgasını vurması, dünyayı yeni çatışmaların, savaşların ve felâketlerin eşiğine sürüklüyor...
Küresel sistem, varlığını ve hükümranlığını idame ettirebilmesi ötekine borçlu: Öteki, canavar, ürpertici bir düşman icat etmesine...
Çeyrek asırda, icat ettiği bu “düşman”la savaşıyor, özellikle bizim coğrafyamızda.
Hem İslâm’la savaşıyor dışardan, İslâm dünyasının kilit ülkelerini işgal ediyor, parçalıyor, cehenneme çeviriyor; hem de İslâm’a karşı İslâm savaşı yürütüyor içerden kendi icat ettiği terör örgütleri ve paralel dinler üzerinden.
Başka bir ifadeyle, İslâm dünyasına hem dışardan diz çöktürerek hem de içerden İslâm’ı dönüştürerek İslâm dünyasının toparlanıp birleşebilmesi, ortak bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını önleme savaşı veriyor.
20. yüzyıl, Birinci Dünya Savaşı’yla başlamıştı.
Osmanlı durdurulmuş, Hindistan parçalanmış, Arap dünyası, Türk dünyası parçalanmış, bütün bir İslâm dünyasında sosyalizm, ulusçuluk gibi ideolojiler ve bu ideolojileri toplumlara yayması amaçlanan diktatörler musallat edilmişti ayrıca.
Bu ideolojiler, çöktü yarım asırda.
İslâmî söylemlerin bir medeniyet yürüyüşü dalgası üretmelerini engellemekti amaç.
20. yüzyıl, İslâm dünyasını parçalanması, tarih yapan bir aktör olarak tarihten uzaklaştırılması yüzyılı olarak tarihe geçti.
Kapitalizm-sosyalizm çatışması, küresel sistemi tahkim etmeye, daha önemlisi de, İslâm dünyasının -sözkonusu ideolojileri ihraç ederek- toparlanmasını önlemeye dönük sahte bir çatışmaydı.
21. yüzyıl, 1989’da Soğuk Savaş’ın bitirilmesi, İslâm’la Savaş ve İslâm’a Karşı İslâm Savaşı stratejilerinin temel küresel strateji olarak benimsenmesiyle başladı.
21. yüzyıl, İslâm dünyasının toparlanmasını ve tarihi yapacak bir medeniyet yürüyüşü gerçekleştirmesini önleme dönemi olacak.
İslâm dünyası, ilk yarım asırda çok zorlu bir süreçten geçecek ama sonunda bu zorlu süreci başarıyla atlatacak adımlar atacak yüzyılın ikinci yarısında.
Söylediklerimin şu an somut karşılığı olmadığını biliyorum. Ama küresel ölçekte yaşananlara bakarak, kapitalizmin Çin, Hindistan ve Japonya’yı teslim aldığı, Çin, Hindistan ve Japonya’nın ruhunu yok ettiği ama İslâm dünyasını paramparça etmesine, harabeye çevirmesine rağmen İslâm’ı dönüştüremediğini, İslâm’ın ruhunu yok edemediği gerçeğini gözönünde bulundurarak bu zifirî karanlığın şafağın atmasına, yaşadığımız sancıların doğum sancılarına dönüşmesine yol açacağını, İslâm dünyasının İslâm’ın ruhunu keşfetme, toparlanma ve uzun soluklu tarihî bir yürüyüşe soyunma imkânının diri olduğunu görüyorum.
Ama bunun gerçekleşebilmesi için atılması gereken olmazsa olmaz fikrî, kültürel, iktisadî, siyasî adımlar var.
Bunları da yarınki yazımda tartışacağım.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.