Tarihin kırılma anlarından birinde yaşıyoruz; yaklaşık yarım asırdan fazla süren bir kırılma moment’i, bir tarihî dönemin veya Batı hegemonyasının bitiş ân’ı bu. Bütün kırılma ânları, yeniden-kurulma zamanlarıdır aynı zamanda.
Bir AB yetkilisinin, -Borrell’in- imparatorluklarının geri dönüşünden sözetmesi, burada Türkiye, Rusya ve Çin’in birer imparatorluk olarak yeniden gelmekte olduklarına dikkat çekmesi, hem içeriye (Batı ittifakının üyesi ülkelere ve kurumlara) kendilerini toparlamaları için yapılan bir uyarı hem de başta Türkiye olmak üzere Rusya ve Çin’in muhtemel bir Asya Bloğu oluşturmalarına karşı yöneltilmiş bir tehdit olarak değerlendirilebilir.
Borrell’in, askerî savunma teknolojisinde ve jeopolitik stratejilerde son üç dört yılda büyük bir atılım gerçekleştiren Türkiye’yi özellikle hedef aldığını düşünüyorum. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin hedef ve ölçek büyütmesi, gücüne güç katması üzerine Türkiye’ye yöneltilmiş çok yönlü, üzerinde derinlemesine kafa yorulması gereken bir tehditle karşı karşıyayız. Bu konu bizim açımızdan hayatî; o yüzden ayrı bir yazıda yarın tartışmak istiyorum bu konuyu bütün boyutlarıyla.
Bugünkü yazıda Borrell’in açıklamasını, her şeyden önce, içeriye dönük (hem AB içine hem de Batı ittifakının kendisine yönelik) bir uyarı olarak okuyorum.
Pandemi sürecinde -bütün dünya ülkeleri gibi- ekonomik olarak büyük kriz yaşayan, genelde Batı ittifakı ülkelerinin, kurumlarının ve şirketlerinin özelde ise Avrupa ekonomilerinin -bu sürecin sonunda- dünya üzerindeki hegemonyalarını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacakları, gelen felâketi görerek hazırlık yapmaları uyarısı, Borrell’in açıklaması.
1648’de Westfalya Anlaşması’ndan sonra kurulan ve üç asır süren Avrupa Dünya Düzeni, iki büyük dünya savaşından sonra çöktü. Modernitenin çöküşü anlamına geliyordu bu, esas itibariyle.
Modernitenin çöküşü, postmodernite olarak adlandırılan süreci tetikledi kaçınılmaz olarak.
Postmodern süreç, Avrupa-merkezci bir dünyanın çöküşünün her alanda itiraf edilmesi, dahası modern Tanrı, hakikat, insan, tabiat ve dünya tasavvurunun felsefî olarak insanlığı bir çakmaz sokağın eşiğine fırlattığının kabul edilmesi süreciydi. Modernitenin her alanda yenilgisinin tescil edilmesi yani.
İki Dünya Savaşı, bunun en çarpıcı örneğini temsil ediyordu: Tanrı fikrini, hakikat fikrini yitiren, tabiata ve bütün yeryüzü coğrafyasına hükmeden modern insanın aklı kutsayarak kurduğu dünya düzeni ve hegemonyası, aklın insanı araçların kölesi hâline getiren, amaçlarını yitirmesine neden olan aşırılıklarının kurbanı olmuş, bilimde, teknolojide, endüstride maddî gelişmişliğin zirvesine ulaşan modern insan dünyayı cehennemin eşiğine getirip bırakmıştı.
İşte iki büyük dünya savaşı, son yüzyılın -bizzat Batılı düşünürler tarafından- “insanlığın en karanlık yüzyılı” olarak adlandırılmasına yetmişti.
İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar gelen süreç, belirsizliğin ve kaosların hâkim olduğu karmaşık bir süreç oldu. Önce Soğuk Savaş denen Batı bloğuyla Doğu bloğu (kapitalizmle sosyalizm) arasında bir “danışıklı dövüş” yaşandı; bu süreç, modernitenin, dolayısıyla Batı uygarlığının ve dünya üzerindeki hegemonyasının ömrünü uzattı bir süre.
İslâm dünyasında postkolonyal süreçte Batılıların güdümünde, Batıcıların gönüllü acentalığıyla uygulanan (özellikle Arap milliyetçiliği ve Kemalist ulusçuluk) gibi Batıcı projelerin çökmesi, aksine, İslâmî söylemlerin Fas’tan Malezya’ya kadar İslâm dünyasının en güçlü entelektüel, sosyal ve siyasî aktörleri katına yükselmeleri, Batılıları ve acentalarını ürküttü; bu, Batılı emperyalistlerin derhal Soğuk Savaş’ı sona erdirmelerine, “terörle mücadele” olarak adlandırılan postmodern, sinsi bir stratejiyle İslâm dünyasının yeniden İslâmî bir yörünge etrafında buluşmalarına içerden ve dışardan geliştirilen stratejilerle darbe vurmalarına yol açtı.
İslâm’la postmodern savaş süreci olarak adlandırdığım bu süreç, vekâlet savaşlarıyla yürütülüyor ve belli bir başarı kazandı ama sonuçta Irak, Suriye, Afganistan işgal edilse de, Mısır’da darbe yapılsa da, Türkiye’de darbe girişimi denense de, sonuçta, hem Türkiye’nin darbe girişimini destansı bir mücadeleyle püskürtmesiyle hem de savunma sanayisinde büyük atılımlar gerçekleştirmesiyle beklenen başarıyı elde edemedi: Türkiye’yi durduramadı.
Batı hegemonyası, bir kaos sürecinden geçiyor, büyük bir kırılma yaşıyor. Borrell ve benzeri Batılı devlet adamları, stratejistler, Batı hegemonyasının çöküşünün nasıl önlenebileceği ve yeniden kurulabileceği sorunu üzerinde kafa yoruyorlar. Kapitalizm Çin’e yerleşerek hegemonyasını sürdürecek gibi ama Batı hegemonyasının sonunu da getirebilir bu süreç.
Batı hegemonyasına nihâî darbeyi kim vuracak peki?
Çin mi, Türkiye mi?
Yarınki yazıda bu sorunun cevabının izini sürmeye çalışacağım derinlemesine...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.