İnsanlığı yok edecek nihilizm felâketi ve Türkiye’nin tarihî yükümlülükleri

04:0021/01/2019, Pazartesi
G: 21/01/2019, Pazartesi
Yusuf Kaplan

Batılılar, modernlikle birlikte büyük devrimler yaptılar: Düşünce devrimleri, bilimsel devrimler, iktisadî devrimler...Bu devrimler, başlangıçta, büyük umutlar doğurdu: Batılı insan, artık her şeye hâkimdi, her şeye çeki düzen verebiliyordu; öyle ki, bütün hastalıkları yenebiliyor, acıyı yok edebiliyordu...Bütün bunlar 18. yüzyılda -Kant’tan esinle söylemek gerekirse- insanın, elbette ki, Avrupa insanının epistemolojik iyimserlik katsayısını artırmaya yetmişti.Ama 19. yüzyılla, özellikle de 20.

Batılılar, modernlikle birlikte büyük devrimler yaptılar: Düşünce devrimleri, bilimsel devrimler, iktisadî devrimler...



Bu devrimler, başlangıçta, büyük umutlar doğurdu: Batılı insan, artık her şeye hâkimdi, her şeye çeki düzen verebiliyordu; öyle ki, bütün hastalıkları yenebiliyor, acıyı yok edebiliyordu...

Bütün bunlar 18. yüzyılda -Kant’tan esinle söylemek gerekirse- insanın, elbette ki, Avrupa insanının epistemolojik iyimserlik katsayısını artırmaya yetmişti.

Ama 19. yüzyılla, özellikle de 20. yüzyılla birlikte bu epistemolojik iyimserlik havası ve zafer sarhoşluğu yerini zamanla ontolojik kötümserliğe terketmekti gecikmedi.

DÜNYA, NİÇİN VE NASIL
CEHENNEME SÜRÜKLENDİ?

Tanrılardan ateşi çalan Promete, yani Batılı insan, Descartes’ın “buyruğu”nu yerine getirerek, önce doğaya hâkim oldu; sonra da dünyaya.

Ama sonuç, dünyanın cehenneme çevrilmesi oldu.

19. yüzyılda, emperyalizm biçimleri, dünyayı, dünyanın bütün kültürlerini talan etti, insanlığın binyıllardır geliştirdiği bütün medeniyet birikimlerini ya doğrudan saldırarak yok etti ya da fosilleştirerek dolaylı olarak tarihten sildi.

Batılı düşünürler, sanatçılar, tarih felsefecileri bu gerçeğiaçıkça itiraf eden ciltler dolusu kitaplar yazdılar.

Meselâ Toynbee, bu yıkımı, özlü bir şekilde şöyle özetledi: “300 yıl gibi kısa bir zaman dilimi içinde, tarih boyunca geliştirilen 26 medeniyetten 16’sını fiilen yok ettik, 9’unu fosilleştirdik.”

Büyük umutlarla, büyük hayallerle başlayan insana, tabiata ve tanrıya hâkim olma yolculuğu, Tanrı fikrinin yok olması, tabiatın delik deşik olması, insanın tüketimin kölesi olmasıyla, kısacası, büyük hayaletlerle sonuçlandı.

Geldiğimiz nokta, nihilizmin zaferidir. Tanrılardan ateşi çalan Promete’nin hortlaklarına dönüşen çağdaş insanın, kendi icat ettiği (bilim, teknoloji, güç, para, egoizm, hız, haz ve ayartı) putlarının kölesi hâline gelmesi.

Nietzsche’nin haykırışını hatırlatmanın tam zamanı şimdi: “Avrupa / Batı olarak insanlığa söyleyebileceğimiz tek yeni şey, yeni bir şey söyleyemeyeceğimiz gerçeğidir.”

Bütün bunları söylerken, körkütük bir Batı düşmanlığı geliştirmiyorum. Batılılıların üç asırda insanlığı getirdikleri yeri göstermeye çalışıyorum.

BATI’DAN DA, DÜNYADAN DA
ALACAĞIMIZ HER ŞEYİ ALACAĞIZ...

Şunu açıkça söylüyorum: Biz Batı’dan alabileceğimiz her şeyi alacağız. Hiç bir zaman, hiç bir şekilde Batı’ya, Batılılara karşı saplantıyla ve aşağılık kompleksiyle yaklaşmayacağız. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin (sav) “hikmet, mü’min yitiğidir, nerede bulursa alır” evrensel ilkesiyle ve emriyle hareket edeceğiz.

Tıpkı dün yaptığımız gibi.

Tıpkı İslâm’ın ilk asrından itibaren mevcut bütün medeniyet birikimlerine, vahyin zamanlar ve mekânlar üstü şaşmaz ilkesiyle yaklaşarak hepsinden almamız gereken şeyi aldığımız, semantik dönüşüme uğratarak kendimize malettiğimiz ve insanlığa armağan ettiğimiz gibi.

Dün olanlar, yarın olacak olanların garantisidir. Dün yaptıklarımız, yarın yapacaklarımızın işareti, göstergesi.

İnsanlık, bir asırdır, büyük bir çöküşün, ontolojik felâketin eşiğinden geçiyor.

Biz de, müslümanlar olarak bu ontolojik felâketten nasibimizi aldık: Tarih yapan bir aktör olarak İslam medeniyeti tarihten fiilen çekildi; ama kapitalizme teslim olmadığı için ruhunu yitirmedi.

Çin, Hint, Japon medeniyet tecrübeleri kapitalistleşerek hem fiilen hem de ruhen tarihten çekildiler. Biz, müslümanlar olarak bilfiil / bedenen tarihten çekildik ama bilkuvve / ruhen varlığımızı, kurucu kaynaklarımızı yitirmedik.

Batılılar o yüzden iki asırdır İslâm’ı hem fiilen hem ruhen tarihten silmek için mücadele ediyorlar. Son çeyrek asırdır, sadece İslâm’ın yeniden Müslüman toplumları toparlayıp ayağa kaldırmasını ve tarihin akışını değiştirecek bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını önlemek için çalışıyorlar ve bütün temel stratejilerini İslâm’ın yeniden tarihe girişini önlemek için geliştiriyorlar.

Batılıların yüzyıllık temel stratejileri bu: İslâm’ın yeniden tarihin akışını değiştirecek bir aktör konumuna yükselmesini her ne sûretle olursa olsun önlemek.

Batılıların stratejileri ne olursa olsun, biz hem ülke hem de coğrafya olarak kendimize bakmak, kendimize çeki düzen vermek, içerde ve dışarda ne tür köklü felsefî, kültürel, sosyal, siyasî ve iktisadî sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu çok iyi tespit etmek, kısacası hem kendimizle hem de dünyayla yüzleşmek, hesaplaşmak zorundayız.

Yoksa İslâm’ın yeniden ve güçlü bir medeniyet yürüyüşü gerçekleştirebilmesi sözkonusu bile olmaz, olamaz.

ÇÖZÜLEN TOPLUM YAPIMIZ
VE YÜKÜMLÜLÜKLERİMİZ...

Gelmek istediğim nokta hayatî: Türkiye, dışardan fiilen sömürgeleştirilemedi ama içerden zihnen sömürgeleştirildi. Müslüman zihni, Müslümanca Yaşama zemini ve müslüman zamanı çöktü.

Değerlerimiz hızla aşınıyor... İğrenç cinayetler işleniyor... Genç kuşak nihilizmin eşiğine sürükleniyor, bu ülkeye ve bu toprakların ruhköklerine aidiyet bağlarını yitiriyor...

Aile, çatırdıyor... Cinsiyet eşitliği denen insan türünü bile yok edecek, aileyi yerle bir edecek ithal projeler geleceğimizi tehdit ediyor...

Ülkede kesimler arasındaki gerilim ve kutuplaşmalar tehlikeli boyutlar kazanmaya başladı... Türkiye’nin beka mücadelesi verdiği bir zaman diliminde bu kutuplaşma çok tehlikelidir.

Bu ülkenin bizi bin yıl dimdik ayakta tutan, bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyan, evrensel medeniyet değerlerimiz ışığında yeniden bütünleştirilmesi, bunun için de eğitim, düşünce, kültür, sanat, şehircilik alanında büyük devrimler yapmamız kaçınılmazdır.

Ülkede siyasetin hakikatin önüne geçmesi, ölçünün hakikat değil de siyaset olması, kamplaşmaları, adaletsizlikleri artırıyor, toplumun temel değerlerini buharlaştırıyor, sosyal dokuyu, yapıları, kardeşlik ve dayanışma ilkelerini yerle bir ediyor...

Dünyanın ruhu, mazlumların umudu olan bu ülkeyi, bu ülkenin genç kuşaklarını nihilizmin eşiğine fırlatıyor...

Bu bir isyan yazısıdır; yüreği yangın yerine dönen bir yazarın hem ülkeyi yönetenleri hem de toplumun bütün kesimlerini uyarı yazısı.

Dünyanın tam da bize, bizim herkese hayat hakkı tanıyan, farklılıkları adaletle, hakkaniyetle ve sulh düzeni içinde yaşatan evrensel medeniyet değerlerimize şiddetle ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde, bu ülkenin bizim medeniyet dinamiklerimiz etrafında toparlanma çağrısıdır.

Vesselâm.

#Türkiye
#İslam
#Batı