kardeşim sosyal medya hesabından yayınladı: Yaşlı bir amca, otobüse biniyor, oracıkta kriz geçiriyor, kimse ilgilenmiyor, yer vermiyor, otobüsün şoförü hemen hastaneye sürüyor otobüsü ama yaşlı amcanın kalbi dayanamıyor ve hayatını kaybediyor.
Ürpertici bir hâdise bu! DEĞERLER ANARŞİSİ VE KAOSU
Müslümanların davranışlarının inançlarıyla ve ilkeleriyle bu kadar çeliştiği başka bir zaman dilimi yaşandı mı, kuşkuluyum. Modernleşme dolayısıyla sekülerleşme süreci, köklerin kuruması, ruhun yitirilmesi, değerler haritasının alt üst olması olduğu için
anlamsızlığın, ontolojik şiddetin
hükmünü icra etmesi temel belirleyici dinamikler konumuna yükseldi.
Değerler anarşisi ve kaosu, sosyal ilişkileri ruhusuzlaştırdı.
Bu ülke daha düne kadar İslâm’ın
özen gösteren bir toplumun nefes alıp verdiği bir ülkeydi. Haramdan, kul hakkı yemekten şeytandan kaçar gibi kaçan bir toplumduk biz.
İslâmî gösterebilimsel düze
n, özellikle de
ruh-köklerimizi kurutup tepeden jakoben yöntemlerle dayatılan modernleşme / laikleşme projesiyle birlikte anlam haritalarımız çok büyük sarsıntı geçirmesine, neredeyse yok olmanın eşiğine gelmesine rağmen sosyal dokumuz, sosyal bağlarımız çok sağlamdı.
Sağlamdı; çünkü toplumumuzun İslâmî anlam haritaları ve anlamlandırma pratikleri çok güçlüydü, toplumu dimdik ayakta tutuyordu,
farklı sosyal, kültürel ve ideolojik kesimler arasındaki ilişkiler zedelenmemişti.
Kimse kimsenin malına mülküne göz dikmezdi. Herkes azla yetinir, izzetini, haysiyetini yitirmezdi; komşusunu gözetir, kendinden biri gibi görür, komşusunun her tür sorunuyla yakından ilgilenirdi.
Hırsızlık nedir bilmezdi. Yoksuldu belki biraz ama en temel insanî değerler bakımından zengindi, ruh doluydu; Batılılar gibi insanı renginden, derisinden, inancından ötürü ötekileştirme ilkelliğine soyunmayan, insanı eşref-i mahlûkât olarak gören İslâmî değerleri ve anlam haritaları çok güçlüydü.
Ahlâk; ilişki, iletişim ve davranış biçimlerinin temel belirleyeniydi.
Ahlâk’ın temeli, kanaatkârlık, diğergâmlık, haya, edep gibi güçlü ve köklü dinamiklerdi.
Toplum siyasî olarak tam anlamıyla özne değildi belki: Belli bir kültürel kimlik dayatan jakoben bir zihniyet hükümfermaydı. Bir
’nin kavramsallaştırdığı yukarıdan, monteleme yöntemiyle,
yaparak dayatılan
vardı; bir de toplum tarafından özene bezene yaşatılan, korunan ve toplumu, sosyal dokuları, bağları, ilişki ve iletişim biçimlerini diri tutan, yaşatan
MODERNLEŞME, KÖKLERİ SÖKER ATAR!
Modernleşme, köklerin düşmanıdır: Bütün kökleri kurutur.
Modernleşme, ruhsuz bir toplum, siyaset, kültür ve iktisat projesinin adıdır. Kapitalizm, bu ruhsuz ve büyüsü bozulmuş ortamda köksalabilir ve bütün değerleri, -
ın kışkırtıcı ifadesiyle- “
”nı tarumar eder.
Bugün bütün değer yapılarımızın ve anlam haritalarımızın çok büyük bir sarsıntı geçirdiğini, sosyal bağlarımızın çözüldüğünü gözlemliyoruz üzülerek.
Gelinen nokta tedirgin edici, hatta ürpertici:
Türkiye’nin sosyolojisi hem değişiyor hem de fena halde çözülüyor: Her kesimde büyük bir çürüme, yozlaşma, ruhsuzlaşma yaşanıyor…
Aile çöküyor… Boşanmalar tavan yapıyor…
Sabah
toplumun toplumu var eden, ayakta tutan dinamiklerini dinamitliyor, direnç noktalarını ve direnme biçimlerini kırıyor.
Gelinen nokta, toplum fikrinin, ortak değerlere, inançlara, ilkelere, anlam haritalarına sahip toplum fikrinin çatırdamasına yol açıyor olması bakımından geleceğimiz adına düşündürücü, tedirgin edici.
İki toplum zuhur ediyor en az: Bir yandan değerlerini korumaya çalışan “
/
” her geçen gün kan kaybederken, çocuklarını ve değerlerini yitirirken, öte yandan İslâmî değerleri önemsemeyen hatta yer yer reddeden “
” zuhûr ediyor…
Türkiye’nin sosyolojisine yakından baktığımızda
çeşitlik sosyo-kültürel ve hatta coğrafî kesimler arasında keskin yarılmalar, çatlaklar ve hatta sosyolojik, kültürel ve zihinsel kopmalar yaşandığını
gözlemliyoruz: Meselâ Edirne’den Mersin’e kadar sahil Türkiyesi, Anadolu’nun iç bölgelerinden
gözüküyor.
İşte bu ürpertici.
’in neredeyse 70 yıl önce uyardığı bir
zihinsel yabancılaşma, kültürel yarılma ve sosyolojik kopuş bu.
GİZLENEN KİMLİKLER SOSYOLOJİSİ
Türkiye’nin doğu bölgelerinin sınırları, etnik kimlikler üzerinden çizilmek isteniyor adeta.
Bir de henüz ortaya çıkmayan
gizlenen kimlikler sosyolojisi
var; yer yer yerini ve zamanını bulduğunda abartılı bir şekilde kendini ifade ermekten çekinmeyen bir sosyoloji bu: Adamın kökeni dört beş kuşak öncesine gidildiğinde Ermeni, Rum, Yahudi vesaire.
Olabilir elbette. İnsanın yaratılıştan getirdiği veya kültürel olarak edindiği kimliklere karşı çıkmamız sözkonusu bile olamaz.
Sorunlu olarak gördüğüm ve bugün Türkiye’nin dengelerini alttan alta yerle bir ettiğini ancak farkedebildiğimiz gizlenen kimliklerin sahipleri yarın bu kimliklerini çok keskin ve sert bir şekilde açık edecekler ve ülkede beklenmedik yeni sosyal ve kültürel sorunların patlak vermesi kaçınılmaz olacak.
TOPLUM ÇÖKERSE, ÜLKE ELİMİZDEN GİDER!
İnanç ilkelerinin aşınması, kültürel değerlerin çözülmesi, sosyal bağların kopması ülkemizi beklenmedik yeni sorunların, sosyo-kültürel ve ideolojik gerilimlerin, çatışmaların eşiğine taşıma potansiyeli taşıyor.
Yaşadığımız sosyolojik ve kültürel dönüşüm, esas itibariyle tabiî değil.
En azından modernleşme / jakoben laikleşme tarihimizin başlangıcında tabiî değildi. Ama bu süreç zamanla tabiîleşti ya yapay bir şekilde, sun’î yöntemlerle tabiîleştirildi. Değişen ve bizi de fenâ hâlde değiştiren, metamorfoza uğratan sosyolojiyi herkes zamanla kanıksadı.
Gelinen noktada
jakoben modernleşme / laikleşme projesinin, toplumun değerlerini aşındırmayı, toplumu metamorfoza / başkalaşıma uğratmayı ve celladına âşık etmeyi başardığını görüyoruz.
Celladına, (yani Batı’ya) âşık edilenler başlangıçta küçük bir elit kesimdi. Ama bugün geniş sosyal kesimlerin celladına âşık edildiğini gözlemliyoruz!
Bir toplumun intiharıdır!
Kısa, orta ve uzun vadeli köklü tedbirler alınmalı.
Toplum çökerse, ülke elimizden gider
–Allah muhafaza!