Medya, bir medeniyet meselesidir.
Medeniyetler, kendilerini
vasıtasıyla yenilerler ve yeniden-üretirler.
Medeniyetler arasındaki ilişkiler, normlar üzerinden değil, daha ziyade formlar üzerinden gerçekleşir.
Medya, bir formdur. Her
gibi medya da, medeniyetin temellerini oluşturan
normların hem vasatı hem de vasıtasıdır
. Ve yine
her form gibi, normunu dayatır.
Mevcut medyalar sözkosunu olduğunda, medya form’unun normunu şiddetli bir şekilde dayatma (çatışmacı, ayartıcı, algı operasyonları için uygun dilini, silah gibi kullanma) oranı bir anda tavan yapıyor...
Bunun nedeni medyanın çok güçlü olması,
medyanın gücünün, gücün medyaları olarak kullanılmasıdır.
Kültürel Araştırmalar Okulu
’nun en parlak isimlerinden
(doktoradan hocamdır kendileri), medya’nın hayatımızdaki yeri ve işlevi konusunda en özlü tanımlamayı yapan kişilerden biridir.
Hall’e göre,
medya, “mücadele mahalli”dir (site of struggle);
siyasî, kültürel, sosyal mücadele vasatı ve vasıtası yani.
O yüzden,
çatışmacı Batı uygarlığının felsefî dilini aynen yansıtan ve kullanan mevcut medyalar, esas itibariyle, iletişim aracı değildir
; aksine,
iletişim vasatını yok eden bir güç ve tahakküm kurma vasıtalarıdır.
İşte bu nedenle,
medya çağında, en büyük sorun, iletişim sorunu!
MEDYA DİLİ KURMADAN ASLÂ!
Mevcut medyalara gereğinden fazla güç atfetmek de, ihmal etmek de sağlıklı değildir.
Mevcut medyalarla bir medeniyet filan inşa edilemez. Mevcut (çatışmacı ruha, ontolojik şiddete dayanan) medyalarla inşa edilecek medeniyetten bir hayır gelmez.
Bu süreçte,
bizi bekleyen iki önemli iş var
:
, mevcut
medyaların dilini, doğasını deşifre etmek
, bu medyaların Batı uygarlığının Tanrı, insan ve tabiat tasavvurunun hem ürünü hem de yeniden-üreticisi olduğu gerçeğini bütün boyutlarıyla kavramak...
de,
mevcut medyaları, bizim medeniyet ilkelerimiz ve ruhumuz çerçevesinde dönüştürmek
, bizim Yaratıcı, insan, kâinât tasavvurlarımız ışığında
kendi medya dilimizi geliştirmek...
Sinema üzerinden örnekleyeyim bu işi...
Sinema da, Batı uygarlığının ürünü. Ama farklı medeniyetlerin çocukları, başka bir kültürün ürünü olan film form’unu kendi normları doğrultusunda dönüştürmeyi başardılar. Bugün bir
Çin sinemasının, Latin Amerika, Afrika, İran sinemasının
, kendi düşünce birikimleri, kültürel ve estetik dinamikleri doğrultusunda,
yepyeni film dilleri icat ettiklerini
görüyoruz.
Aynı şeyi, özelde televizyonda, genelde bütün medyalarda da yapmak zorundayız.
Ancak bir sorun var televizyon sözkonusu olduğunda.
ve bütün kitlelerin yönlendirilmesinde
küresel güçlerin, güçlerini pekiştirmelerinde âciliyet kesbeden ve silah gibi kullanılan bir araç.
O yüzden Batı dışı dünyalarda,
televizyonda dil kurma kaygıları
kolaylıkla ertelenebiliyor ve bir an evvel bu güçlü aracı Batılı formlarla da olsa kullanmak için çırpınıp duruyor Batı dışındaki ülkeler.
Oysa reality show’lardan yarışma programlarına, dizilerden haberlere kadar
televizyonun bütün program türlerinde kullanılan dil, çatışmacı, ayartıcı, Aristo’cu dram geleneğinin dili.
Batı dışındaki dünyaların çocukları, özellikle de biz,
televizyonu kendi normlarımız doğrultusunda dönüştürecek, taze bir dil geliştirecek entelektüel ve estetik bir çalışma için daha fazla bekleyemeyiz...
Vakit geçiyor, geç kalıyoruz...
TRT, çok önemli bir imkân ama bu imkân bugüne kadar çarçur edildi hep...
Son 3-4 yıldır,
yoğun gayretleriyle, kendine geldi,
Yedi Güzel Adam, Diriliş Ertuğrul, Payitaht Abdülhamid
gibi bütün dünyada ses getiren önemli dizilere imza atmaya başladı. (Bu dizilerde kullanılan büyük ölçüde Aristocu dram geleceğine dayanan dil, ayrı bir tartışma konusu elbette)
Her şeye rağmen TRT’nin bu atılımının hem nicelik olarak hem de nitelik kazanarak sürmesi gerekiyor.
Dünya, bizi bekliyor, söyleyeceğimiz sözü merak ediyor...
Ama bu konuda henüz işin başındayız.
Altın vuruş’u yapabilmiş değiliz henüz.
Gerek haberde, gerekse dizilerde, belgesellerde, kültür, sanat ve düşünce programlarında dünyadaki
BBC, CNN gibi televizyonların hegemonyasını kırabilmeliyiz.
İnsanlığın su kadar ekmek kadar ihtiyaç hissettiği medeniyetimizin adalet, hakkaniyet, sulh, selâmet, kardeşlik ilkelerini televizyonun bütün program türlerinde gergef gibi işlemeli, kodlarını deşifre ederek, bu evrensel ilkeleri, programlara, programların dillerine nakşetmeli, bütün dünyaya sunabilmeliyiz.
Medyayla kısa, orta ve uzun vadede yapmamız gereken üç önemli iş var:
Birincisi, medya üzerinden yapılan saldırılara, yine medyayla set çekmek...
İkincisi, ülkemizin ve medeniyetimizin önündeki engelleri kaldırmak...
de, dünya ölçeğinde, medeniyet coğrafyamızda ve Türk dünyasında,
özlü bir şekilde formüle ettiği gibi,
inançta, dil’de ve iş’te birliği, bütünleşmeyi sağlayacak yapı-taşlarını döşemek...
TRT’yi büyük bir iş bekliyor... Bütün kanallarıyla insanlığa ruh sunacak bizim hikâyelerimizi, hayat ve hakikat ilkelerimizi televizyon diliyle dünyaya ulaştırmaya soyunmalı TRT.
TRT’nin entelektüel, teknik ve ekonomik sermayesi, dünya ölçeğinde bir televizyon devrimi yapmamızı sağlayacak şekilde yeniden gözden geçirilmeli ve güçlendirilmeli.
TRT-Avaz da, Türk dünyasının atan kalbi, gören gözü, sesi ve nefesi olmalı. Ve bunun için güçlü bir şekilde yeniden yapılandırılmalı.
Burada genelde medya, özelde TRT üzerinden bazı gözlemlerimi ve önerilerimi paylaştım sizlerle. Yerim bitti yine.
TRT-Avaz’la ilgili ayrıca ayrıntılı olarak kafa yormak gerekiyor.
Hafta sonunda Darıca’da,
TRT-Avaz’ın genel koordinatörü Sedat Sağırkaya
kardeşimin özenle düzenlediği çalıştayda somut öneriler dile getirildi. Sedat Bey gerek teknik donanımı, gerek entellektüel ilgileri ve samimiyeti açısından TRT-Avaz’ın büyük atılım yapması için iyi bir isim.
TRT’den ve TRT-Avaz’dan altın vuruş’u yapacak, dünyaya söyleyeceğimiz sözü söyleyecek büyük işlere soyunmasını bekleyebiliriz artık...