Koronayla mücadelede birinci sınıf bir ülke olduğumuzu gösterdik: Ülkede herkes bunu teslim edecektir. Türkiye’nin Erdoğan’ın kararlı liderliğinde, kabinesinin ortaya koyduğu performans içeride ve dışarıda takdirle karşılandı.
İktidara yakın çevreler bile bu performansı beklemiyordu.
Ama ortaya çıkan durum, hepimizi gururlandırırdı; ülkemizin dünyanın geleceğinin şekillenmesinde öncü bir rol oynayabileceğinin bir işareti oldu bu.
Fakat bir sakillik var bizde, ilk bakışta farkına varamadığımız, farkına varsak bile zuhur etmesine nedense bir türlü engel olamadığımız bir özgüven eksikliği bu, belki de.
Bizim koronavirüs gibi büyük bir âfetle en iyi mücadele eden bir kaç ülkeden biri olduğumuz gerçeğini bile biz bize kabul ettirmekte zorlanıyoruz -bu özgüven eksikliği nedeniyle.
Halbuki, bu sonuç, şaşırtıcı değil.
Değil; çünkü koronavirüs gibi bir sorunun üstesinden gelinmesinde gösterilmesi gereken tıbbî, sıhhî, psikolojik, sosyolojik ve kültürel tavırlar konusunda gösterdiğimiz performansla toplumumuzun dünyanın en güçlü toplumlarından biri anlaşıldı ama biz bile bunun farkında değiliz henüz.
Demek ki, kendimize olan güvenimiz bu kadar örselenmiş!
Oysa biz korona ile mücadelede birinci sınıf bir performans ortaya koymamızı, kültürel yapımızın ve sosyal dokumuzun çok güçlü olmasına borçluyuz.
Korona gibi bir virüsle mücadelede elbette ki, tıbbî yöntemlere başvurmak, bilimsel yolları tüketmek zorundayız. Avrupa tıbbını 18. asra kadar besleyen, yönlendiren İbn Sina’yı biz çıkardık! Yine çıkaracağız yılmaz ve yıkılmazsak!
Bilim, gözleme dayanır; olayları olgulara dönüştürmeye, olguların yapısını çözmeye ve oradan bir resim çizmeye.
Maddî işler ve işlemlerdir bunlar. Olmazsa olmaz ilk adımlar -hele de bir salgın sözkonusuysa. Bunu Peygamberimiz (sav) böyle öğretti bize -“bir yerde salgın varsa girmeyin, bir yerde salgın varsa çıkmayın”, diyerek. Bunu bize Peygamberimiz’in öğrettiğini de korona sürecinde Batılılar öğretti bu kez! Ama öğrenemeyenler var hâlâ!
Özgüven eksikliğinin nedeni bu olmasın!
Kollektif bilinçaltımızda bu bilgi ve gerçek var bizim toplum olarak. Hem de çok güçlü bir şekilde köksalmış olarak. Bunu, bu görünmez ama muhkem gerçeği gözardı edemeyiz. Hakikat bu, topluma ruhunu veren maya, o mayayı yoğuran şekillendiren ruh bu.
Biz koronayla maddî / bilimsel olarak çok iyi mücadele ettik işte bu güçlü psiko-sosyal ve kültürel dinamizmimiz nedeniyle.
Koronada elde ettiğimiz maddî başarıyı, manevî gücümüze borçluyuz. Manevî gücümüz, dediğim hakikati özellikle bilim çevrelerimizin, aydınlarımızın anlamalarını çok isterim; burası meselenin püf noktası çünkü.
Arnold Toynbee, tarihin “maddi güçler”den ziyade “manevî güçler”in eseri olduğunu söyler.
Teknoloji maddî güçtür; medeniyetlerin tarihinde teknoloji hele de çağımızda çok belirleyici bir rol oynadı, oynuyor. Ama teknoloji, araçtır; hayatımıza niceliksel olarak katkı yapar: Araç olarak ya da Toynbee’nin ifadesini kullanayım “oyuncak” olarak işlev görür olsa olsa.
Teknolojiyi “oyuncak”tan daha fazla bir şey olarak görmemiz, daha yüksek bir konuma yerleştirmemiz bizi teknolojinin oyuncağı yapar.
Tam da bu değil mi, insanlığın asıl büyük, varoluşsal sorunu: Araçların kölesi olması insanlığın!
İşte manevî güç, maddî güce yön vermezse, maddî gücün kontrolden çıkması, yani niceliğin hükümranlığı, araçların insanı azmanlaştırması, süflîleştirmesi; buna mukabil niteliğin, amaçların, ulvî değerlerin, ilkelerin anlamsızlaşması, giderek aşağılanması, insanı çepeçevre kuşatması, kölesi yapması, mukadderdir, önlenemez.
Biz koronayı iki anlamda, iki bakımdan manevî güçle yendik: Peygamberimizin maddî adımı atmamızı emreden, hastalığı kontrol altına almayı kolaylaştıran koruyucu hekimlik anlayışını biliyorduk, bu anlayış bizim zihin ve ruh dünyamızı şekillendirmişti. O yüzden koronayla mücadelede hem erken davrandık hem de kararlı adımlar attık ve başardık sonunda.
Birinci anlam, bu manevî gücün, maddî gücü harekete geçirme gücü olması.
İkinci anlam da, bizzat manevî değerlerimizin, manevî dokumuzun, maneviyatımızın güçlü olması ve bizi dimdik ayakta tutacak kadar diri, canlı ve besleyici bir fonksiyon görmesi bu süreçte.
Meselâ “hayır olan şeyde şer, şer olan şeyde hayır olabileceği” ilkesi, salgına karşı direncimizi, şer olan şeyi hayra dönüştürme metanetimizi, çelik gibi bir iradeye sahip olma kudretimizi pekiştirdi.
Televizyonlarda konuşşan, açıklama yapan başta hekimlerimiz olmak üzere çeşitli biliminsanlarının bu gücümüzü, bu gücümüzün kaynağı kültürel dinamiklerimizi ve bize verdiği dinamizmi açıkça telaffuz ettiklerini görmek sevindiricidir geleceğimiz adına.
Toplum olarak bu korona âfetini bir iç muhasebe, arınma, tezkiye imkânına çevirdik; aileyi keşfettik, imkânlarımızı ve zaaflarımızı keşfettik; kendimizi keşfettik… İhtiyarlarımızı ölüme terketmedik meselâ: Büyüklerimiz onlar, dedik ve bağrımıza bastık.
Bundan ötesi var mı!
En büyük gücümüz bu toplumun bozulmamış, arı duru manevî damarı, pınarı, kaynağı. Ruhu yani. İşte bu ruh, bu manevî güç, bütün maddî güçlerden daha güçlüdür. Kıymetini bilelim. Örselemeyelim.
Vesselâm.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.