Dünyaya film dili armağan edecek bir sinemamız olacak mı? (3)

04:007/09/2020, Pazartesi
G: 7/09/2020, Pazartesi
Yusuf Kaplan

Kur’ân, asıldır; Sünnet, usûl. Kur’ân, zihin, zemin ve zaman’a ruh veren normları / sâbiteleri sunar; Sünnet ise değişkenlere, sâbiteler / normlar ışığında şekil verir.2500 yıllık Batı uygarlığının sâbitelerini / normlarını Eflatun sistemleştirmiş, Aristo ise normların nasıl formlara dökülebileceğini göstermiştir, diyebiliriz.O yüzden Klasik Hollywood sinemasının estetiğinin / form’unun kurucu kaynağı Aristo’dur. Bütün klasik / popüler sinemalar da, televizyon dizileri de Aristo’cu dram geleneğine

Kur’ân, asıldır; Sünnet, usûl. Kur’ân, zihin, zemin ve zaman’a ruh veren normları / sâbiteleri sunar; Sünnet ise değişkenlere, sâbiteler / normlar ışığında şekil verir.

2500 yıllık Batı uygarlığının sâbitelerini / normlarını Eflatun sistemleştirmiş, Aristo ise normların nasıl formlara dökülebileceğini göstermiştir, diyebiliriz.

O yüzden Klasik Hollywood sinemasının estetiğinin / form’unun kurucu kaynağı Aristo’dur. Bütün klasik / popüler sinemalar da, televizyon dizileri de Aristo’cu dram geleneğine dayanır.

Aristo, sadece popüler anlatıların, dillerin değil, aykırı, avantgard yönelimlerin de bes(te)lendiği ilk kurucu filozoftur.

BAŞIMIZA NE GELDİ?

Biz nasıl dünya ölçeğinde sinema yapabileceğiz, öyleyse?

Önce başımıza ve dünyanın başına ne geldiğini, sonra da bizim yeniden tarihe (=düşünceye, sanata, bilime) yön verebilecek konuma nasıl gelebileceğimiz sorunlarını vuzûha kavuşturarak...

Çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız, deyip duruyorum o yüzden. Yine başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız, diye haykırıyorum. Duyan var mı sesimi, bilmiyorum.

Dünya da, biz de büyük bir medeniyet krizi yaşıyoruz.

Batı uygarlığı Tanrı fikrini yok etti, hakikat fikrini yok etti, tabiatı delik deşik etti, yeryüzünü cehenneme çevirdi ve dünyayı cinsiyetsiz, tekno-pagan, yarı-insan yarı-makina bir yaratığa teslim etti.

Büyük bir ontolojik felâketir bu.

İslâm medeniyeti dışında bütün medeniyetlerse ya fiilen tok edildi ya da fosilleştirildi. İslâm medeniyetinin kaynakları sağlam ama Müslüman toplumların bu kaynaklarla da, çağla da ilişkileri çürük, başlarına ne geldiğini anlamalarını zorlaştıracak kadar simülatif; sığ, sahte ve yüzeysel yani.

Arşimet noktamızı yitirmemize, pergelimizi şaşırmamıza ve kendi medeniyet tecrübemizin sunabileceği imkânları da, dünyanın yaşadığı temel sorunları da kavramamızı güçleştirecek kadar algı kapılarımızın kapanmasına yol açan çok yönlü bir medeniyet krizi yaşadığımızı göremiyoruz bile.

Yaşadığımız medeniyet krizi, bizim duyma ve düşünme biçimlerimizi (Müslüman zihni’ni), Müslümanca yaşama mekânlarımızı (zemin’imizi) ve çağrının çağını kurabilme imkânlarını (Müslüman zamanı’nı) yitirmemizle sonuçlandı.

DALGA-KIRMA, DALGA-KURMA VE DALGA-OLMA...

Mekke’de inşa edilen Müslüman zihni, hakikatin dalga-kırmasını, Medine’de hayata geçirilen Müslümanca yaşama zemini, hakikatin dalga-kurmasını, Mekke ile Medine süreçlerinin hâsılası olarak tarihi şekillendiren, çağ’a hakikatin ruhunu nakşeden Müslüman zamanı ise, hakikatin dalga olmasını sağlar.

Müslüman zihni’nden, Müslümanca yaşama zemininden ve Müslüman zamanından habersiz Müslüman ülkelerin sinemacıları, dünyaya sinemanın nasıl yapılabileceğini gösterebilecek bir film dili sunamazlar.

Başka türlü söylemek gerekirse, bütün düşünce, sanat, bilim, ahlâk, siyaset, kültür, estetik atılımları, önce dalga-kırma, ardından dalga-kurma ve sonunda dalga-olma yolculuklarını gerçekleştirebildikleri için atılım ve hatta açılım olma özelliklerine hâiz olabilirler.

NORM VE FORM, SÂBİTELER VE DEĞİŞKENLER

Form, normunu dayatır demiştim, yıllar önce. Bütün medeniyetler arasındaki ilişkiler normlar üzerinden değil formlar üzerinden ve formlar aracılığıyla gerçekleştir. Duyma, söyleme ve eyleme biçimleri olarak Formlar, medeniyetlerin hem ifadesidir (yansıması, eseridir) hem de ifade edicisi, yeniden üreticisi.

Medeniyetler, kendilerini formları ile yenilerler, normları ile değil.

Normlar, medeniyetlerin ruhu ise, formlar bedeni. Normlarını yitiren toplumlar ve medeniyetler ruhsuzdur, formlarını yitiren medeniyetlerse kör, topal ve sağır.

Normlar, bir medeniyetin sâbitelerini teşkil eder. Formlar ise değişkenlerine sâbiteler ışığında ruh üfler.

Bir medeniyetin yaşanan krizleri aşabilmesinin yolu, sâbitelerinin muhkem; değişkenlerininse sâbitelerinden besleniyor, çağ’a sesleniyor ve sonuçta insanlığa ses veriyor, nefes üflüyor olabilmesinden geçer.

AŞKLA ÇIKILAN, ŞEVKLE SÜRDÜRÜLEN VE ZEVKLE GERÇEKLEŞTİRİLEN...

3Z formülü olarak ifade ettiğim zihin, zemin ve zaman krizi şeklinde özetlediğim iki asırdır yaşadığımız medeniyet krizinin, bizi epistemolojik kırılmanın ve ontolojik yokoluşun eşiğine fırlattığını göremediğimiz sürece, sinemanın aslında çok katmanlı bir medeniyet meselesi olduğunu kavramakta zorlanmaya devam edeceğiz.

Burada nasıl bir dünyanın içine düştüğünü, ne tür felsefî / varoluşsal sorunlarla ve savrulmalarla karşı karşıya olduğunu kavrayamayan ya da umursamayan, bu konuda asgarî bir entelektüel birikimi bile “afakî” olarak nitelendirebilen insanların olduğu bir yerde, dünyaya özgün bir film dili armağan edebilecek bir sinema yapabilmek hiç de kolay olmasa gerek.

Batılılar, film dili kurmak için 2500 yıl öncesine, Aristo’ya kadar gidiyor, oradan besleniyor. Biz, meselâ Mevlânâ’dan neden beslenmiyoruz? Celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüştüğümüz için mi? Üstelik Mevlânâ, çağlar ötesine seslenen formülü veriyor bize ve bütün dünyaya: Pergelin sânşt ayağını kendi normlarına basacaksın, pergelin hareketli ayağıyla bütün dünyalara, bütün formlara açılacak, o formları alıp kendi normların doğrultusunda dönüştüreceksin!

Böylesi bir şey, deyim yerindeyse, Nietzschevârî “çekiçle felsefe yapmak” kadar zor bir iş!

İlk bakışta böyle.

Ama dünyayı ve kendini iyi kavradığında, yol haritasını çıkarmaya başladığında zor değil, inanılmaz zevkli bir yolculuk bu.

Aşkla çıkılan, şevkle sürdürülen ve zevkle hayata geçirilen leziz ve nefis bir medeniyet tasavvuru yolculuğu: Taze bir zihin, canlı bir zemin, diriltici bir zaman idraki sunmak insanlığa...

Bunun en rafine örneklerini bu ülkede Ahmet Uluçay, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu verdi. Mesut Uçakan, İsmail Güneş, Mahmut Fazıl Coşkun gibi yönetmenlerimiz de çok zor şartlarda gösterdiler ipuçlarını... Murat Pay, Murat Çeri, Ensar Altay, Emre Karapınar... geliyorlar...

Ama henüz işin başında bile değiliz!

#Kuran-ı Kerim
#Hollywood sineması
#Arşimet
#Mevlana