Batılılar, bütün kıtaları işgal ettiler, bütün kültürleri yağmaladılar ve bütün kıtalardan milyonlarca insanı köle olarak getirdiler kendi ülkelerine.
Gettolara hapsettiler köle olarak getirdiklerini.
Sonra postkolonyal süreçte, işçi-köleler akın etmeye başladı Batılı kentlere…
Batılı başkentler, ikiye bölündü: Yerliler ve göçmenler olarak iki ayrı nüfus kendi dünyalarında yaşamaya başladılar. Birbirlerine öfke ve nefretle dolarak ve bakarak…
Göçmenler, kentlerde de bir göç yaşadılar… Varoşlara kaçtılar, kentin çeperlerine; gettolar inşa ettiler varoşlarda!
Kentler ikiye bölünmüştü: İç savaş için her şey hazırdı. Hükümetlerin çözümleri yoktu, umurlarında da değildi doğrusu. Irkçı politikaları bizzat hükümetlerin kendileri geliştiriyor, uygulayamadıklarını da ya istihbarat örgütlerini harekete geçirip provokatif olaylar patlatarak ya da faşist hakaretleri el altından kışkırtarak uyguluyorlardı. Bu kadar iğrençti bu Batılılar! Uygar barbarlar!
Batılı modern metropolis, mezarlıkları andırıyordu, kentin içi, varoşları, dışı ve zamanla her yeri ise, savaş alanını.
Batılı emperyalistler sömürgecilik dönemlerinden kalan zenginliklerini borçlu oldukları göçmenlere insanlık dışı ve vahşice muameleler yapmaktan geri durmadılar. Göçmenlere uygulanan vandalizm biçimleri, göçmenlerin de vandalizm biçimleri geliştirmelerine yol açtı.
Batılı kentler cehenneme döndü, hayalet kentlere dönüştü, zaman zaman alev alev yanan…
Biz sömürgeci olmadık. Bizim göçmenlerimiz, azınlıklarımız baş tacı edildi her zaman. Biz merhamet medeniyetinin çocuklarıydık çünkü. Kalbimiz vardı bizim. Hakikatin kalbi, kalbin hakikatini yaşar ve yaşatırdı her daim herkese bizde.
O yüzden devletin en kilit mevkilerini azınlıklara, göçmenlere vermekte tereddüt etmedik bile.
Bu kadar temiz, dünyaya örnek ve model olarak sunacağımız enfes bir tarihimiz olmasına rağmen Türkiye’nin büyük şehirlerinin Batılı cehennem kentlerine dönüştürülmek istenmesi kabul edilemez.
Bizde de bir göçmen sorunu oluşmaya başladı. Eğer güçlü, köklü ve kalıcı önlemler alamazsak, bizim şehirlerimiz de cehenneme dönebilir -Allah muhafaza!
Ankara Altındağ’da yaşananlar halledilemeyen, ertelenen göçmen sorununun ülkeyi nasıl bir iç savaş ortamına sürükleyeceğinin habercisidir.
İşte bu, ürperticidir.
Korkutucu.
Tedirgin edici.
Suriye kökenli biriyle bir pazar kavgası sırasında genç bir Türk kardeşimiz öldürülüyor. Suriyelilerle Altındağ’da yaşayan gençler arasındaki bu kavga büyüyor. Olay, akşama doğru kontrolden çıkıyor. Suriyelilere, evlerine, işyerlerine, arabalarına, çocuklarına saldırıya dönüşüyor! Böyle bir davranış, Batılı aşağılık faşistlere özgü bir davranıştır.
Merhametin ve adaletin zirvesi Osmanlı’nın çocukları bu kadar düşemezler!
Türkiye’yi, Türk-Kürt geriliminden sonra Mülteci-Yerli çatışmasına sürüklüyorlar!
Suç, şahsîdir.
Kimse kendini devlet yerine koymaya kalkışamaz!
Bu, ülkeyi felâkete sürükler -Allah korusun.
Altındağ’da yaşanan, iç savaş provası gibi…
Gladio operasyonu mu bu Altındağ’da yaşananlar?
Devlet, bu olayı bütün yönleriyle mercek altına almalı!
Bütün bunların üstüne bir de Afganistan’dan gelen kontrolsüz bir sığınmacı akını var!
Burada bir stratejik akıl eksikliği sözkonusu.
Sığınmacıların ülkeye kolayca girebilmeleri büyük sorun!
İran mı girdiriyor?
Konu kangrene dönüşmeden makul, âcil çözümler üretilmeli.
Biz Osmanlı’nın, Selçuklu’nun çocuklarıyız.
Farklılıklarla, farklı kültürlerle, inançlarla yaşayamayan bir toplum değiliz.
Farklı kültürlere, inançlara mensup toplumlarla barış içinde, sulh ve selâmet düzeni içinde, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde nasıl yaşanabileceğini bütün dünyaya gösterebilmiş tek medeniyetin çocuklarıyız.
Şu an Türkiye, bizim tarihimizde yaşamadığımız bir sorunla karşı karşıya: Mülteci sorunu. Göçmen, mülteci, sığınmacı kavramları arasındaki farklılık bu bağlamda tâlî bir mesele.
Şu an mülteci sorunu, kartopu gibi büyüyen, kontrolden çıkma istidadı gösteren tehlikeli bir boyut kazanmaya başladı.
İran sınırına Afgan sığınmacılar hücum etti, ediyor hâlâ…
Duvar örülüyor sınırımıza! Tuhaf geldi bana bu!
Biz, mazlumlara duvar ören değil, kucak açan bir medeniyetin çocuklarıyız. O yüzden çöküş asrında bile Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı’yı “Osmanlı, insanlığın son adasıdır” diye görüyordu.
Aynı şekilde, bendeniz de, bizim ülkemizi öyle görüyorum ve Anadolu Nuh’un gemisi, insanlığın son sığınağıdır, diyorum.
Tarih boyunca böylesine güzel bir ahlâkî tavrımız olmuş bize sığınanlara karşı. Dünyanın dört bir kıtasında bizden yardım isteyen eli aslâ geri çevirmemişiz.
Bu çok önemli bir tarihî hakikat.
Şu an başka bir yakıcı hakikat var karşımızda: Sürgit büyüyen, nereye varacağı belli olmayan göçmen, sığınmacı sorunu.
Göçmen sorunu, kontrolümüzden çıkma istidadı gösteriyor! Eğer önlem alınmazsa, çok büyüyebilir ve hepimizi, göçmenlerin kendilerini de, derinden sarsacak boyutlar kazanabilir.
Benim anlayamadığım şey şu: Yığınla Afganlı nasıl olup da sınırı bu kadar rahat geçebiliyor? Buna gelmeden, çıkmadan “dur,” diyecek insanlar neden yok denecek kadar az.
Türkiye’nin güçlü ve kapsamlı bir göçmen stratejisine ve politikasına ihtiyacı var. Görünen o ki, bu mesele ziyadesiyle büyüyecek ve başımızı çok ağrıtacak.
O yüzden merhamet, adalet ve asalet, vazgeçilmez ilkelerimiz olmalı burada.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.