Tarihi, yenenler yapmaz, sanıldığı gibi. Onlar yıkar sadece.
Tarihi, yenme, yenilme ilkelliği olarak görenler tarihi yapamazlar hiçbir zaman. Sadece yıkarlar, yıkım üstüne yıkımın eşiğine fırlatırlar insanlığı.
Yenilenler de yapmaz tarihi, elbette ki.
Yenilgi psikolojisiyle hareket edenlerse, zaten sürüngenlerdir: Tarihi yapanların ya da yıkanların önünde sürüklenenler; hatta sürünenler... tarihten sürülenler... tarihten sürgün edilenler...
Tarih, yenilgi psikolojisini kaldırmaz.
Yenilgi psikolojisine sahip kişinin bir beni, bir kendisi, bir özü, söyleyecek bir sözü yoktur çünkü. Kendi olamayan, kendine bir yer inşa edemeyen, kendi yeri olmayan, başkasına nasıl dünya inşa etsin, nasıl zamana ruh üflesin ve tarih yapsın ki!
Tarih yapabilmek için tarihin içine girebilmek, tarihi yapan zamanlarda gezinebiliyor, soluk alabiliyor, yaşıyor olabilmek ve gezilen, solunan, yaşanan zamanları aşabilecek bir iradeye sahip olmak gerekir.
Tarihi, niçin yenilgi psikolojisinin eşiğine sürüklendiklerini görenler, idrak eden beyinler, yüreği yangın yerine dönen yürek ülkesinin çocukları yapar.
Tarihi, hayatı yaşayanlar yapar.
Soluyanlar.
Hayatları olanlar.
Hayat sunanlar.
Tarihi, yenilenler değil, nasıl olup da yenilgi psikolojisinin eşiğine sürüklendiklerini görebilenler yapar.
Yenenler tarihi yapmaz aslında. Yenenler yaşar tarihi.
Yenmek, engelleri görmek ve engelleri aşabilecek bir irade geliştirmek demektir.
Zamana iradesinin hükmünü giydirmek.
Zamana girmek ve çıkmak, zamanı önüne katıp sürüklemek. Zamana hâkim olma kaygısı, bu kaygıyı taşıyan toplumları zamana mahkûm eder. Zamana hâkim olmak, zamanın mahkûmu kılar sonunda.
Ama zamana tasarrufta bulunma imkânı, hakikate nüfûz edildiğinde yakalanır ve toplumları zamanın tasallutundan kurtarır: Hâkimiyet kurma kaygısı, mahkûmiyetle sonuçlanır; hakikati bulma kaygısı ise, başkalarına hayat sunacak dünyalar kurmakla.
Tarihi, başkalarının zamanını, başkalarının da yaşayabileceği zamanları inşa edebilenler yapar o yüzden.
“Sıradan” insanlar, zamanı duyamazlar, zamanı göremezler, zamanı inşa edemezler; zamana karşı kör, sağır ve dilsizdirler; zamana söyleyecek sözleri, zamana söyletecek özleri yoktur; iradesizdirler.
Zamana mahkûm olanların iradeleri kendilerinin değil, zamanın elindedir.
Zamana tasarrufta bulunanlar, zamana hükmederler: Bunlar, zamanın kendi iradelerinin ellerinde olduğunun bilincindedirler.
Zaman “bendedir,” zaman bana emanettir; çünkü zaman benim, benim özüm. “Sen”se, zamanın kölesi, kabuğu.
Dördüncü zaman, zamanı senin yapmandır; zamanı çağ’ın ruhunu oluşturacak ölçekte senin inşa etmen.
Bir de beşinci zamanın varlığından söz edeceğim. Beşinci zaman, senin inşa ettiğin zamanda başkalarının yaşadığını görmendir. Senin inşa ettiğin zamanın başkalarının da zamanı olması, başkalarına da ruh üfleyecek kıvama ulaşmasıdır.
Dördüncü zaman hayatı bizim üretiyor olmamız... Beşinci zaman, bizim ürettiğimiz hayatın üflediği ruhla başkalarının hayatına hayat katıyor olmamız, bunu da duyuyor, görüyor ve yaşıyor olmamız. Kısaca söylemek gerekirse, dördüncü zaman hayatı bizim üretiyor olmamız; beşinci zamansa, başkalarına hayat sunuyor olmamız.
Birinci zaman, geçmiş zaman elbette. Geçmiş zaman, hayatımız’dı, diyebildiğimiz ân. Şimdiki zaman, ikinci zaman, hayat bizim, diyebildiğimiz zaman.
Üçüncü zaman, gelecek zaman, bizim hayatımız olduğunu, olacağını bildiğimiz, bundan emin olacak kadar gelmekte olan’ın bizim geleceğimiz olduğunun bilincine erdiğimiz zaman.
Dördüncü zaman, bu üç zamanı yaşayarak aşma iradesi ortaya koyduğumuz, zamanı bizzat bizim çağımıza dönüştürecek yaratıcı ruhu ve kurucu iradeyi hayata geçirebildiğimiz zamandır.
Beşinci zamansa, bizim inşa ettiğimiz zamanda başkalarının yaşadıklarını da görebildiğimiz zaman. Dördüncü zaman kilittir burada.
Dördüncü zaman, benim zamanım; benim inşa ettiğim, soluduğum, iliklerime kadar hissederek yaşadığım zaman.
Beşinci zamansa, başkalarının yaşadıklarını gördüğüm zaman. Başkalarının da soluduklarını, iliklerine kadar hissederek yaşadıklarını, duyduklarını gördüğüm ân.
Bir başka zamandan, altıncı zamandan da söz edilebilir mi?
Elbette.
Onu da görüyor, hatta hissediyor gibiyim: Altıncı zaman, benim inşa ettiğim zamanın başkalarını da yaşattığı ândır; başkalarının kendilerini buldukları, herkesi aynı noktada buluşturan ân.
Ya yedinci zaman peki?
Yedinci zaman, benim zamanımın benden çıkarak başkasına sunduğu ruhun bütün insanlık tarafından yaşandığı, herkesin iştirak ettiği müşterek zaman, insanlığın ortak zamanı.
Bu zamanı yaşamadı insanlık.
Benim zamanımın (bir medeniyetin çocukları olarak inşa ettiğimiz zamanın) başkalarına hayat sunduğu ânın insana insanlığını hatırlatacak ölçekte insanlık tarafından yaşanması henüz sözkonusu olmadı, tecrübe edilmedi.
Zaman zaman üstüne, insan insan üstüne, zulüm zulüm üstüne üst üste istiflenerek dayatılan zorlu bir hayat bizimkisi.
O yüzden hayat değil; o yüzden bayat bu hayat. O yüzden hiç bir şekilde tadı da yok, rengi, kokusu, lezzeti de.
Ruhu da yok bu hayatın. Ruh kökleri kuruduğu için bütün bunlar, bütün bu yaşadıklarımız, yok’larımız, yokluklarımız, yoksunluklarımız.
Çıkış yolu, dünyanın oyuncağı olmak yerine, dünyayla bir oyuncak gibi oynamamızdan, dünyanın dünyayı dâr (yurt) edinenlere dünyayı dar edeceğini biliyor olma derecesine yükselmemizden geçer.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.