Bütün sınırların ortadan kalktığı bir dünyanın ortasındayız. Yırtıcı bir dünya bu. Kaotik. Barbar. Güçlünün haklı, haklının güçsüz olarak görüldüğü ilkel bir dünya.
Dün, modernliğin başlangıçlarında geliştirilen ve insanın dış dünyasında hâkimiyet kurma kaygısıyla geliştirilen savaş teknolojileri vardı.
Bugün insanın iç dünyası, zihin dünyası, arzuları üzerinde hâkimiyet kurma kaygısıyla geliştirilen sanal ben-teknolojileri, duygu-teknolojileri, haz-teknolojileri var artık.
SAVAŞ TEKNOLOJİLERİNDEN SANAL DUYGU TEKNOLOJİLERİNE BARBARLIK BİÇİMLERİ
Yüksek teknoloji çağında “ilkelliğin” zirvesine ulaştı insanlık: Duyma ve düşünme melekelerini yitirdi.
Sınırların ortadan kalktığı bir dünyada, dünya vatandaşı oldu, ölçek büyüttü, hareket ve yaşama alanı yer-küreye yayıldı oldu ama ufku daraldı: Hız, haz ve ayartı insanın kendi üstüne kapanmasına, duyma, görme ve düşünme melekelerini yitirmesine yol açtı.
Teknoloji geliştikçe, insanın insanî yetileri geriledi.
Teknoloji geliştikçe, insanın köklü, kalıcı, evrensel değerleri, değersizleşti, buharlaştı, anlamsızlaştı.
Teknoloji geliştikçe, mekândaki ve zamandaki hareketi sınır tanımadı, uzaylara kadar ulaştı insan ama kendine ulaşamadı.
Demek ki,
, teknolojiyi boşuna
olarak tanımlamamıştı!
Teknoloji, insanın araçlara hâkim olma güdüsünün eseri ama gelinen noktada insan teknolojinin ve barbarlaştırıcı, insanlığı, dünyayı yok edebilecek kadar yıkıcı, barbar özelliklerinin esiri.
Tek bir dünya var karşımızda: Küre: Yer-küre. Her şey yerkürede cereyan ediyor aynı anda. Ama herkes yerini (ve kendine özgü hususiyetlerini ve özelliklerini, hâssalarını ve hassâsiyetlerini) yitirme tehlikesiyle karşı karşıya.
Yersiz-yurtsuzların, dijital göçebelerin dünyası burası. Dünyasız insanların ve insansız dünyaların dünyası!
Tektip bir kültür, tektipleşen duyarlıklar hatta zihin ve davranış kalıpları, farkı da, farklılıkları da, derinliği de, fıtratı da, insanın özgürlüğünü de dümdüz ediyor:
Los Angeles’taki kişiyle Kuala Lumpur’daki kişi, aynı duyarlıkları, aynı zihin ve davranış kalıplarını, aynı algılama biçimlerini, aynı tepkileri veriyor:
Sonuç hız, haz ve ayartı, yegâne varoluş biçimine dönüşüyor. Sadece bununla kalmıyor. Hız, haz ve ayartı, tekno-paganizmin hâkim olduğu dünyanın seküler tapınma biçimleri oluyor. Din-dışı kutsallıklar dinin yerini alıyor:
Müzik festivalleri, dans klüpleri vesaire, seküler-pagan âyin mekânlarına dönüşüyor.
Din, yok olmuyor: Sahte-dinler, din-dışı kutsallıklar ve âyinler, Batı’da (ve artık bütün dünya genelinde) dinin yerini alıyor,
dinden boşalan boşluğu doldurmaya yarıyor!
PASİF NİHİLİZM’DEN AKTİF NİHİLİZM’E: İNKÂR’DAN İNTİHAR’A…
Ne var bunda, diye soracaksınız, belki de: İnsanlar farklılıklarını aşıyorlar ve bir noktada buluşuyorlar: Ortak bir küresel kültür, ortak küresel zihin ve davranış kalıpları, ortak zevkler beğeniler üretiliyor ve çatışmalar ortadan kalkıyor, diyeceksiniz, muhtemelen.
mı ortadan kalkıyor; yoksa izafileşmenin, sığlaşmanın, yüzeye hapsolmanın yol açtığ
ı mutlak sahte’nin eseri bu ontolojik, metafizik
, daha köklü, daha uzun ölçekli ve daha yıkıcı savaşların, felâketlerin, yıkımların tohumlarını mı ekiyor?
ortak zihin kalıplarının, ortak davranış biçimlerinin, ortak zevklerin ve beğenilerin
tek ortak noktası, sığlaşma,
yüzeyselleşme ve sonuçta da kaçınılmaz olarak zuhûr eden yeni-barbarlaşma. Barbarlaşma bildiğimiz anlamda bir barbarlaşma değil.
Fiilî bir barbarlaşma değil, metafizikî bir barbarlaşma bu!
Duyma, düşünme, hissetme melekelerinin yitirilmesi, zaman-mekân duygusunun iptal olması, insanın hız, haz ve ayartının kölesine dönüşmesi!
Bir de
var tabiî : Orada zihin de, duygular da canlı hiç olmazsa. İnkâr eden bir zihin bu. İnsanın dünyada kendini yalnız hissetmesi. Herkesi düşman olarak görmesi. İnsandan ve hayattan ümidini kesmesi, iğrenmesi.
İnsanın, hakikatten yoksun hayatın insanı nasıl insana, hayata ve dünyaya yabancılaştırdığını iliklerine kadar hissetmesi, hayattan, insandan ve kültürden nefret etmesi: İnsanın intiharı bu.
İnkâr, intiharla sonuçlanır.
Bu da hayatın şaşmaz gerçeği.
Kaldı ki, inkâr’ın kendisi intihardır!
“DÜNYA VATANDAŞLIĞI” NE, İNSANLIĞIN
Şöyle bir masal anlatmaya başlayacaklar önümüzdeki süreçte bütün dünya ölçeğinde: Şimdi olmasa bile yarın, herkes dünya vatandaşı olacak. Ülke vatandaşlıkları sırra kadem basacak, herkes dünya vatandaşı olmanın gururunu yaşayacak (!)
“Dünya vatandaşı” kavramı tam bir masaldır.
Uyutucu, uyuşturucu, narkoz etkisi yapacak kadar insanı dünyanın acı gerçeklerine karşı duyarsızlaştırıcı, yabancılaştırıcı bir şehir efsanesi.
İnsan, farklılıklarını koruyabildiği ölçüde insanlığını koruyabilir.
Farklılıklarını yitiren insan, kendini de, kendi farkını da bilemez, tefrit etme melekelerini idame ettiremez ve insanlığa fark oluşturacak katkılar yapamaz.
Hiçbir insanın bir diğerine benzememesi, yaratılış sırrıdır:
Tektipleştiriciliğin, düzleştirici, yok edici, yıkımla sonuçlanan bir barbarlık biçimi olduğunun göstergesidir bu yüce yaratılış sırrı insan için.
Ruhsuz, insanlığını yitirmiş, sadece hız, haz ve ayartı peşinde koşturan,
insanı insanın kurdu olarak gören barbar dünyanın eşiğine fırlatılan kişi mi
insanlığın ve dünyanın umududur; yoksa her insanı eşref-i mahlûkât olarak kabul eden; kendi, beni, egosu için değil hakikat için, adalet için, merhamet için yaşayan;
insanı insanın yurdu, umudu ve ufku olarak gören; bütün insanlığı ve varlığı kuşatan aşkın bir bakışa sahip olan kişi mi?