Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi… (2) 

04:0019/05/2024, Pazar
G: 19/05/2024, Pazar
Yusuf Kaplan

Türkiye Cumhuriyeti, fiilen 23 Nisan 1920’de kuruldu aslında. Millet Meclisi, Anadolu’da kurulan bağımsız devletin önadımı’ydı. Meclis değil devlet kurulmuştu 23 Nisan 1920’de hem Kur’ân-ı Kerîm hem Buhari-i Şerîf hatimleri’yle… Kurbanlar kesilerek… Tekbirler getirilerek… Bu Meclis, Millî Mücadele’yi yöneten bir meclis değil, ülkenin sorunlarını müzakere ederek ve kanunlar çıkararak ülkeyi yöneten bir devletti aslında. Bu Meclis, gerek törenleri, gerek gündemleri, gerekse mebuslarının kahir ekseriyetinin

Türkiye Cumhuriyeti, fiilen 23 Nisan 1920’de kuruldu aslında. Millet Meclisi, Anadolu’da kurulan bağımsız devletin önadımı’ydı. Meclis değil devlet kurulmuştu 23 Nisan 1920’de hem Kur’ân-ı Kerîm hem Buhari-i Şerîf hatimleri’yle… Kurbanlar kesilerek… Tekbirler getirilerek…

Bu Meclis, Millî Mücadele’yi yöneten bir meclis değil, ülkenin sorunlarını müzakere ederek ve kanunlar çıkararak ülkeyi yöneten bir devletti aslında.

Bu Meclis, gerek törenleri, gerek gündemleri, gerekse mebuslarının kahir ekseriyetinin hocalardan, âlimlerden, toplumun İslâmî kurumlarının ve oluşumlarının önde gelen isimlerinden oluşması hasebiyle İslâmî bir meclisti. 


TÜRKİYE CUMHURİYETİ, İSLÂM DEVLETİ OLARAK KURULDU 

Neresinden bakarsanız bakın, Anadolu ve Rumeli’de Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri olarak kurulan (kahir ekseriyeti, müftüler, hocalar ve ülkenin önce gelen âlimleri ve münevverleri arasından seçilen kişilerden oluşan ve bu kişilerle önce millî mücadeleyi, sonra da ülkeyi yöneten) bu devlet, 1928 yılına kadar, Anayasa’nın 2. maddesindeki “devletin dini, din-i İslâm’dır” ibaresi çıkarılana kadar İslâm devleti olarak kurulmuştu.

Devletin kurucu değerleri laik değil İslâmî değerlerdi. İstiklal mücadelesi laik değerlerle ve ilkelerle değil İslâmî değerlerle ve ilkelerle verilmişti.

Bunları şunun için hatırlatıyorum: Türkiye henüz tam anlamıyla bağımsız bir ülke değildir. Cuma günkü yazımda da vurgulamıştım: Türkiye fiilen bir endülüsleşme (yok oluş) süreci yaşamamış, zihnen bir endülüsleşme süreci yaşamaya mahkûm ve icbar edilmişti. Kale içeriden ele geçirilecekti.

Kaleyi içeriden ve zihnen ele geçirme süreci iki asır önce Tanzimat’la başladı. İngilizler, Tanzimat ve Islahat fermanları ile Osmanlı’nın hücrelerine kadar sızdılar, devleti ele geçirdiler ve ülkeyi zihnen ele geçirecek fitne fesat tohumlarını ektiler elitleri ve entelijansiyayı hem satın alarak hem de zihnen uyuşturarak.

Hürriyet, meşrutiyet sloganları, Tanzimat’tan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar ülkeye çeki düzen veren Jön Türklerin sloganları oldu. Bu sloganlarla Sultan Abdülaziz’in bileklerini keserek Osmanlı’da bir iç darbe yapmayı başardılar. Bu sloganlarla ülkenin ezelî düşmanları Yahudi, Ermeni ve Rum çetelere Sultan Abdülhamid’e hal fetvasını bildirme görevi verecek kadar küstahlaşarak koskoca Sultan’ı tahttan indirdiler. Osmanlı’nın tarihten çekiliş sürecinin pimini çektiler.

İslâmî mücadele ilkeleri üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, zamanla laik bir devlete dönüştürüldü. Ülkede tarihsiz, köksüz bir toplum, zihinsizleştirilmiş bir zihin icat edilmeye çalışıldı.

Oysa 23 Nisan 1920’de kurulan Millet Meclis’i, 22 Nisan 1920’de, yani bir gün önce, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında görüşülen gündemleri aynen devralarak ve müzakere ederek devleti yönetmeye başlamıştı. Yeni Türkiye’nin kurucuları, açıkça şunu ilan ediyorlardı küffara: Biz küllerimizden doğmasını biliriz. Bir devleti yıkarsınız ama biz yenisini derhal kurmasını iyi biliriz.

Söylenmek istenen şey, Türkiye devleti, Osmanlı’nın her bakımdan devamı olacaktı. Hilâfet de sürecekti, saltanat da, bir süreliğine de olsa. 


İÇ SAVAŞ DENEMELERİYLE ENERJİSİ YOK EDİLEN BİR ÜLKE 

Gelmek istediğim nokta şurası: Türkiye Cumhuriyeti kadroları daha sonra Türkiye›nin laik bir devlet olduğunu, İslâmî bir iddiası ve temsiliyeti olmadığını açıkça ilan etti bütün dünyaya. Fakat buna kimse inanmadı. Başta Batılılar elbette ki.

Batılılar, Türkiye’nin eninde sonunda bir medeniyet iddiasına sahip çıkacağını ve bunu hayata geçirme yolculuğuna soyunacağını gördükleri için 1974 CHP-MSP ittifakından çok korktular ve ülkeyi kökü dışarıda sol-sağ ideolojiler üzerinden ürpertici bir anarşi ortamının ve iş savaşın eşiğine sürüklediler!

Türkiye, 1970’lerde çok kan kaybetti ama toplum iç savaş provasını püskürttü ve ülkenin parçalanmanın eşiğine sürüklenmesine asla izin vermedi. İç savaş provası olarak tezgâhlanan şey, siyasî anarşi ve kaos olarak kaldı.

Toplum bu badireyi de bir şekilde atlattı atlatmasına ama 1984’ten itibaren ülke Türk-Kürt çatışmasını tetikleyecek PKK terör örgütünün Eruh’ta terör eylemlerine soyunmasıyla birlikte tam 40 yıl süren bir çıkmaz sokağın eşiğine sürüklendi.

Toplum bunun, bir iç savaş ve ülkenin parçalanması hadisesine dönüşmesine asla izin vermedi.

Ama ya salak ya da asalak darbeci militarist kafalar ve generaller “irtica tehlikesi” diye bir heyula icat ettiler 1997’de 28 Şubat darbesiyle. Laikliği kutsadılar, cemaatleri ve bütün İslâmî oluşumları şeytanlaştırdılar, İHL’lerin, Kur’ân kurslarının önünü tıkadılar, başörtüsü başta olmak üzere bütün İslâmî sembolleri düşman ilan ettiler.


İKİ ASIRDIR DEVLETİ ELE GEÇİREN BARONİK MASONİK DEVŞİRME ÇETELERE DİKKAT! 

Böylelikle laiklik pompalandı, İslâmî kimlikler, duyarlıklar ve oluşumlar bombalandı. 28 Şubat sürecinin bir uzantısı olarak tanımladığım 15 Temmuz darbe girişimi, millet tarafından destansı bir direnişle püskürtüldü ama İslâmî cemaatlerin ve oluşumların her biri devleti ele geçirecek birer FETÖvârî oluşum olarak görüldü, öyle sunuldu ve hedef tahtasına yatırıldı.

Cemaatlerin ve tarikatların Ankara’da ihale peşinde koşturmaları, bazı bakanlıkları neredeyse ele geçirecek kadar bakanlıklara yerleşmeleri, zaten iyice belirsiz bir görünüm alan ülkede geleceği kuracak İslâmî bir geleceğe doğru değil günü kurtarmaya dönük seküler / siyasî bir hedefe doğru yürüdüğünü göstermesi bakımından düşündürücüdür.

Bendeniz burada şunu söyleyeceğim: Bu cemaatlerin tarikatların insan yetiştirmeye ve toplumun aşınan İslâmî kimliğini ve duyarlıklarını pekiştirmeye odaklanmaları gerekiyor. Ülkenin yönetiminde elbette cemaatler de, tarikatlar da yer alacak. Ama İslâmî oluşumların Ankara’da az da olsa biraz varlık göstermesine dikkat çekerek ortalığı velveleye verenler aslında ülkenin genelde 40-50 bin kişilik devşirmelereden ve devşirmelerin devşirmelerinden, özelde ise 350 aileden oluşan baronik masonik şebekeler tarafından kontrol ve kolonize edildiği gerçeğini örtbas etmekten başka bir şey yapmış olmuyorlar.

Türkiye, Türkiye’yi kurtarmaya çalıştığını söyleyen devşirme kurtarıcılardan kurtarılamadığı sürece, istiklaline kavuşamayacak ve güvenli bir istikbale doğru emin adımlarla asla yol alamayacaktır.

Benden hatırlatması.

Vesselâm.

#Tarih
#Türkiye
#Yusuf Kaplan