Emperyalist her yerde: İstikametin üzerinde titre! (1)

04:005/08/2018, Pazar
G: 5/08/2018, Pazar
Yusuf Kaplan

Emperyalist her yerde: Dünyada, coğrafyamızda, ülkemizde, eğitim sistemimizde hatta evimizde ve cebimizde...Adeta bir şeytan gibi içimizde ve dışımızda kol geziyor, bizi perişan ediyor, dahası günümüzde ayartıcı nitelikler kazandığı için, zihinlerimizi işgal edecek biçimler alarak bizi kendisine âşık ve esir ediyor!O yüzden, İstikametin üzerinde titre, diyorum.Ve ekliyorum: İstikametini kaybedersen, hiç bir yere ulaşamazsın çıkmaz sokaklardan başka!Burada, dünyayı daha iyi, daha derinlemesine tanımamıza

Emperyalist her yerde: Dünyada, coğrafyamızda, ülkemizde, eğitim sistemimizde hatta evimizde ve cebimizde...

Adeta bir şeytan gibi içimizde ve dışımızda kol geziyor, bizi perişan ediyor, dahası günümüzde ayartıcı nitelikler kazandığı için, zihinlerimizi işgal edecek biçimler alarak bizi kendisine âşık ve esir ediyor!

O yüzden, İstikametin üzerinde titre, diyorum.

Ve ekliyorum: İstikametini kaybedersen, hiç bir yere ulaşamazsın çıkmaz sokaklardan başka!

Burada, dünyayı daha iyi, daha derinlemesine tanımamıza imkân tanıyabilecek, dolayısıyla geleceğimize ışık tutabilecek bir emperyalizm okuması yapmak istiyorum.



ÜÇ TÜR EMPERYALİZM BİÇİMİ

Emperyalizm, münhasıran Batı uygarlığının karakteri ve eseri.

Elbette ki, tarih boyunca farklı zaman dilimlerinde irili ufaklı envai çeşit emperyalizm biçimleri varoldu.

Ama Batı uygarlığının Hümanizm’le başlayan, Rönesans ve Reformasyon’larla kıvamını bulan modern / pagan Batı emperyalizmiyle hiç bir medeniyet yarışamaz.

Hiç bir medeniyet Batı uygarlığının kabaca 5 asır içinde geliştirdiği ve bütün insanlık üzerinde denediği, buradan dünya üzerinde hegemonya ürettiği Batılı / pagan emperyalizm biçimlerinin eline su dökemez.

Batı uygarlığı, modernliğin başlangıçlarından günümüze gelinceye kadar üç tür emperyalizm biçimi üretti.

Birincisi, ontolojik emperyalizm biçimi.

İkincisi, siyasî-coğrafî emperyalizm biçimi.

Üçüncüsü de, kültürel-zihnî emperyalizm biçimi.

Bu yazıda, ilk emperyalizm biçimi üzerinde yoğunlaşacağım; yarınki yazıdaysa diğer emperyalizm biçimlerini mercek altına alacağım.

Emperyalizmi, bütün emperyalizm tanımlarını da içerecek şekilde, çok katmanlı bir saldırı ve hükümranlık kurma kaygısı hatta fobisi olarak tarif ediyorum.

İlk emperyalizm biçimi, Tanrı’ya, dolayısıyla hakikate saldırı; ikinci emperyalizm biçimi dünyaya saldırı, üçüncü emperyalizm biçimi ise insana saldırı olarak gerçekleşti.

İlk emperyalizm biçimi, modern Batı uygarlığının kendisine, kendi temellerine, dolayısıyla hakikate saldırı olarak, ikinci ve üçüncü emperyalizm biçimleri ise başkalarına, bütün dünyaya ve insana saldırı olarak tezahür etti.

ONTOLOJİK EMPERYALİZM: TANRI’YA VE HAKİKATE SALDIRI

Modern / pagan / seküler Batı uygarlığı, kontrol ve kolonizasyon kurma fobisi ile işleyen, bu fobi üzerinden hem varlığını idame ettirmeye hem de hükümranlık geliştirmeye, hükümranlığını yine bu temel üzerinden pekiştirmeye ve meşrûlaştırmaya çalışan bir uygarlık.

Ontolojik emperyalizm biçimi, bizzat Batı uygarlığının kendine uyguladığı, bizzat Batı insanına yaşattığı bir emperyalizm biçimi.

Tanrı üzerinde hükümranlık kurmaya çalıştı Batılılar başlangıçta.

Şunu hemen vurgulamakta yarar var burada: Batılıların, hümanistlerin, rönesansçıların, reformasyoncuların temel kaygısı Tanrı üzerinde hükümranlık kurma kaygısı olmamıştı aslında.

Petrarca’dan Kant’a, Hegel’den Newton’a kadar modernliğin ilk dönem ve son dönem kurucu “baba”ları, şu ya da bu şekilde dindar insanlardı.

Dertleri, dinle savaşmak, tanrıtanımazlık kaygısıyla hareket etmek filan değildi.

Dertleri, insanın çiğnenen onurunu, önce yoksayılan, sonra zamanla yok edilen, kilise tarafından ipotek altına alınan özgür iradesini kurtarmaktı.

Bu ilk ontolojik emperyalizm biçiminin kaynağı, sebeb-i vücûdu, Kilise’ydi.

Hıristiyanlığın Tanrı’sı yoktu; Hıristiyanlığın tanrısı, her bakımdan tanrısı Kiliseydi yalnızca: Tanrı’nın Kilise’de tecessüm ettiği vazedilmiş, böylelikle Kilise tanrısallaştırılmış, kutsanmıştı.

Kilise tanrısı, insanın özgür iradesini ipotek aldığı için, yok saymıştı.

Tanrı fikrinin olmadığı yerde insan da olmazdı, olamazdı, varolamazdı.

Nietzsche’yi “Tanrı öldü” fikrine götüren yer tam da burasıydı işte.

Nietzsche, “Tanrı öldü” derken, bir ateist olduğunu ilan etmiyordu; “Tanrı’nın öldürüldüğünü”, Tanrı’sız yaşanamayacağını haykırıyordu.

Hümanistlerin de, modernliği kuran bilimsel devrimin ve felsefî devrimin babalarının kahir ekseriyeti de, Hıristiyanlıkla kavgalı değildi. Ama Kilise’nin önlerini tıkadığını, zihinlerini körleştirdiğini görüyorlar, çıkış yolu arıyorlardı.

Burada sade ama muhkem bir Tanrı tasavvuruna, insanın özgür iradesini hayata ve harekete geçiren sağlam bir insan ve hayat-dünya tasavvuruna sahip olan İslâm medeniyetiyle karşılaşmalarının Batılıların zihinlerinin açılmasında belirleyici roller oynadığını söylemekle yetineceğim sadece.

İFRAT-TEFRİT’İN SÜRÜKLEDİĞİ ÇIKMAZ SOKAKLAR…

Batı uygarlığı, ifrat / abartı ve tefrit / ayartı arasında gidip gelen bir yapıya sahip Greklerden itibaren.

William McNeill, bu zihin açıcı hakikati özlü bir şekilde şöyle özetler: “Batı uygarlığı, Grek naturalizmi / paganizmi / agnostisizmi ile Hint gnostisizmi / mistisizmi arasında yaşanan bir ifrat ve tefrit hikâyesidir.”

Bu tespitin modern zamanlara uyarlanışını Fransız tecrübesi üzerinden örnekleyebiliriz: Bir yanda kaskatı rasyonalizm biçimi, öte yanda katı Katolik geleneği.

Batı’yı felsefî olarak hem kuran hem de paradoksal olarak yıkan dinamik, işte burada gizli olan düalizm biçimleridir. Bu düalizm biçimleri, birbirlerine kapalı, hatta düşman tavırlar üretmiştir her alanda.

Tanrı-İnsan, Ruh-Beden, Metafizik-Fizik vesaire gibi...

Diğer iki emperyalizm biçimlerinin kaynağı da bu birinci / ontolojik emperyalizm tecrübesidir.

Tanrı’ya saldıran insan, elbette ki, dünyaya ve insana da saldıracak, dünya ve insan üzerinde de -günümüzde iliklerimize kadar yaşadığımız gibi- zorba, ürpertici tahakküm biçimleri geliştirecekti/r kaçınılmaz olarak.

Burada birilerini suçlama kaygısı içinde değilim. İçinde yaşadığımız dünyayı, devâsâ bir ağ’a dönüşen çağ’ı entellektüel bir arkeoloji yaparak tanıma çabası ortaya koyuyorum.

İstikametini yitiren dünyanın bizi çıkmaz sokakların eşiğine fırlattığını görelim, diyorum.

O yüzden onu-bunu suçlama kaygısıyla hareket etmek yerine, içinde yaşadığımız dünyayı, bizi ağlarına hapseden çağı iyi tanıyarak kendimize bakalım, kendimize çeki düzen verelim, istikametimiz üzerinde titreyelim, diyorum.

Bakın o zaman, bu üç emperyalizm biçimini nasıl yeneceğimizi, dize getireceğimizi göreceğiz sarahatle...

Bir adım daha öteye giderek, bu üç emperyalizm biçimini yalnızca bizim yenebileceğimizi, aşabileceğimizi idrak edelim ve kendimize çekidüzen vermeye odaklanalım, diyorum.

Yarınki yazıda, son iki emperyalizm biçimi üzerinden kendimize nasıl çekidüzen verebileceğimize ilişkin de bir iki cümle kurmak niyetimdeyim.

Vesselâm.

#Emperyalizm
#İnanç