İki asırlık epistemik köleleşme ontolojik yok oluşa dönüşmeden...

04:0027/04/2020, Pazartesi
G: 27/04/2020, Pazartesi
Yusuf Kaplan

Bir akıl tutulması yaşanıyor Türkiye’de: İflah olmaz,marazî ve tehlikeli bir çıkmaz sokak: Kimsenin kimseye tahammülü yok. Herkes birbirini düşman, herkes birbirini susturmakla meşgul.Susturunca, hakikatin yok olacağını sanmak ne büyük gaflet! Hakikati susturabilirsiniz ama yok edemezsiniz.Bugün zorla susturulan hakikat yarın daha güçlü gelir, daha gür konuşur. İşte o zaman zorbalar, yalanlar kaçacak delik arar...Bu savaşsa eğer, bu savaşın sonucu Pirus zaferi olacak: Kazananı olmayacak.Tek kaybedeni

Bir akıl tutulması yaşanıyor Türkiye’de: İflah olmaz,marazî ve tehlikeli bir çıkmaz sokak: Kimsenin kimseye tahammülü yok. Herkes birbirini düşman, herkes birbirini susturmakla meşgul.

Susturunca, hakikatin yok olacağını sanmak ne büyük gaflet! Hakikati susturabilirsiniz ama yok edemezsiniz.

Bugün zorla susturulan hakikat yarın daha güçlü gelir, daha gür konuşur. İşte o zaman zorbalar, yalanlar kaçacak delik arar...

Bu savaşsa eğer, bu savaşın sonucu Pirus zaferi olacak: Kazananı olmayacak.

Tek kaybedeni olacak: Biz, hepimiz, Türkiye yani.

Bir onarım hareketine ihtiyacı var ülkenin, bir sözleşmeye, ortak akla, ortak dile, konsensüse. Bunun için de besleyici, zihin açıcı, bizi silkeleyerek kendimize getirici sahici bir muhasebe iklimine ve eylemine...

CUMHURİYET, OSMANLI’NIN DEVAMI VE İSLÂM DEVLETİ OLARAK KURULDU

TBMM, yüz yaşına bastı.

Kimse Meclis’in nasıl açıldığını, Meclisi açan ruhu konuşmadı.

Meclis, Kur’ân hatimleriyle, Buhari hatimleriyle açıldı...

Bu ne demektir, anlamı nedir bunun, derin derin düşünmek gerek oysa.

Önce şunu söylemeliyim: Önce devlet kurulmadı, ordu da.

Ne oldu peki? Meclis “açıldı”.

Dikkat buyurulsun lütfen “açıldı” kelimesini paranteze alarak kullandım.

Meclis açılmadı aslında, İstanbul’daki Meclis-i Mebusan, Ankara’ya taşındı.

Ankara’daki Meclis, gündemine, İstanbul’da Osmanlı Meclis-i Mebusan’ındaki gündemi, gündemdeki meseleleri görüşmeye başlayarak açıldı.

Burada verilen mesaj şudur: Bir ölür, bin diriliriz. Bizden kim usanası! Yunusça söylemek gerekirse, meselenin hülâsası budur.

Ardından anayasa hazırlandı, devlet resmen cumhuriyet olarak kuruldu.

İki nokta hayatî: Birincisi, Cumhuriyet, Osmanlı’nın devamı olarak, ikincisi de, İslâm devleti olarak kuruldu. 1928’de, Anayasa’nın ikinci maddesindeki “devletin dini, din-i İslâm’dır” maddesi kaldırıldı.

Bu, 1922’de saltanatın, 1924’de hilâfetin ilgası, ardından devletin bütün kurumlarının İslâm’dan arındırılması -uzun vadede- çok tehlikeli bir yok oluş sürecinin uzantısı, mantîkî sonucuydu.

CEVAP BEKLEYEN SORULAR...

Doğrusu, burada insanın zihnine yağınla soru üşüşüveriyor...

Madem, yeni kurulan devlet, İslâm’dan arındırılacak idiyse, neden işin başında böyle yapılmadı?

Makyavelizm, yani hedefe varmak için her yol mübahtır, yaklaşımı mı sözkonusuydu burada; yoksa emperyalistlerin, özellikle de İngilizlerin baskısı filan mı?

İki: İslâm devleti olarak kurulan bir devletin İslâm’dan arındırılması, o devletin Meclis’i eliyle yapılabilir mi? Hem de eşrafın, ulemanın doldurduğu, kahir ekseriyetini oluşturduğu bir Meclis’te bu nasıl mümkün olabilir -baskı, sindirme, vesaire gibi polisiye yöntemler dışında?

Ne yaşadık ve neden yaşadık peki?

Bildiklerimiz, bilmediklerimizin yanında çok sınırlı, devede kulak misali...

Türkiye, üzerimize gelen emperyalistlere karşı zaman kazandı. Cumhuriyetin bize kazandırdığı en önemli şey bu. Yok olmadık.

Daha doğrusu, bedenimizi kurtardık ama ruhumuzu, ruh köklerimizi inkâr ettik kendi ellerimizle!

“Kültürel inkâr” olarak adlandırmıştı yaşananları Cumhuriyetçi kadroların önde gelen büyük sanatçı ve düşünürlerinden Tanpınar.

Bu kültürel inkâr, zamanla mantıkî sonucuna taşındı; kültürel intihara dönüştü.

Epistemik kölelik olarak adlandırdığım, bir kendi kendini sömürgeleştirme biçimi üretti bu: Dışardan fiilen işgal edilemeyen bu ülke içerden zihnen sömürgeleştirilen tek ülke olarak tarihe geçti.

Günah keçisi aramıyorum, hakaret de etmiyorum -çünkü Kur’an, başkalarının kutsallarına hakaret etmeyi yasaklar-; muhasebe, eleştiri yapıyorum.

BİR KEMALİZM ELEŞTİRİSİ

Kemalizm’i konuşmadan, sadece tartışılmaz dogma hâline getirerek çocuklarımıza, zekâlarına ve geleceklerine yazık etmiş oluruz.

Kemalizmin bir ruhu yok: Kemalizm, her bakımdan ithal ve tepeden, Jakoben yöntemlerle topluma dayatılan kaskatı, taşlaşmış, donmuş bir ideoloji.

Fransız Devrimi’nden beslenen, Fransız Devrimi’nin karikatürü. Karikatürü ama sonuçları belki de Fransız Devrimi’nden daha kalıcı bir tasfiye hareketi: Bu toplumun bin yıl dünya tarihini yapmasını mümkün kılan medeniyet iddialarını, ruhunu, ruh köklerini tasfiye macerası.

Kemalizmin âmentüsü, laiklik. Kavramları, ithal. Şerif Mardin’in muazzam tespitiyle “iyi, doğru, güzel fikri yok”. Bir Gazâlî’si de yok, Kant’ı da o yüzden. Gerçek değil, gölge çünkü. Batı’nın bu topraklardaki gölgesi.

Fransız Devrimi bile Kilise’ye bütün haklarını iade etti daha sonra. Ama laik Türk devriminin haylaz çocukları, İslâmsız bir Türkiye hayal ediyorlar!

Celladına âşık olmak, gönüllü acentalık yaptığını göremeyecek kadar epistemik kölelik çıkmazına yuvarlanmak: İşte bir toplumun ontolojik yok oluşunun habercisi zihnî yokoluş felâketidir bu.

Dışardan fiilen işgal edilmeyen bir ülkenin içerden zihnen ele geçirilmesi yani.

Ne demiştim: Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâket, başına ne geldiğini bilememesidir.

Bu felâketten kurtarmak için beyinlerini kullanmaya, soru sormaya çağırıyorum genç nesilleri. Bu kadar.

Vesselâm.

#Kölelik
#Cumhuriyet
#Meclis
#Fransız Devrimi